“Çok güldük, ağlayacağız galiba” derler ya… Bir çeşit yurdum hurafesidir ama bu ülkede adeta hiçbir mutluluğun cezasız kalmayacağını ispatlarcasına hep haklı çıkar. İşte yine o hurafenin haklı çıktığı kavurucu günlerden ve uykusuz gecelerden geçiyoruz.
8 Haziran günü ne kadar da sevinçliydik oysa... Hatırlayan var mı? 1980 öncesini yaşamamış bir nesil olarak bizim için bir ilkti. Tüm azgın saldırılara, zorbalıklara, engellemelere rağmen hep birlikte barajı geçmeyi başarmıştık. Birlikte bir iş yapmanın ve dahası sonucunu almanın saadetini yaşamıştık. Sanki uzaktaki gökkuşağını yakalamayı başarmış, altında durmuş ve orada bir küp altın bulmuştuk. Sanki ne kadar halay çeksek azdı. Sanki on’dan sonrası kolaydı. Öyle çok güldük öyle çok güldük öyle çok…
Ama sonra işte o hurafe, koyu karanlık cübbesini üstümüze örtüverdi. Çok gülmüştük, sonrasında çok ağlamak zorundaydık.
Çok mutlu olduğumuz o günlerden sonra bir gün, kötü gülüşlü, seyrek saçlı, yoksul bir genç; kendisine vaat edilen “sonsuz cennet” uğruna, sonlu ömründen vazgeçti. Günahkâr olduğunu düşündüğü akranlarının arasına girdi ve gökkuşağının altında bulduğumuz küpün içinden en kıymetli 32 altınımızı çaldı. Küpümüzü de kırdı. Hepimiz büyük bir sarsıntıyla yerlere saçıldık.
Oysa biz o küpü, içindeki tüm cevherle birlikte hep yanımızda taşıyacaktık. İçine yenilerini ekleyecektik. Belki o kötü gülüşlü çocuğu bile…
Fakat artık ne küp kaldı ortada ne de cevher. Yaralı ve öfkeli yüreklerimizle küpü yapıştırmaya, ortalığa saçılan altınları eteklerimize toplayıp bir araya getirmeye çalışıyoruz hepimiz. Umut bizi terk etti.
Şimdi boğazımızdaki yumruyu, yutkuna yutkuna gidermekte zorlanıyoruz. Ellerimizin dikenleri çocuklarımıza batmasın diye midir yoksa çocuklarının parçalanmış bedenlerini bir araya toplayıp cenaze merasimi yapmaya çalışan ana babaların acılarını paylaştığımız için midir bilmem kendi çocuklarımızın yanaklarını okşayamaz olduk. Sokakta gördüğümüz her çocuğa, her gence umutla değil acıyla bakar hale geldik.
Söylenen her söz, giden canlara ait her anı, her fotoğraf, her gülüş; birer alev topu gibi ciğerlerimizi dağlamakta hala. Onlar gittiler ve şu bir gerçek ki bir daha asla geri gelmeyecekler. Geride bıraktıklarının içindeki kor, gün geçtikçe, yıl döndükçe büyüyecek. Tıpkı üç kuruş kazanabilmek için katır sırtlarında mayınlı arazilerden geçerken yok edilen çocuklar gibi. Tıpkı şarkı söylemek, şiir okumak için gittikleri şehrin bir otelinde diri diri yakılan aydınlar gibi. Tıpkı diğer gidenler gibi.
Tüm o gidenlerle birlikte umut da bizi terk etti ve geri dönüp dönmeyeceği belirsiz.
Şüphesiz biliyoruz; yine yağmur yağacak ve yine gökkuşağı çıkacak ve belki de biz onu yine yakalayacağız.
Ama şimdi hava öyle ağır, güneş öyle sıcak ve biz öyle takatsiz kaldık ki…
Yeniden umudu yeşertebilecek kadar yağmur suyumuz kaldı mı bilmiyorum. (NS/EKN)