Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde bazı görüşmelerde bulunmak için hazırlanırken, ilk aklıma gelen ziyaretlerin arasına Kerkük savaş cephesini mutlaka eklemekti. Bu cephelerde tıpkı Kobane’de olduğu gibi DAİŞ çetelerine karşı savaşan gerilla güçlerinin kahramanlıklarının anlatılması böyle düşünmeme yol açmıştı.
DAİŞ çetelerine karşı mücadelenin cephelerde tüm şiddetiyle devam ettiği biliniyor. Ancak Güney Kürdistan’da HPG gerillaları ve peşmerge aynı cephelerde omuz omuza savaşıyor. Kürt coğrafyasına yönelik saldırı karşısında ilk kez -farklı siyasal zeminlerde de olsa- Kürtlerin birlikte hareket etmelerinin hem önemini hem de umudunu ifade ediyor.
Süleymaniye’ye vardığımızda savaşın bütün etkilerini görmek mümkündü. Hayatın akışı içinde her şey doğal seyrinde ilerliyor gibi görünse de, birkaç ay öncesine kadar sahip olunan huzur ortamının bozulduğu anlaşılıyordu.
Kentin giriş ve çıkışlarında oluşturulan arama noktalarının sayısının iki üç katına çıkartılmış olması halkın can güvenliğinin sağlanmasında önemli bir göstergeydi. Sokaklarda ve şehir merkezinin birçok noktasında kamyon ve otobüslerde savaş cephelerine doğru yolculuk için hazırlanmış peşmerge güçlerini görüyorsunuz.
Kerkük’e gitmeden önce Kandil’e çevirdik yüzümüzü ve sabahın erken saatlerinde yola çıktığımızda bir bahar havası hakimdi. Kandil’e yaklaştıkça sıralanmış dağların ihtişamı yükseklere yağan karın beyazıyla çok daha güzeldi. Kendimi ister istemez Dersim’de Munzur dağlarına doğru çıkarken düşündüm.
Kandil’de 'çözüm süreci' bağlamında yoğun bir tartışma süreci yaşanıyor. Bu yoğun gündem içinde ilk olarak KCK Yürütme Kurulu Üyesi Ali Haydar Kaytan’la bir araya geldik. Her zaman olduğu gibi yüzü gülümsüyordu. Beni kucaklarken "Ferhat tı xerama, to boa Dersim hode arda (Ferhat hoş geldin, Dersim'in kokusunu da getirdin)" diyerek Dersim'e duyduğu özlemi dışa vuruyordu. Yakın tarihlerde annesini kaybettiği için başsağlığı diledim, 'Sizin olduğu kadar Dersimlilerin de annesiydi ve Dersim halkı son yolculuğunda annemizi yalnız bırakmadı" dedim. Gözleri doldu ve söze girerek, "Belediye Eş Başkanımız Nurhayat Altun’un mezarı başında yaptığı konuşmadan çok etkilendim. İlk kez Dersim'de olmak ve annemi bizzat ellerimle uğurlamak geldi içimden” dedi.
Etrafımız kalabalıklaştı ve artık sohbetimizin konusu seçimler ve olası sonuçlarıydı. Hemen hemen herkes bu seçimlerin yeni bir dönemin başlamasına vesile olacağını düşünüyor.
Ali Haydar Kaytan, içilen çayların ve yapılan bu kısa görüşmenin ardından bulunduğumuz yerden akşam yeniden görüşmek üzere devam eden toplantıya katılmak üzere ayrılıyor.
Gerillalarla boks
Bulunduğumuz yerde benimle birlikte ilk kez Kandil’e gelen, Almanya Boks Şampiyonu İsmail Özen var. Spor ve boks merakı olan gerillalar Şehitlik ziyaretimizin ardından İsmail’den bir gösteri yapmasını talep ediyor. İsmail, boksun bilindiğinin aksine olumsuz bir yanı olmadığını ve Kürt gençlerinin spor alanında gösterdiği başarıların artması gerektiğini söylüyor. Tam bir saat süren bir gösteri yapıyor. Bu gösteride İsmail’e eşlik eden gerillalardı ve nefes nefese süren gösteri alkışlar arasında son buldu.
Gün akşama dönmüş ve yüksek dağlara yağan karın beyazı geceyi aydınlatıyordu. Ali Haydar Kaytan bu kez yalnız gelmemişti; yanında Rıza Altun da her zamanki gülümseyişiyle göründü ve yine Dersimli Bese Hozat onların arkasından bulunduğumuz yere geldi. Bese Hozat’la ilk kez görüşüyoruz. Geçen bahar Dersim Heyeti olarak geldiğinizde çok istediğim halde kendisiyle görüşemediğimizi belirttim.
Erdoğan'ın açıklamalarından rahatsızlar
Rıza Altun’a da annesini kaybetmesi nedeniyle başsağlığında bulundum. Annelerimizi arka arkaya kaybettik, diyor Ali Haydar Kaytan’a dönerek. Ve Ankara’da gençliğinin geçtiği o evden bahsediyor duygulanarak… Bese Hozat biraz yorgun ama yüzündeki gülümseme bu yorgunluğunun önüne geçiyor. Ne olup bittiğini soruyorum. 'Çözüm sürecini önemsediklerini ancak iktidarın samimiyetsizlikte zirve yaptığını' söylüyor. İktidarın; Kandil ve İmralı sanki farklı düşünüyormuş algısı üzerinde son derece sakat bir kampanya yürüttüğünü; 'sürece sahip çıkıyoruz, devam ettiriyoruz' söyleminin kamuoyu yaratmaya dönük olduğunu belirtiyor. Hükümete yakın basın ve medya organlarının bu algı üzerinden yayın yaptıklarını belirtiyor, Tayyip Erdoğan’ın bizzat yaptığı üstenci açıklamalarla kendilerini fazlasıyla rahatsız ettiğini de ekliyor.
Seçimlerden umutlular
Rıza Altun seçimlerle ilgili umutlu olduğunu; iktidarın HDP’nin başarısından yana son derece tedirgin olduğunu ve bu yüzden sürekli olarak HDP’nin barajı aşamayacağı propagandasını geliştirdiğini söylüyor. HDP’nin bir Türkiye partisi olduğunu ve demokratik muhalefetin temsilcisi olma yönünde ilk önemli sınavını vereceğini vurguluyor. Aleviler başta olmak üzere diğer halk ve inanç gruplarının mutlaka bu seçimlerde HDP’yi destekleyeceklerine inandığını ifade ediyor ve HDP’nin en geniş halk yığınlarını kucaklayacak bir siyasal perspektifle çalışmasının önemine vurgu yapıyor.
Dersim'in seçimi
Söz gelip Dersim'e dayanınca da üçü birden; iki milletvekiliyle Dersim'in bu seçimlerde kendisinden bekleneni vermesi gerektiğini düşündüğünü aktarıyor. Bese Hozat, "Dersim halkının tercihleri belirleyici olmalı. Aday olacak arkadaşlarımızın mutlaka Dersim halkının tercihleri doğrultusunda seçilmiş olmaları önemlidir. HDP bu dönem Dersim’de diğer sol, sosyalist partilerle özlü bir ittifak geliştirmeli. Adaylaşma konusu bu temelde ele alınmalıdır" diyerek, bu tercihler doğrultusunda bir çalışma yapılırsa Dersim'in parlamentoya iki milletvekili göndermesinin zor olmayacağının altını çiziyor.
Bese Hozat, "Dersim halkına güveniyoruz, buradan bakınca her şeyin çok daha iyi olduğunu görüyorum" diyor. Bir gün Dersim'e dönmeyi ve orada olmayı fazlasıyla istediklerini söylerken yüzüne bir hüzün çöküyor.
Seçimlerde olası gelişmelerle ilgili sorularını yanıtlıyorum. Uzun bir sohbetin ardından sarılarak ayrılıyoruz. Ali Haydar Kaytan "Dersimlilere sıcak selamımızı götür" diyor. İsmail ’dönüyor ve gençlik yıllarına ait Dersim anılarından söz ediyor. İsmail can kulağıyla kendisini dinliyor, tabii kahkahalar atarak.
Kerkük'e vardık
Dağların arasında saatler süren bir yolculuğun ardından Kerkük’e varıyoruz. Yol boyunca savaşın tüm şiddetini yansıtan görüntülerle karşılaştık. Kamyonlar ve otobüsler cepheye erzak ve peşmerge taşıyordu. Kerkük’ten savaşın sürdüğü cephe olan Dakok’a ilerliyoruz. Dakok’a doğru ilerlerken DAİŞ çetelerinin yolun sağında asılmış bayraklarını şaşkınlıkla izliyorum. Bu kadar yakın bir mesafede kazılmış siperlerde mevzilenen peşmergeleri görüyoruz.
İlk HPG gerilla grubunun mevzilendiği noktada bizi cephe komutanı Ali Haydar karşılıyor. Dersimli olduğunu öğrendiğimde “Heval görevini devralmaya geldim" diyerek takılıyorum. Gülümsüyor ve sarılıyor. Gerillalara doğru ilerlerken hepsinin yüzünün güldüğünü fark ediyoruz. Sohbetimizin ardından Dersim kılamlarından birini söylüyorum ve ardından başka gerilla grubunun konumlandığı yere doğru yola çıkıyoruz. Araçta bize cephe komutanı Ali Haydar eşlik ediyor. Uzun uzun bu bölgede yaşanan süreçle ilgili bilgi veriyor. Kakailerin yaşadığı bir köyden geçiyoruz. Köy halkına bakınca dayanamayıp iniyoruz. Bir evin önünde duran insanlar arasında uzun sakalıyla köyün seyidi olan kişi bizi karşılıyor.
Peşmerge gerilladan güç alıyor
Kakailer kendilerini bir anlamda korumayı başarmış. Mesela onlar da bizim Aleviler gibi bıyık bırakıyor. Kakailik, Yarsanilik ve Ezidilik geleneğinde bıyık-sakal kültürünün aynı olduğu görülüyor. İnançlarını özgürce yaşamamış olsalar da şekli olarak kendilerini koruma güdüsü var. Kakailerin gerillayı birinci derecede kendi savunma güçleri olarak gördüğünü öğreniyoruz. Yüzlerce kadın ve erkek, gerillada eğitim aldıklarını, öz savunma temelinde gerilla ile birlikte mücadele ettiklerini anlatıyor. DAİŞ saldırıları olduğunda cephede gerillalarla birlikte öz savunmalarını gerçekleştiriyorlar. Peşmergelerin maneviyatlarını ve savaşma güçlerini de, gerilladan aldıklarının altını çiziyorlar.
Şunları dinliyoruz: “Mesela peşmerge birlikleri komutanı çoğu kez arıyor diyor ki; birkaç gerilla gelsin ama sorun değil savaşmasın. Ama peşmerge onları görsün, güç alsın. Korkmasın ki, DAİŞ'e karşı savaşabilsin. Yani gerillanın bu anlamda önemli bir rolü var. Bir gerilla bile bir cepheye gittiğinde, savaşın kazanılmasında önemli rol oynuyor; silah elinde olmasa bile. Kendisinin olması yetiyor yani. Yani gerilla önemli bir güç. Onların ulaşamayacağı önemli bir savaş gücü gibi görme, onu kutsallaştırma durumu da var. Dolayısıyla bu gücü gören peşmerge savaşmaya başlıyor. Gerilla olmadığında cepheden kaçabiliyor da mesela."
Kakailerin yaşadığı köyde ayaküstü sohbet sırasında köyün seyidi olan dedeye sorular yöneltiyorum. Dersim Alevisi olduğumu söyleyince gülümsüyor ve "özde biriz aynı inancın sahipleriyiz" diyor.
Köyün ardından gerillanın mevzilendiği bir başka cepheye geliyoruz. Gerillalarla tek tek kucaklaşıyoruz. Büyük bir mutluluk ve heyecan duyduğumu söylüyorum. Kürt halkının bu değerli evlatlarının Kürdistan coğrafyasının dört bir tarafında DAİŞ çetelerine karşı büyük bir direniş sergilediğini ve bunun sadece Kürt halkı için değil, ezilen halklar için onur ve gurur kaynağı olduğunu belirtiyorum. Burada Kobane için yaptığım ağıtı paylaşıyorum ve ardından Özgürlük Mahkumları'nı hep birlikte söylüyoruz. Özgürlük ve insanlık için mücadeleden söz edilecekse bunu bu gencecik insanlara borçlu olduğumuzun bir an bile unutulmaması gerektiğini anlıyorum. Kürt gerillası Ortadoğu coğrafyasında bugün için ezilen tüm halkların umudu haline gelmiş durumda.
DAİŞ'in korkulu rüyaları
Akşam karanlık çöktüğünde ilk buluşmamızın gerçekleştiği yere dönmüştük. Bu sefer Maxmur’dan gelen gerilla komutanları da oradaydı. Maxmur ve Şengal’deki durumları soruyorum. Hepsinin yüzü gülüyor. DAİŞ çetelerinin korkulu rüyası haline geldiklerini söylüyor. Aralarında biri DAİŞ çetelerinin telsiz konuşmalarından birini aktarıyor: DAİŞ çetelerine doğru ve gerillaya ait bir ring aracına saldırı oluyor. DAİŞ çetelerinden biri 'bu araca kurşun tesir etmiyor, boşuna ateş etmeyin' diyor. Bu arada bir başka çete elemanı da, 'Araç neyse de asıl içindekilere bir şey tesir etmiyor, PKK’liler onlar."
Kerkük savaş cephesinden dolu dolu geçen bir günün ardından vedalaşarak ayrılıyoruz. Akşamı Süleymaniye’de geçirdikten sonra gündüz bazı görüşmelerde daha bulunduk.
Vahşetten sonra kiliseye sığınan Hıristiyanlar
Kurdnews Televizyonu genel yayın müdürü bizi kapıda karşılıyor. Savaş cephesinde gözlemlerimizle ilgili bilgi veriyorum. Kürt coğrafyasında artık geçerli bir sınırdan söz edilemeyeceğini belirtiyor. Ardından Hıristiyan bölgesinde bir kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kadın ve çocukların çokluğu dikkatimizi çekiyor. Kilisenin papazı bir İsviçreli. Üç yıldır burada görev yaptığını söylüyor. DAİŞ vahşetinin sonucunda kiliseye sığınan yüzlerce Hıristiyan olduğunu ve bunlara yardımcı olmaya çalıştığını söylüyor. Doğrusu ortamdan etkileniyoruz.
Dönüş vakti
Akşam Süleymaniye’nin 40 kilometre uzağında bir köyde Süleymaniye Üniversitesi rektörü ve hocalarıyla bir araya geldik. Üniversite rektörü Rebwar Said, ressam sanat bölümü hocası Daro Resul, sanat bölümü hocası Sirwan Ali Heme Xan, sanatçı Azad Resul’un davetine Süleymaniye’de yaşayan ve orada bulunduğumuz sürede bizi yalnız bırakmayan gazeteci-yazar, arkadaşımız Necmettin Salaz da eşlik etti. Türkiye ve Kürdistan’daki siyasi gelişmeler sohbetimizin ana konusuydu. Sonra Kürdistan’ın klasiklerinden oluşan bir dinleti ortamında bulduk kendimizi.
Köyden İstanbul’a dönüş saati geldiğinden ayrıldık. Süleymaniye giriş noktasında bizi durduran görevli direksiyondaki Necmettin Salaz arkadaşımıza “Silahınız var mı” diye soruyor. Arkadaşımız elini kalbine götürerek “Dılé éme çeke heval” (Bizim yüreğimiz silahtır)" diye yanıt verdiğinde, güvenlik görevlisi daha fazla ısrarcı olamıyor ve yolu açıyor. (FT/ÇT)