Bir süredir uluslararası sözleşmelerin nasıl yerelleşebileceği konusuna kafa yoruyorum. Belediyede Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri yerelleştirilme çabamızın başlattığı bu süreç beni diğer sözleşmeleri ve ne kadar yerelleşebildiklerini (aslında yerelleşemediklerini) düşünmeye itti.
Türkiye olarak uluslararası sözleşmelere imza atmayı genelde seviyoruz. Şimdiye kadar imzacısı olduğumuz, anayasanın 90'ıncı maddesine (1) göre iç hukukta da bağlayıcılığı olan ve imzacı olmamıza istinaden bize yükümlülükler getiren birçok uluslararası sözleşme var. Ancak kaçımız bu sözleşmelerden haberdar? Koca koca devlet "adamlarının" imzaladığı anlaşmalar hayatlarımıza hangi noktalarda değiyor (ya da değmiyor), özel olarak o konu üzerine çalışmıyorsak çoğunlukla bilmiyoruz.
Sözleşmeleri madde madde bilmemiz gerekmese de takım elbiseli çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu insanların kapalı kapılar arkasında büyük tartışmalar sonrası imzalayarak hayatımıza soktuğu tüm sözleşmelere, “Bu hedefler/anlaşma nasıl yerelleşir? Bu hedeflerin/anlaşmanın benim gündelik hayatımda karşılığı ne?” sorularını sormamız lazım aslında. Yasalar ve hukukun bu kadar askıya alındığı bu rüzgarlı dönemde uluslararası sözleşmeler boşlukta savrulmamak adına tutunabileceğimiz dallar olmaları açısından çok kıymetliler.
Taze bir gündem olduğu için çevre konusundan konuyu örnekleyelim; 2 Ağustos günü 2017 senesinde doğanın bize sunduğu kaynakları tükettik ve 1 Ocak 2018'e kadar olan süreçte 2018 yılından borç alarak ilerliyor olacağız. Oysa uzmanlara bakarsak bu gidişatı durdurabiliriz. Limit aşımını her yıl sadece 4,5 gün ileriye atmayı başarabilirsek 2050’de bu gezegenin sağladığı kaynaklar bize yetebilecek. Örneğin dünyadaki gıda atığını yüzde 50 azaltabilirsek Limit Aşımı Günü’nü 11 gün ileriye atabiliriz. Küresel karbon ayak izimizi yüzde 50 azaltabilirsek Limit Aşımı tarihini 89 gün ileriye atabiliriz.
Kaynakları tüketmiş olmamız ve limit aşımı gününü ertelemeye çalışmamız neden önemli sorusuna da sanırım geçtiğimiz haftalarda yaşadığımız iki (18 Temmuz ve 27 Temmuz) hava olayı açıklayıcı olacaktır. Çevre konusunda Türkiye'nin imzalamış olduğu 22 adet sözleşme var (2). Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri vb. insan onuruna ve sağlığına uygun ortamda yaşamı içeren sözleşmeleri de katarsak bu sayı 22'nin çok üzerine çıkıyor. Sözleşmelere bağlı hazırlanmış çeşitli eylem planları var. Örneğin; 2004 senesinde Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Sözleşme protokolü olan ve Türkiye'nin 2009'da taraf olduğu Kyoto Protokolü'ne bağlı olarak Türkiye'nin iklim değişikliğine adaptasyonunun sağlanması için 2011-2023 yıllarını kapsayan bir İklim Değişikliği Eylem Planı mevcut.
Ancak tam da bu yazının konusu olan yerelleşme açısından baktığımızda bu sözleşmelerde yer alan eylem planında belirlenen hedeflerin hem yerel yönetimlere hem de gündelik hayatlarımıza pek yansımadığını görüyoruz. Oysa belediye iklim sözleşmesini yerelleştirseydi, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak, poşet kullanımını azaltmak, sürdürülebilir tarıma yatırım yapmak, çevreci binaların yapımını desteklemek "zorunda" kalırdı. Böylece belki de Agop Amca'nın dükkanını su basmaz, Leyla Hanım kırılan camını yaptırmak için saatlerce kuyrukta beklemez(di).
Türkiye'de bulunan 1327 belediye arasında iklim eylem planını hazırlamış olan sadece 10 belediye var. Duyduğum kadarıyla bu eksikliğin farkına varan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı son yaşanan fırtınalardan sonra belediyelere kendi iklim uyum stratejisi planlarını hazırlamaları için bir yazı gönderme hazırlığındaymış. Ancak bu yazıyı yollamaları için onca insanın çatının uçması, evlerini sel basması mı gerekiyordu? Belediyelerin kendi eylem planlarını yazmaya teşvik edilmesi bir adımdır. Ancak bunların izlenmesi ve değerlendirilmesi için herkesin anlayabileceği basitlik ve şeffaflıkta çeşitli mekanizmalar da kurulmalıdır ki hazırlanacak planların göstermelik şeyler olarak kalmasınlar.
Afetler beklenmedik anlarda gelip birçok insanı zor duruma soktuğu için devleti ve yerel yönetimlerin ilgisi bir anda önlem almaya itiyor ama ya diğer sözleşmeler? Ve diğer uluslararası sözleşmelerin getirdiği sorumluluklar? Türkiye CEDAW, İstanbul Sözleşmesi vb. kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda birçok sözleşmeye imzacı olmasına ve Başbakanlık eylem planlarına rağmen sadece 11 belediye bu konuyu ciddiye alıp Yerel Eşitlik Eylem Planını hazırlamış durumda. Bakanlığın bu konuyu öncelemesi ve belediyeleri bu konuda teşvik etmesi için toplu bir kadın kıyımı mı gerekiyor?
Yetkililerin imzaladığımız sözleşmelere süs muamelesi yapmayı kesip en son imzalanan ve en kapsamlılardan biri olduğu için Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri başta olmak üzere tüm sözleşmeleri bir an önce yerelleştirmeleri lazım. Ancak bu şekilde bu sözleşmeler takım elbiselilerin bir araya gelip imzaladığı ve resmi gazetede imzalandıkları deklare edilen ama günlük hayatımıza temas etmeyen şeyler olmaktan çıkarlar. (EA/ÇT)
***
(1) "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
(2) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın web sitesinden bakılabilir.