Ortalama bir İzlanda vatandaşına on yıl yetecek gündemi bir saat içinde tüketen bir ülkenin git gide içe kapatılan vatandaşları olarak, yoğun gündem içinde fark ettiyseniz, örgüt propagandası yapma suçu ile birlikte son dönemde oldukça popüler yeni bir suçumuz var: “Ülke itibarını zedeleme suçu”.
Örgüt propagandası yapma suçunun aksine “şimdilik” herhangi bir yasada yer almayan bu suç, özellikle Ocak’tan bu yana devletin üst düzey yetkililerinin konuşmalarında, savcılık sorularında ve iddianamelerde sık sık karşımıza çıkıyor.
Önce, örgüt propagandası yaptıkları iddiasıyla tutuklanan Barış İçin Akademisyenler’in iddianamelerinde söz konusu bildiri ile “Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarına Birleşmiş Milletler gözlemci statüsüyle görevli göndermesine zemin hazırlamak” ile suçlandıklarını gördük. Daha sonra, son olarak Barış İçin Akademisyenler’in ve İMC TV’nin avukatlığını da yapan ve 6 Nisan 2016 tarihinden bu yana Silivri Cezaevi’nde tutuklu olan Ramazan Demir savcılık ifadesinde “propaganda ve ajitasyon faaliyetleri ile ülkemizin içeride ve uluslararası arenada hak ihlalleri, işkence vb. söylemlerle zayıf duruma düşürülmesi faaliyetleri kapsamında yabancı uyruklu delegasyon olarak bildirdiği şahıs ile röportaj ve görüşmeler yapmak”la suçlandı.
Son olarak, Cumartesi günü, 13 Temmuz 2015 tarihinde Karayılan’ın yaptığı açıklamalar nedeniyle örgüt propagandası yapıldığına dair bir bilirkişi raporu ile [1] ifade ve basın özgürlüğüne [2] ve mülkiyet hakkına [3] aykırı olarak uydudan çıkartılan İMC TV’nin haber müdürü gazeteci Hamza Aktan, sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan hak ihlallerini haberleştirmek isteyen BBC’nin çağrısını Twitter’da paylaştığı ve Türkçesi “Bölge halkı ve Kürt siyasetçiler, durum çok tehlikeli bir seviyeye ulaştığı için AB ve BM'ye harekete geçmeleri çağrısı yapıyor" olan İngilizce bir tweet attığı için örgüt propagandası suçunun yanı sıra “uluslararası düzeyde Türkiye'yi kötülemek”ten hakim karşısına çıktı.
Aynı gün Sabah Gazetesi’nde Cafer Tekin İpek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılacak başvuru için hazırlanan belgelere el konulduğu haberi “Koli Koli İhanet” başlığıyla ve “Türkiye’yi iftiralarla AİHM’ye şikayet etmek için hazırladığı 18 koli dolusu evraka polis takibiyle havalimanında el konuldu” denilerek gururla duyuruluyordu. [4]
Bu yazıda yukarıda bahsettiğim davalarda propaganda suçundan neden yargılama yapılamayacağını anlatmayacağım, zira daha önce bizzat Hükümet tarafından yapılan yasal değişiklikler ile Yargıtay ve AİHM kararları doğrultusunda açıkça şiddet çağrısı içermeyen ifadelerin cezalandırılamayacağını uzun uzun yazmıştık. [5]
Bu yazının konusu, geçmişten aşina olduğumuz ancak yeniden dava dosyalarına girmesi manidar olan “ülke itibarını zedeleme” meselesi. Çünkü uluslararası mahkeme kararlarının devletin en yetkili ağızları tarafından milli iradenin kararlarından değersiz ve tazminat ödenip geçilecek bir konu ilan edildiği, insan hakları savunucularının gereği derhal yapılarak cezalandırılmaları yönünde hedef gösterildiği bir ortamda, uluslararası basına röportaj vermek, haber yapmak, mahkemelere başvuru yapmak ve gözlemci çağırmak artık kanunda yazılı olmayan bir suç.
Kendi anayasasınca kendi kanunlarından bile üstün olduğu kabul edilen uluslararası sözleşmelere uymamak, ülkede yaşanan hak ihlallerinin dış dünyaya duyurulmasını engellemek ve bu alanda çalışan kişileri işten çıkartma, gözaltı, tutuklama ve hatta ölümle tehdit etmek otoriter rejimlerin belirgin ve ortak bir özelliği. Bunun en güncel örneği ise, “ülkenin anayasal düzenini ve güvenliğini tehdit ettikleri” iddia edilen yabancı sivil toplum kuruluşlarını ve insan hakları örgütlerini kara listeye alarak para ve hapis cezası öngören bir yasa çıkartan ve son olarak, AİHM kararlarının uygulanmaması için Anayasa Mahkemesi’ne yetki veren bir düzenleme yapan Rusya ve AİHM kararlarına ve Avrupa Konseyi’nin ısrarlı çağrılarına rağmen tutuklu insan hakları savunucularını tahliye etmemek konusunda direnen Azerbaycan. [6]
Elbette, özellikle ‘90’lı yıllarda yaşanan fail-i meçhuller, köy yakma ve boşaltmalar gibi ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle AİHM’nin yaşam hakkı ve işkence yasağı içtihadının temelini oluşturan Türkiye için bu durum yeni değil. Türkiye, bu ihlalleri AİHM’ye taşımak isteyen avukatların, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği temsilcilerinin engellenmesi, tehdit edilmesi ve ailelerin bu konuyla ilgili ifadeye çağrılması nedeniyle AİHM önünde defalarca mahkum olmuş bir ülke.
Fakat 2016 yılında, yaşam hakkının ağır saldırı altında olduğu, ifade ve basın özgürlüğünün ve toplantı gösteri hakkının neredeyse tamamen yok sayıldığı bir ortamda hak ihlallerini ortaya çıkarma ve bu ihlallerin cezasız kalmasını engellemeye yönelik hak arama mücadelesine yapılan bu saldırılar durumun vahametini arttırıyor.
Sadece son bir hafta içerisinde Amerikalı bir gazetecinin, Yunanistanlı bir foto-muhabirin, Almanyalı bir muhabirin ve Rusyalı bir gazetecinin yaptıkları haberler nedeniyle ülkeye alınmadığı ve cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Hollandalı bir gazeteciye yurtdışına çıkış yasağı getirildiği [7] de dikkate alındığında, “ülke itibarını zedeleme suçu”nun baskı dalgasının son ve en yeni halkası olduğu daha rahat görülebilir.
AİHM bu bağlamda, hükümete yönelik eleştirilerini [8] ve ülkede meydana gelen hak ihlallerini aktararak yurtdışında ülke itibarını zedelediği iddia edilen ve “yandaş medya” tarafından vatan haini ve yabancı örgütlerin maşası olarak hedef gösterilen [9] insan hakları savunucularının çalışmalarını durdurmak ve seslerini kısmak amacıyla gözaltına alınmalarını ve tutuklanmalarını son dönemde geliştirdiği içtihadı doğrultusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 18. maddesi altında incelemektedir.
Buna göre, insan hakları örgütlerinin faaliyetlerine yönelik baskıların giderek arttığı, insan hakları savunucularının devletin üst düzey yetkilileri ve yandaş medya tarafından hedef gösterildiği ve aralarında Avrupa Konseyi ve AİHM’nin de olduğu uluslararası insan hakları kuruluşlarıyla bağlantı içinde olan kişilerin tutuklanmaya başlandığı bir siyasi atmosferde tutuklama tedbiri politik amaç taşımaktadır ve AİHS’nin ruhuna aykırıdır. [10]
Yine AİHM’ye göre, kişilerin, Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası insan hakları örgütleriyle, Avrupa Konseyi ya da Birleşmiş Milletler gibi kurumlarla ve AİHM gibi mahkemelerle bağlantı kurmaları nedeniyle, sonunda bir soruşturma ya da kovuşturma başlatılmaksızın ve haklarında ceza verilmeksizin ya da başka bir yaptırım uygulanmaksızın, yetkililer tarafından bir ceza ile tehdit edilmeleri AİHS’yi ihlal eder. [11]
Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta ise, avukatların yaptıkları başvurular –popüler deyişle mesleki faaliyetleri- sebebiyle baskıya maruz bırakılmalarıdır.
Yukarıda kısaca değindiğim üzere, avukat Ramazan Demir, 2011 yılında başlayan ve soruşturmanın esasına dair son işlemin 2014 yılının Ocak ayında yapıldığı bir soruşturma kapsamında, tam da başta Cizre ve Sur olmak üzere sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde meydana gelen ağır insan hakları ihlallerini AİHM’ye taşıdığı dönemde, 16 Mart 2016 günü ev baskınıyla gözaltına alınıp tutuklandı. Savcılık tarafından sorulan sorunun yanı sıra Demir iddianamede ayrıca Cizre’de ağır yaralanan ve hastaneye götürülmesi için AİHM’nin ambulans gönderilmesi yönünde tedbir kararına hükmettiği Cihan Karaman için “AİHM bu sabah Cizre’de yaralanıp hastaneye götürülmesine izin verilmeyen Cihan Karaman için ÖHD olarak yaptığımız başvuruda da tedbir kararı verdi. Gerekirse her yaralanan için tek tek AİHM e gider ama ablukanızı yine kırarız” yazdığı için örgüt propagandasından yargılanıyor. [12]
AİHM, başvurucuların ve içinde bulundukları durumun özel şartlarını da dikkate alarak, başvurucuların ya da potansiyel başvurucuların ve avukatların başvurularını yapmamaları, başvurularını çekmeleri ya da değiştirmeleri yönünde yetkililerin baskısına maruz kalmadan Mahkeme ile iletişime geçebilmelerini, bireysel başvuru sisteminin etkinliği için hayati önemde görmektedir. [13] Mahkeme için bu baskı yalnızca başvuruculara, ailelerine ya da avukatlarına yönelik aleni gözdağı değil, aynı zamanda onları hak aramaktan vazgeçirecek ya da bu süreçte yıldıracak her türlü eylemi ifade eder.
Avukat Ramazan Demir’in bu süreçte AİHM’ye yaptığı onlarca başvuru sırasında bu nedenle tutuklanması da sokağa çıkma yasaklarına ilişkin başvuruların yapılmasını engelleme amacını taşımaktadır. Demir hakkında verilen tutuklama kararının hem halihazırda sokağa çıkma yasakları sırasında meydana gelen ihlaller nedeniyle ağır hak ihlallerine maruz kalan başvurucular hem de Demir için AİHS’nin 34. maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkını ihlal ettiğine yönelik talebimiz Avrupa Konseyi’nin ve AİHM’nin önünde. Çıkacak kararı ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.
Anayasal haklarını kullanan kişileri, üstelik mesleki faaliyetleri nedeniyle uluslararası kurumlarla irtibat halinde oldukları için suçlu ilan edip cezalandırmak, her hafta onlarca farklı konuda ihlal kararı veren AİHM’nin bile oldukça nadiren ihlal bulduğu ve sonuçları ağır olabilecek bir ihlal konusu. Bugün yaşanan ve belli ki ilerleyen günlerde yaşanmaya devam edecek bu ihlaller ileride AİHM önüne götürülecek ve yerleşik içtihada baktığımızda Mahkeme’nin ne yönde karar vereceğini kestirmek çok da zor değil. İşte o zaman kişileri “ülke itibarını zedelemek”le suçlayanlar bu ihlal kararlarıyla ülke itibarını zedeleyen kişiler olacak. (BM/HK
[1] İMC TV’nin Türksat’tan Çıkarılmasına Neden Olan Skandal Bilirkişi Raporu, Evrensel Gazetesi, 19 Şubat 2016, (Bu yazıda yer verilen linklere son erişim tarihi 02.05.2016’dır.)
[2] Hükümet karşıtı yayın yaptığı gerekçesiyle TV kanalının lisansının ve yayınının durdurulmasının ifade özgürlüğü ihlali olduğuna dair AİHM kararı: Meltex LTD ve Movsesyan v. Ermenistan, başvuru no. 32283/04, Karar tarihi: 17.06.2008.
[3] Yayıncılık lisansı bulunmasına rağmen devletin bir TV kanalına frekans tahsis etmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine yönelik AİHM kararı: Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano v. İtalya, başvuru no. 38433/09, Karar tarihi: 07.06.2012.
[4] Koli Koli İhanet, Sabah Gazetesi, 30 Nisan 2016,
[5] Yaman Akdeniz, Benan Molu, Kerem Altıparmak, “Tahir Elçi’nin Son İnsan Hakları Dersi: Terör Örgütü Dememek Suç Değildir”, 09 Ocak 2016, bianet.
[6] Avrupa Konseyi, AİHM Kararlarını Uygulamayan Azerbaycan Hakkında İnceleme Başlattı, Anayasa Gündemi
[7] Selin Girit, “Yeni Hedef Yabancı Gazeteciler”, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Nisan 2016,
[8] Ilgar Mammadov v. Azerbaycan, başvuru no. 15172/13, karar tarihi: 22.05.2014, para. 142-143.
[9] Rasul Jafarov v. Azerbaycan, başvuru no. 69981/14, Karar tarihi: 17.03.2016, para. 160.
[10] Rasul Jafarov v. Azerbaycan, para. 159-161.
[11] Colibaba v. Moldova, başvuru no. 29089/06, Karar tarihi: 23.10.2007, para. 68.
[12] Aralarında 2’si tutuklu 8 avukatın da olduğu 50 kişinin örgüt üyeliği ve örgüt propagandası yapma suçlarından yargılandığı davanın ilk duruşması 22 Haziran 2016 günü Çağlayan Adliyesi’nde, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
[13] Akdivar ve Diğerleri v. Türkiye, başvuru no. 21893/93, Karar tarihi: 16.09.1996, para. 105; Kurt v. Türkiye, başvuru no. 24276/94, Karar tarihi: 25.05.1998, para. 160.