Bir ideolojik tepki biçimi olarak boykot, genellikle modern kapitalizmin üstyapısı olan politik/özel alan ayrımı sonucu özel alana itilen din, kültür, gelenek gibi modernizm öncesi politik örgütlenmesinin merkezini oluşturan unsurlar arasındaki çelişkilerin, devletlerarası çelişki görünümünü almasıyla ortaya çıkar. Ancak dinler, kültürler ve gelenekler modern kapitalizmin politik çıkarları gereği inşa ettiği özel alana dahil edildiği için, dinler veya kültürler arası çelişkiler sonucu geliştirilen boykot tepkisinin kapitalizm açısından politik bir karakteri yoktur. Yani kültürler arası veya dinler arası çelişkiler ve bu çelişkiler sonucu geliştirilen tepkiler kapitalizmin somut işleyişine; örneğin emek gücünden artı değer elde etme mekanizmasına etki etmez.
Kapitalizmin politik meselesi: Ucuz işgücünden maksimum artı değer
Bu nedenle de örneğin Muhammed peygamberin karikatürlerini çizdiği gerekçesiyle Danimarka mallarını boykot eden Müslüman gruplar, Danimarka özelinde dünya kapitalizminin işleyişine bu yolla politik bir müdahalede bulunamaz. Onlar yalnızca kapitalizm öncesinin Müslümanlık özelinde tanımlanan köhnemiş politik örgütlenme ve yaşayış biçimine otantik bir özlem duyan ideolojik yığınlarıdır dünyanın. Ki kapitalizm açısından esas olan politik mesele, bu yığınların dünya iktisadi piyasasında ucuz işgücü olarak kalması ve bu yolla ileri kapitalist devletlerin zenginliklerine zenginlik katabilmesidir.
Kapitalizme karşı politik tepki geliştirmek, onun üstyapısını (politik alan/özel alan ayrımı) ve dolayısıyla işleyiş mekanizmasını anlamayı gerektirir. Dünya emek gücünün kullanım değeri ile onun fiziksel özellikleri (ırkı, cinsi, dini, dili, kültürü vs.) arasında kapitalizm açısından bir ilişki olmadığı içindir ki ideal kapitalizmin ırkı, cinsi, dini, dili yoktur ve emek gücü, kendi fiziksel özelliklerini merkeze alarak dünya kapitalizmine karşı radikal bir karşı-duruş geliştiremez. Bu yolla ancak onu ırk, din, dil vs. ile tanımlanan gerici ulusçuluk dünyasından kurtararak ideal ilerici ve demokratik düzeyine eriştirmesine katkıda bulunabilir.
Bu bağlamda herhangi bir kapitalist ulus-devletin ulusal denilen sınıfsal çıkarlarını bilinçli ya da bilinçdışı şekilde kendisiyle özdeşleştiren ve bu yolla boykot tepkisini geliştiren bireyler ve topluluklar, kapitalizmin uluslara bölüp her ulusu etnisite, dil ve kültürle tanımladığı gerici dünyasının basit bir piyonudurlar ve boykotları ulusal ayrılıkçılıkları besleyip büyütmekten başka bir işe yaramaz.
Ancak ulusçuluğun bu bilinçdışı ideologları çoğu kez gerçekleştirdikleri boykotla, boykot edilen devletin ihracat oranlarındaki muhtemel kısmî düşüşü muzaffer bir edayla karşılar; Devletimiz ve milletimiz ona hâlel getirene gereken cevabı vermiştir!
Sermaye devletlerinin sınır tanımayan kardeşliği
Hiç kimse milletimiz ile tanımlanan devletimizin hangi sermaye gruplarının uluslar arası piyasalardaki çıkarlarıyla ortak olduğunu düşünmez ya da ucuz işgücü piyasalarındaki ucuz konumuna veya gittiği alışveriş merkezinde satılan ürünlerdeki ulusal cümbüşün nedenlerine ve sonuçlarına kafa yormaz. Çünkü herkes omuriliğine kadar milliyetçi algılara batmıştır. Aslolan devletimiz ve milletimizdir! Peki devletimiz nedir? Milletimiz kimdir? Biz kimiz? O devlet ve millet neden bizimdir? Bu sorular genellikle sorulmaz; sorulduğu takdirde de Allaha inananın Allahı kendi inanç algılarıyla tanımlamasına benzer şekilde, milletin ve devletin varlığına inanan ulusçunun milliyetçi algılarıyla yanıt verilir.
Ulusçular görevde: Fransız mallarına boykot!
İşte Türkiye yine, sebebini milliyetçi algıların oluşturduğu bir boykot kampanyasıyla karşı karşıya. Ermeni soykırımı inkarının cezai işleme bağlanmasına ilişkin yasa tasarısı Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edildiği için, Tüketici Hakları Derneği başkanlarından Kürşat Tüzmen gibi devlet bakanlarına, ticaret odaları başkanlarından milliyetçi hareket eden siyasal parti temsilcilerine dek birçok kesim, Türk yurttaşlarını Fransız mallarını satın almamaları için duyarlı olmaya çağırdı. Perinçek şürekası gibi ulusçu-devletçi gruplar, kendilerini devletin doğal sahibi görenlerin gönüllü siyasetçileri olarak ideal bir şekilde hararetli boykot kampanyaları başlattılar.
Bu boykotları düzenleyenler, ideolojilerinin tabiatı gereği Fransayı demokratik bir hak olarak ifade özgürlüğünün gelişimine ket vurmasıyla değil de Ermenilerin oyununa gelmeleri ya da Türkiye karşıtlığı, Türk düşmanlığı gibi kendinden menkul gerekçelerle eleştiriyorlar. Zaten bunlar, ifade özgürlüğü ve demokrasiyi dert edinen gruplar olsaydılar kendi ülkelerindeki Türklüğe hakaret gibi muğlak bir kavram üzerinden hukuk oluşturmaya girişen yasa koyucuların 301. maddesine karşı bir tavır geliştirirlerdi.
Ancak onlar olguları 2. Dünya Savaşı sonrası sürecindeki eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ekseninde gelişen üçüncü dünyacılığın ulusalcı perspektifiyle değerlendirdiğinden politikayı da işbirlikçi burjuvazinin karşısında milli burjuvaziyi, iç ve dış mihraklar karşısında da vatanseverliği savunmaktan ibaret sanmaktadırlar. Bu nedenle de her şeyin, her yerin ve herkesin pazarda olduğu bir dünyanın nesneleri olarak küresel kapitalizmin ulus-ötesi şirket ve fonlarının gücü karşısında ulusal-cı-lıklarının ne denli dirençsiz ve işlevsiz olduğunu görememektedirler.
Milli(!) sermayelerimiz ve Fransız ortaklarının bitmeyen kardeşliği
Örneğin Türk ordusunda görevli subayların maaşlarından kesilen fonlarla kurulan ve süreç içerisinde holdingleşip uluslar arası piyasaya açılan Ordu Yardımlaşma Kurumunun (OYAK) nasıl olup da, Türkiyenin Ermenilere soykırım ettiği gerekçesiyle yüzlerce Ermeniye yüz binlerce dolarlık tazminat ödeyen Fransız AXA Sigorta şirketi ile %50lik hissesiyle ticari ortaklık kurduğu anlaşılamaz bu milli hassasiyeti yüksek vatansever ulusalcılar tarafından. Ya da yine bir Fransız şirketi olan Renaultun OYAK ile ticari ortaklığını düşünün veya ulusal gururumuz Sabancı Holdingin Danonesinden Carrefouruna kaç Fransız şirketiyle hisselerini neden paylaştığını düşünün. Örnekler bol.
Dolaşımda ve yayılmada din, dil, etnisite ve kültür sınırı tanımayan uluslar arası sermaye güçleri ve onların politik aygıtları, emek gücünden en ucuz yolla en yüksek verimliliği elde edebilmek için toplumsal olarak tüm dinsel, dilsel, kültürel ve etnik farklılıklara dayanan ayrılıkları destekler; ancak kendisinin dini de, dili de, kültürü de kâra endeksli olduğu için küresel kapitalist sistemin ulus-ötesileşmiş piyasaları içerisinde hiçbir sınır tanımamaktan başka bir yolu yoktur. Sermaye güçleri için uluslararasılaşmak; uluslar arası piyasalara açılmak bir tercih değil, küresel kapitalizmin doğasına uygun varoluşsal bir zorunluluktur.
Neo-liberalizmin Türkiyedeki en klasik politik uygulayıcılarından biri olan Tayyip Erdoğanın Anadoluda düzenlenen parti mitinglerinde yurttaşlara ABD veya İsraile çatan konuşmalar yapıp yurtdışı gezileriyle söz konusu ülkelerle çok ciddi iktisadi, politik ve hukuki antlaşmalar gerçekleştirmesi ve Türkiyenin en stratejik ve tarihsel varlıklarını uluslar arası sermaye odaklarına açması örneğini düşünün; yani yalnızca yurttaşına milliyetçi bir sermaye devleti; ancak kendisine yurtsuzlaşmış ve hiçbir ulusal sınır tanımayan bir sermaye devleti.
Küresel kapitalizm: Cola Turka-Pepsi meselesi
Türk sermayesinin Türk milliyetçiliği Cola Turkadır. Ancak Cola Turkanın özütü Amerikan Pepsidir. Türk kafalı tüketiciler Cola Turka içer; buna onlar milli sermaye derler. Oysa ki ta Komünist Manifestoda yazıldığı gibi sermayenin özütü ulussuzluk ve yurtsuzluktur; Cola Turkanın özütünün Pepsiliği gibi. Buna küresel kapitalist bir çağda milli sermayenin nâmümkünlüğü denilebilir veya sermayenin ulusal dediği şeyin onun sınıfsal çıkarının dolaylı kendisi olduğundan söz edilebilir. Buradan, özünde ulussuzlaşmış ve yurtsuzlaşmış sermaye uygarlığına karşı mücadelenin ulusçuluktan geçemeyeceği gerçekliği doğar.
Ulus-devlet dünyasının ulusçularının Mr. Cawnfieldin malını değil de Sakıp Ağanın ürettiği yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı türünden yaptığı boykot çağrılarını bizi Mr. Cawnfield değil de Sakıp Ağa sömürsün şeklinde okuyabilme imkanıyla birlikte, küresel kapitalizm dünyası sürecinde ne Mr. Cawnfieldin ne de Sakıp Ağanın birbiriyle mutasyon yaşamadan varolabileceğinin sermayenin doğası gereği imkanlı olmadığını eklememiz gerekir.
OYAK ve Carrefour özelinde sermayenin ırkı, ulusu, dini olur mu?
Yani vatanımızı, devletimizi ve milletimizi yıkıcı, bölücü, iç ve dış mihraklardan koruyan kollayan yüce ordumuzun yılmaz bekçilerinin maaşlarından kesilen fonlarla kurulan OYAK için ticari ortağı Axanın ne Fransızlığı önemlidir, ne de Ermeni soykırımını kabul edip yüzlerce Ermeniye tazminat ödemesi. Aslolan sürekli daha fazla kâr ilkesidir.
21 Ekim 2006 tarihi akşamında, -yani soykırım yasa tasarısının Fransız Meclisinde kabul edildiği tarihten 2 gün sonra, alışveriş için gittiğim CarrefourSa Bursa mağazasında gözlemlediğim bir başka anektodu daha aktarmak yerinde olur sanıyorum. Mağaza sorumluları Ramazan Ayına özel her akşam bir eğlence düzenliyormuş. Bu kapsamda Karagöz-Hacivat, Mehter Takımı gibi Ramazan kültürüne ait öğeler gösteri şeklinde mağaza içerisindeki müşterilere sunuluyor. Gittiğim akşam, Mehter Takımı Ya Allah Bismillah, Allahü ekber nidaları eşliğinde geleneksel Osmanlı marşını çalıyor; sayıca yüksek bir kalabalık gösteriye eşlik ederken, bazıları da reyonlararası transit geçişlerle alışverişlerini tamamlamaya çalışıyorlardı.
İşte küresel kapitalizmin kültürü, ulusu, ulusçuluğu, dini! İşte küresel kapitalizmin yerel piyasası ve bu piyasanın ne olduğu önemli olmayan tüketici yığınları!
Küresel kapitalizm ve tüketim kültürü
Küresel kapitalizm diyor ki: Tüketin, ne olursanız olun tüketin! Devrimciyseniz bakın orak-çekiçli Che tişörtlerimiz var, Türkçüyseniz ve ülkenizi seviyorsanız Cola Turkamız var, yurtsever Petrol Ofisimiz var, dinsel geleneklerinize düşkünseniz sizin için özel RamazanBurgerlerimiz var, Ya Allah Bismillah Allahü ekberli marşlarımız var, vejetaryenseniz size özel hazır sebzeli gıda çeşitlerimiz var, dünyanın tüm mutfaklarına ait yiyeceklerimiz/içeceklerimiz ve giyeceklerimiz var, bizde her şey var; siz yeter ki tüketin!
Tüketici soruyor: Siz kimsiniz?
Küresel kapitalizm cevaplıyor: Siz Müslümansanız biz Müslümanız! (Cevahir Alışveriş Merkezimizde dünyanın en seçkin markaları dini bütün Müslüman tüketicilerini bekliyor) Siz Komünistseniz biz Komünistiz! Siz kalite düşkünüyseniz biz kalite düşkünüyüz! Siz Yahudiyseniz biz Yahudiyiz! Siz milliyetçiyseniz biz milliyetçiyiz! Biz her şeyin en iyisini sizin için düşünüyoruz! Siz sadece tüketin!
Boykot: Ulusçunun ibadeti, ulus-ötesi kapitalizmin incir yaprağı!
Ölüleri yaşıyor sanmak aşırı nevrotikliğin tehlikeli kusurudur. Ulusu var diye düşünen ulusçunun algıları, ulusun ulusçunun aynadaki aksi olduğunu kavramaya muhtemelen yetmez ve bu nedenle aynada gördüğünü kutsar. Kutsayan (ulusçu) olmasaydı kutsanan (ulus) olmazdı; kutsayan aksini savunsa da. Yaşadığı sanılan ulus tecrübe ister, mitos ister, rituel ister; kanıt ister. Bu nedenle de her ulusa hikayeler düzülür, tarihler uydurulur.
Boykot ise kutsanan ulusun sayısız kutsanma rituellerinden biridir. Boykot, ulusçunun ulus varlığına dair inancını pekiştirir, inancına zindelik verir. Boykot, ulusçunun ulusuna ibadet etme seansıdır. Boykot, ulusçunun milli bilinç ve hassasiyetinin milli dölüdür. Boykot, ulus-ötesi sermayenin incir yaprağıdır.
Ulusçuya ulusun bir sınıfın kurumsallaşan politik çıkarlarının adı olduğunu kavratmaya küresel kapitalizm yetemezdi; yetmedi de. Çünkü küresel kapitalizmin kendisine değil, ama toplumsal emek gücüne ulusçu olmaktan çıkarı vardır; çünkü etnisite, din ve dil ile tanımlanmış uluslara bölünen bir emek gücünden daha ucuza verimlilik elde edilir; çünkü emek gücünün her derin sömürüde açığa çıkmaya hazır sınıfsal bilincine karşı ulusal bilinç dışında etkili bir panzehir yoktur; çünkü etnisitelerle tanımlanan uluslar sayesinde bölünebilen dünyanın örgütsüz toplumsal çoğunluğu, örgütlü sermaye azınlık tarafından daha iyi yönetilir.
Boykot, sermayenin küreselleştiği bir dünyada ulusçu ayrılıkları desteklemekten öte bir işleve sahip değildir ve bu nedenle de öz itibariyle sermaye dünyasının gizli politikalarının yararınadır. Ancak ulusçuların bunu anlamasını beklemek eşyanın tabiatına aykırı olurdu, oluyor da. (BD/EK)