Adana Film Festivali eskiden beridir sinemamızın kıymetlisi olageldi ama özellikle Antalya'nın ulusal yarışmalarını kaldırdığı son iki yıldır misyonu epeyce büyüdü hiç tartışmasız. Bu yılki festivalin benim için ayrı bir anlamı daha vardı. Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması'nda ön jüri olarak 100'ü aşkın film izledim. Genç neslin güçlü bir vizyon ve sinema duygusuyla geldiğine şahit olmak, gelecek için ümit verdi.
İnanıyorum ki Aram Dildar Arıtürk (Geç Kalışa Hazırlık), Ömer Ferhat Özmen (Karganın Aşınan Gagası), Kaan Kurnaz (Feys: Başka Bir Dünya), Halid İlhan (9-8 Doğmak) gibi pek çok genç sinemacı ileride adını sık duyacağımız, başarılı işlere imza atacak.
Festivalin yenilikleri
Direktörlüğünü İsmail Dikilitaş'ın ve Uluslararası Program Koordinatörlüğünü Kerem Akça'nın yaptığı festival, Burning'den Dogman'e, zengin bir seçkiyle buluşturdu sinemaseverleri. 2019'un belli başlı Oscar aday adayları Adana'da Türkiye prömiyerini yaptı. Geçen sene üst üste yaşanan sıkıntılara karşın bu yıl birkaç gösterim değişikliği dışında pek aksaklık olmadı.
Bu yıl festivalin hayata geçirdiği yenilikler göz doldurucuydu. Geçmiş yıllarda salon kapılarında, özellikle de ulusal film galalarında yaşanan izdiham, tüm seyirciye sıkıntı veriyordu. Festival için hazırlanan bir aplikasyon ile bu yıl sorun ortadan kalktı. Cep telefonlarına yüklenen uygulamayla kullanıcı, istediği film için istediği seansa rezervasyon yapabildi. Böylece salonlara medenice girildi, sıra kavgası olmadan herkes kendi koltuğuna oturup filmini izledi.
Bu tür uygulamaları akıl etmek çoğunlukla kolaydır da uygulamada işler sarpa sarabilir. Tıkır tıkır işledi sistem Adana'da.
Festivalin bir diğer önemli yeniliği de Screen dergisi ile yapılan ortaklıktı. Festivale özel iki sayı çıkan Screen dergisinde özellikle ulusal yarışma filmlerimizin eleştirilerini ve sinema sanatçılarımızın röportajlarını okumak güzel bir deneyim oldu hepimiz için.
Ve elbette ulusal yarışma
Geçen seneki 'gala' koşulunu kaldıran festivalde bu sene tam 15 film, ulusal kategoride yarıştı. 15 filmin altısı (Kelebekler, Güvercin, Halef, Aydede, Tuzdan Kaide ve Dört Köşeli Üçgen) İstanbul Film Festivali'nde seyirciyle buluşmuştu. Anons, Sibel, Babamın Kemikleri, Arada, Güvercin Hırsızları, Kaos, İçerdekiler, Kardeşler ve Yuva, Türkiye prömiyerini yaptı.
Her eğilimden, her türden katılımın amaçlandığı ulusal yarışmada üç film öne çıktı: Kelebekler, Anons ve Sibel. Kelebekler'in önceki festivallerde ödüllerle dönmesi ve vizyon görmüş olması açıkçası 'eski film' imajı yaratacağından jürinin yeni filmlere öncelik tanıyacağı önyargısı vardı genel olarak. Mahmut Fazıl Coşkun imzalı Anons'un mesafeli tarzına karşın çok çalışıldığı belli olan teknik matematiği ve yönetmenlik hüneri, ibreyi ondan yana çeviriyordu. Bu açıdan Anons'un en iyi film ve yönetmen ödüllerini alabileceği düşünülüyordu. Ancak darbe gibi hassas ve güncel bir konuyu ele alıp risksiz bir tarz seçmesi, filmi politik açıdan tartışmaya açtı.
Diğer yanda ise parçalı Tuzdan Kaide'yi hariç tutarsak, üç ana karakterinden biri kadın olan Kelebekler ve anne-oğul hikayesinde ağırlıkları hemen hemen eşit pay eden Aydede göz önüne alındığında bağımsız olarak tek kadın hikayesi olarak Sibel vardı. Damla Sönmez'in muhteşem performansı ile hayran bırakan Sibel, Tomris Giritlioğlu'nun başkanlığındaki jürinin görmezden gelmeyeceğini hissettiriyordu, öyle de oldu.
'Başarılı ama eskidi' denen Kelebekler'e yönetmen ve senaryo ödüllerinin gitmesi ise Tolga Karaçelik'in yeni nesli kucaklayan hissiyatının ve sağlam senaryosunun zamandan muaf olduğunu gösterdi.
Erkek oyuncu ödülünün, neredeyse her filmden birkaç aday çıkabilecek kadar zengin erkek oyuncu arasından Kardeşler filmindeki genç oyunculara bölüştürülmesi hakkaniyetli olmadı.
Ödül töreninin suskunluğu
Festivallerin ödül törenleri, sanat ve siyaset üzerine söylemlerin geliştirildiği bir nevi 'itirazım var' platformu gibiydi. Sinemacılar ödül alırken şikayetlerini, olmazlarını paylaşırdı mikrofona.
Adana'nın ödül töreninde gördük ki artık bu gelenek pek kalmamış. Çoğunluk sade bir teşekkürle ve ışık hızında ödülünü alıp indi sahneden. Toplumun geneli gibi sanatçılarımız da kitleler önünde şikayetçi görünmek istemiyor; şikayet etse bile sonrasının olumsuz geleceğini düşünüyor olmalı.
Bu ruh halinde Damla Sönmez'in ötekileştirme ve sinemamızda kadın öykülerinin azlığına dair yaptığı sitem ve Mahmut Fazıl Coşkun'un ulusal sinemanın korunmasının önemine değinmesi, o eski geleneğe şık bir selam oldu.
Diğer yanda küçük hesaplar
Festivallere dair bir başka gelenek de birbirinin ayağına çelme takmamaktı. Hatta yakın zamana kadar Adana ve Antalya ekipleri sosyal medya üzerinden birbirlerine başarılar dilerdi. Geçen sene ilk kez ulusal yarışmasız düzenlenen Antalya, bu yıl hatasından dönecek diye umut edilirken akla hayale gelmeyecek bir zamanlama yaptı. Kendi açılış törenini, Adana'nın kapanış ve ödül töreniyle aynı gün ve aynı saate çakıştırdı.
Özkimliğine geri dönmek varken böyle küçük hesaplar yapmak, uluslararası çapta olduğuyla övünüp duran bir organizasyona yakıştı mı? Hele ki önce Cannes sonra da Oscar gibi olacağını ilan eden bir festivale... Böyle küçük hesaplar yapılıyorsa büyüklük elden gitmiş; uluslararası ulusalın karşısına ittiriliyorsa, ulusalın liderliği zaten kabul edilmiş demektir. Gerisi lafügüzaf. (MI/EKN)