Demokrasilerde vatandaşın siyasete katılımı dört yılda bir gerçekleşen oy verme işlemi ile sınırlı değildir. Seçilen yöneticilerin siyasi tercihlerine yön vermek, eleştirmek ve en son durumda istifalarını talep etmek meşru bir haktır.
Sorumlu siyaset bu taleplere cevap vermekle olur. Ancak o zaman "talihsiz olaylarla bir daha karşılaşmamak temennisi" samimi olabilir.
Uludere'de Çarşamba gecesi yaşanan katliamdan ancak 20 saat sonra Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik iktidar partisi adına ilk açıklamayı yaptı.
Çelik açıklamasında "temenni ederiz ki bir daha böyle bir olayla karşılaşmayız" diyor, hukuk devleti mantığı içinde, bir kusur, hata ya da yanlış varsa örtbas edilmeyeceğini iddia ediyordu.
Hükümet tarafından yapılan ilk açıklama içinse olayın üzerinden 40 saat geçmesini ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Cuma namazından çıkmasını beklememiz gerekti.
Ölenlere Allah'tan rahmet dileyen Erdoğan, Hantepe ve Gediktepe baskınlarını hatırlatıp kaçakçı kafilesinin kalabalık olmasının vurulmalarında rol oynadığını, ancak Adli Tıp ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) birimlerinin çalışmaları sonucu gerçeğin ortaya çıkacağını belirtiyordu.
Basında yer alan eleştirel haberleri ve Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) açıklamalarını kınayan Erdoğan son olarak milletvekili maaşlarının veto edilmesi konusunda beyanat vererek açıklamasını tamamladı.
Başbakan'ın açıklamalarını namaz çıkışında sıcağı sıcağına çekilmiş bir fotoğrafla aktaran devletin resmi haber ajansı AA, Uludere'deki operasyonda hayatını kaybeden 35 kişinin battaniyelere sarılı fotoğraf ve videolarını (sosyal medyanın tüm ücra köşelerine saatler içinde ulaşmış olmasına rağmen) iki gün boyunca görmezden geldi.
A:A: "Irak sınırındaki olay" başlığıyla duyurduğu haberde Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi açıklaması ile yetindi ve haber metnini "hava harekatını bahane ederek... izinsiz gösteri düzenleyen" kişilerin gözaltına alındığı notuyla sonlandırdı.
Anadolu Ajansı'ndan da sorumlu olan Başbakan yardımcısı Arınç da yaptığı açıklamayı "olaya siyasi boyut vermek ve hükümete yüklenmek doğru değildir" diyerek tamamladı
Genelkurmay Başkanlığı ise Cuma günü öğle saatlerinde yaptığı açıklamada "28 Aralık 2011 gecesi sınır ötesinde meydana gelen olayda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, aile yakınlarına sabır ve başsağlığı" diliyordu.
Bu açıklamaları art arda sıralamamın nedeni devlet görevlilerinin sorumluluğu üzerlerinden atmak için yaslandıkları bürokratik süreçlere zemin hazırlayan adımları açıkça yazarak sürecin nasıl sonuçlanmak istendiğini göstermek.
Daha önce de içinde "hukuk devleti" ve "soruşturma sonucunu bekleyeceğiz" gibi ifadeler geçen cümlelerin nereye ulaştığını (yahut, ulaşmadığını) bir örnekle hatırlatarak devam etmek yerinde olabilir: Pamukova'da 22 Temmuz 2004'te gerçekleşen hızlı tren kazası.
Tüm suç makinistin, o da zaman aşımına giriyor
Altyapı yetersizliğine rağmen standart TCDD Ankara-İstanbul sefer süresini 5 saat 15 dakikaya indirmekten ibaret olan hızlı tren projesi ilk seferinden bir buçuk ay sonra 41 kişinin ölümüne rağmen durdurulmadı.
Projenin mimarı TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman "hatam varsa yüz kere istifa ederim" demiş, Başbakan Erdoğan ise kazayı "dünyanın her yerinde böyle kazalar oluyor" diye yorumlamıştı.
Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım kamuoyu ve siyasi partilerden gelen taleplere rağmen istifa etmeyeceğini açıklamış, bugün hala TCDD Genel Müdürü olan Süleyman Karaman hakkındaki soruşturma açılması talebini de reddetmişti.
Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde halen sürmekte olan davada sadece 1. ve 2. makiniste verilmiş olan cezalar da usul yönünden Yargıtay'da bozuldu, davanın bir sonraki duruşma tarihi olan 7 Şubat 2012 tarihinde 7,5 yıllık zaman aşımı süresi geçileceği için ceza davasının düşmesi bekleniyor.
Hiçbir siyasetçi veya bürokrat kazadan dolayı özür dilemedi ve istifa etmedi, ölenlerin yakınlarının açtığı tazminat davaları halen sürüyor.
Sicilinde başka ölümlü tren kazaları da bulundurmasına rağmen 2004 Eylül'de sadece dokuz aylığına görevden alınan Karaman'ın 2012'de Ulaştırma Bakanlığı müsteşarlığına getirilerek ödüllendirilmesi için hükümet geçtiğimiz hafta bir kararname hazırladı.
Halbuki, Kazadan 4 gün sonra Sabah gazetesinin kendisiyle yaptığı mülakatta Karaman istifa etmesi durumunda kendinden sonra gelecek yöneticilerin daha temkinli davranmak zorunda kalacağını açıkça itiraf etmişti.
Binali Yıldırım ise kazadan 2 ay sonra Hürriyet gazetesinin kendisiyle yaptığı mülakatta istifa konusundaki soruya cevabında vicdanının rahat olduğunu, kazadaki siyasi sorumluluğun "zorlama bir yorum" olacağını ifade ediyordu:
Gökten bomba, Allah'tan rahmet
İnançları güçlü olan, ancak vicdanı hiçbir zaman rahatsızlık duymayan bürokrat ve siyasetçilerin kendi hırslarından doğan "kaza"lara yaklaşımı özetle böyledir.
Başbakan Erdoğan'ın açıklamasına göre Adli Tıp "gerekli incelemeleri yapmıştır", Genelkurmay ise dört saatlik insansız hava aracı görüntüleri inceleyerek "gerekli çalışmayı yapacaktır".
Ölenlerin otopsileri Uludere hastanesinin bodrumundaki izbe şartlarda gerçekleştiğine göre katliamın ne tür bombalarla yapıldığına dair bir kimyasal analizi Adli Tıp'tan beklemek herhalde mümkün olmayacak.
Hatırlanacaktır, Kazan Vadisi'nde PKK'ye karşı gerçekleştirilen operasyonda kömürleşen insan bedenleri üzerinde böyle bir çalışma yapmak mümkün olamamış, bunun yerine Genelkurmay'ın "bizde kimyasal silah yok" açıklamasıyla yetinilmişti.
Genelkurmay Başkanlığı ise daha dün gökten bomba yağdırdığı vatandaşların ailelerine bugün Allah'tan rahmet dileyebilecek bir genişlikte olduğuna göre herhalde önümüzdeki günlerde yapacağı açıklamalarda milyon dolarlık insansız hava araçlarının ve termal kameraların masum köylüleri ağır silah taşıyan PKK'lilerden ayırmakta nasıl yetersiz kaldığı, 2012 bütçesinde kendilerine ayrılan yüzde 10,21'lik aslan payının istihbarat toplamaya bir türlü yetmediği, ve sınır ötesi operasyonu yaparken sınırdaki diğer birliklerle eş güdüm içinde olmanın zorluklarından dem vurabilir.
Açık ve net olalım, Kürt sorununu terörle mücadele ederek çözebileceğine inanan Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, terör kavramını sanattan gazeteciliğe kadar hayatın tüm alanlarına esneterek sivil Kürt siyasetini imkansızlaştıran İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Erten 35 sivil Türkiye vatandaşının ölümünden bizzat sorumludur.
Bu sorumluklarını Türkiye'de hiçbir zaman gerçekten var olmayan "hukuk devleti" kavramına sığınarak, bir türlü onaylanmayan soruşturma izinleri ve asla zamanında gönderilmeyen resmi belgeler ile yavaşlatacakları hukuksal süreçler sonucunda unutturmalarına izin verilmemelidir.
Bu 35 masum sivilin ölümünden bombaların tetiğini çeken savaş pilotları veya eksik bilgi toplayan istihbarat elemanlarından daha çok Kürt siyasetçileri hapise, Kürt gençlerini ise mezara gönderen siyasi kararlar sorumludur.
Emir kullarına verilen cezayla kendi koltuğunu sağlamlaştırmak ise en hafif tabiriyle utanmazlıktır.
Bu 35 genç insanın ailelerinin yüzüne bakabilmek için öncelikle onların ölümünden sorumlu olanların hatalarını itiraf etmesi ve özür dilemesi gerekir. Aynı hataların tekrar yaşanmaması için o kararları alanların görevden çekilmesi şarttır.
Ancak o zaman yapılan hataların bir bedeli olacağı yerlerine gelecek yöneticiler tarafından bilinecek ve masum sivillerin ölmemesi için gereken tüm önlemler alınacaktır.
Son not: "Çuvaldızı kendimize batıralım"
Siyasetçilerden sorumluluk beklerken medyanın sorumluluklarını da atlamamak gerekiyor. Perşembe günü CNN Türk'te Ayşenur Arslan'a konuk olan Can Dündar "çuvaldızı kendimize batıralım, 12 saattir televizyonlarda bu haberin olmaması beni çok korkutuyor" demişti.
Bugün öğreniyoruz ki Ayşenur Aslan'ın boğazına dizilen cümleler aslında rejiden kendisine yapılan "Uludere olayına girmeyin! Bu haber verilmeyecek!" baskısının bir sonucuymuş.
Diğer haber kanallarında da iki gün boyunca durum pek farklı değildi
Başbakan'ın havuç ve sopasına göre haber yapan medya holdingleri bugünlerin bir turnusol kağıdı olduğunu er ya da geç öğrenecektir.
Nigâr Hacızade, sosyal medyanın olayları nasıl ele aldığını kronolojik bir sırayla Twitter'dan derledi, bağımsız haberciler karşısında TSK açıklamasına kadar ağzını açamayan medya şirketlerimizin acizliğini görmek için çok aydınlatıcı bir liste.
Siyasetçilerden talep ettiğimiz özür ve istifaların medya patronlarını da endişendirmesi umuduyla okuyalım. (EKS/BA)
* Efe Kerem Sözeri, VU University Amsterdam, Sosyoloji
* Fotoğraf: BDP Şırnak milletvekili Hasip Kaplan