Ülkü’nün (İşsever) nasıl bir insan olduğunu hiç düşünmedim. O; yaptıklarıyla, dokunup ışıttıklarıyla daima hayatımızdaydı ve hep öyle olacak.
Ülkü’yü öğrencilik günlerinden tanımıyorum, o bizden 6 yıl kadar sonraydı. Ankara’daki evimize arkadaşlarıyla birlikte uğrardı. Sınavlara ya da eylemlere geldiğinde o neşeli evi çoğaltanlardan biriydi.
Sivil Aşk |
bu şehri bombalayabilirdim bugün görmeseydim kocamış ladinin Ülkü İşsever |
O, meslektaşımdı; orman mühendisiydi. Dünya ve ülke sorunları karşısında duruşu olan bir insandı. Bu özelliği; birçok arkadaşımla olduğu gibi benimle de yolunu kesiştirmişti.
Ama bu kadar mı, derseniz, asla değil… Ankara’dan İstanbul’a tayinle döndüğümde Ülkü, Ankara’daydı. İstanbul’a yüksek lisans için geliyor ve çoğu gelişinde beni arıyordu, görüşüyorduk.
Zaman içinde ortak bir noktamızın daha farkına varmıştık: O aynı zamanda öykü yazıyordu. İlk öykülerim diyerek gönderdiği öyküler; belli bir olgunluğa ulaşmış öykülerdi. O öykülerden birini Petrol-İş’in kadın öyküleri yarışmasına vermemi rica etti, o sıralarda arazideydi sanırım, ben de götürdüm ve o öykü o yılın seçkisinde yer aldı.
Sonra ben bir barış öyküleri seçkisi hazırlamaya başladım. Ondan da bir öykü istedim. Defalarca arayıp ısrar ettim. Bundan sonra Ülkü’nün çok beğendiğim “Bayım” öyküleri çıktı. Telefon konuşmalarımızda “İyi ki ısrar ettin,” diyordu. Ortaya çıkan sonuçtan o da çok memnundu.
Sonra Cumartesi Kedisi geldi. Ülkü’nün Ankara’daki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yazmaya başladığı bir seri öykü onun bir başka sıçramasıydı.
Bu arada Ülkü, kanser denilen illete yakalanmıştı. Bir ara sonuçlar iyi çıksa da hastalık adım adım ilerliyordu. Bazen ona ulaşamıyordum. Bazen bir mesaj alıyor, bazen sesini duyuyor, seviniyordum.
Bir ara öykülerinin kitaplaşacağı haberini vermişti ama sonra nedense reddedilmişti. Ülkü ağrıları yüzünden belki de eskisi kadar yazamıyordu.
Ülkü’nün şiirleri de vardı. Esprileri kadar güzel, sıcak, nahif şiirlerdi. Şiirlerini de okuyor ve çok seviyordum.
Ülkü’nün yaşam dolu şiirleri, öyküleri; hastalığı yenmesini sağlayamadı. 13 Haziran günü onu kaybettiğimizi öğrendik. Kaybetmek kavramını kabul etmiyorum: Onun öyküleri, şiirleri, ona dair anılar; onun ölümsüzlüğünün canlı kanıtları…
Ama özellikle de öykü ve şiirleri, kısacası yazdıkları onu ölümsüz kılacaktır. Şimdi Adatepe’de ulu bir çam ağacının altında gülümseyerek uzanıyor. Bir eli çenesinde, dudağında sonsuz bir gülümseme, bize bakıyor. O bakışlar unutulabilir mi, o sözcükler bir kenara bırakılabilir mi?.. (SY/YY)