Bambaşka saiklerle başladığım bu yazı, yarın nasıl bir sabaha uyanırız sorusunun gölgesinde başka bir konuya evrilmek durumunda kaldı. İlham veren mücadeleler, örgütlenme, iyimserlik üzerine yazmak isterdim. Son iki yılda, hukuka aykırı ve antidemokratik uygulamaların değiştirdiği mücadele yöntemleri ve etkileri, katılımcı siyaset, politika ve iktidarın yarattığı karar süreçlerindeki sinsi değişim, karşı her sözü dışlayan yeni sivil topluma dair bir yazı yazmayı murad etmiştim. Olmadı.
Ne yazık ki, gece yarısı operasyonları, haksızlıklar ve olağanüstü hali parodileştiren uygulamalar bizi başka şeyler yazmak, hissetmek, gündeliğimizi değiştirmek zorunda kaldığımız bir hayata mecbur bıraktı. Toplumsal bir parçalanmışlığın içinde her geçen gün üst politikadan beslenen bir kindarlık ve öfke ile yeniden kurgulanan bir hayat. İlişkilerimizi insanların neye, nasıl tepki verdiğini gözlemleyerek yeniden düzenlediğimiz, kitle iletişim araçlarını kullanma alışkanlıklarımızı değiştirdiğimiz, ulaşım araçlarını, işyerimizi, mahallemizi, sosyal hayatımızı yeni dönemin güvenlik süzgecinden geçirdiğimiz (operasyon anında internet kesintisini beklenmesi, iş çıkış saatlerinin yeniden düzenlenmesi), işsiz bırakıldığımız, yurt dışına çıkışa yasaklandığımız, gündelik bir alışkanlık olarak konsoloslukların güvenlik duyudurlarını takip ettiğimiz..
Yaşadıklarımızı sadece seçim penceresinden görmek niyetinde değilim. Fakat biz halkın temsilcisiyiz diyen tutuklanan vekillerin temsil ettiği halkın da göz altına alındığı, tutuklandığı gerçeği karşısında 6 milyon insan için gün nasıl normal devam edebilir? Son iki genel seçimde, akşama kadar sandık başında, sabaha kadar seçim merkezlerinde oy saymış milyonlarca insan, oy hakkı savunucuları için bugünden hayat nasıl normal devam edebilir?
Sabaha karşı, 6 milyondan fazla seçmeninden biri olduğum HDP’nin, vekillerin, kapı kırma, fiziksel müdahale teşebbüsünde bulunarak zorla arabaya bindirmeye çalışma, yerde sürükleme, görüntü alınmasının engelleme gibi yirmi- otuz yıl önce uygulanan aynı yöntemlerle gözaltına alınmasına, tarihin mükerrer etmesine tanık olduk yirmi yıl öncesi ile sonrası arasında küçük değişiklikler olan gözaltına alınma fotoğrafları paylaştık. İnterneti kesik, haberleşme kanalları kapatılmış, ondan fazla medya kanalına saldırı gerçekleştirilmiş, aksak, eksik bir tanıklık oldu.
Sabaha karşı 4.30’da rahatsızlık dolu bir uykudan uyandım, telefonumda ve maillerimde gördüğüm mesajlar sonrası neden sosyal medya hesaplarına erişemediğimi anlamak güç olmadı. Gerçekten neden sosyal medyaya erişemiyorum sorusuna internet sağlayıcım olan özel bir şirketin cevabını merak ettiğimden destek servisini aradım. Müşteri temsilcisinin “Ülke genelinde ciddi bir sorun var. Çözmeye çalışıyoruz.” Ifadesinin bendeki yansıması, “Evet ülke genelinde çok ciddi bir sorun var, kurumsallaşan faşizm” oldu.
İnternet kısıtılamalarına ilk defa maruz kalmıyoruz. Yüzyılın teknolojisine kafa tutan devletler listesindeyiz malum. Türkiye devleti, Çin ile tatlı bir yarış içinde. Kısıtlamalar ve müdahale daha önce kabul edilmemişken ilk kez bu kadar açıklıkla başbakan tarafından dillendirildi, “güvenlik tedbirleridir geçicidir, geçer.” Ve İlk defa, “evet internet yasakladık” diyebilmenin “meşru” zemini son günlerin iki sihirli kelimesi: Olağanüstü Hal.
Bir güvenlik önleminin alınmasının hangi koşullarda gerekli olduğu, hangi amaçla alınacağı, orantısının ne olacağı Türkiye’nin yakından tanıdığı, bildiği kriterlere bağlıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tarihi olağanüstü hal rejim dönemlerinde yaşanan Türkiye’ye karşı verilmiş ihlal kararları ile dolu. 1990 yılında ilan edilen ve 16 yıl süren OHAL rejimi, dünyada insan hakları derslerinin konusu olmuştur bile.
Hukukun abc’si olan ölçülülük ilkesi, meşru bir amaç ile araç arasındaki dengeyi belirler. Bu ilke devletin müdahalesinin hukuka uygun olup olmadığının değerlendirilmesinin temelidir. OHAL rejimini kendi istediği gibi belirleyen devletin bile ölçülülük ilkesi kapsamında, alınan her bir tedbirin gerçekten mevcut durum için alınması zorunlu olup olmadığının hesabını vermesi gereklidir. Şimdi 6 milyon insan bir cevap bekliyoruz; HDP’li vekillerin gözaltına alınması, tutuklanmaları, avukat yasakları, bilgiye ve habere erişimin yasakları hangi amaç için alınmış ve neden alınması zorunlu bir tedbirdir?
Başbakan, internet yasağı için tedbirdir geçer, dedi. Geçmez. Geçicidir denen internet yasağı, milyonlarca insanın bütün dünyada yansıması olan olaylara kendi ülkesinde tanık olamaması, bilgiye erişmemesi gelip geçici değil, tarihe not edilmiş kalıcı, silinmeyecek büyük bir utanç. Geçtiğimiz hafta medya kanallarının karartılması ve bu sabah erken saatlerde yurt dışındaki arkadaşlarımın, “geçici internet kısıtlaması ve müdahalesi” nedeni ile benim göremediğim, okuyamadığım haberlerden, tepkilerden bilgi sahibi olabildikleri için endişe ile gönderdikleri mesajlar gözaltında olduğum hissimi katmerleştirdi.
Sosyal medyada, herkesin ağzından dökülen, “şimdi ne yapacağız” sorusu artık içinde olduğumuz bu kurumsallaştırılmış hayatlarımızın içine yerleşmiş, bize nefes aldırmayan yeni düzenin geniş bir toplumsal kesim tarafından kabulünün ilanı. Kış zor geçecek, belki bilemeden, göremeden, okuyamadan, doğru bilgiye erişemeden sadece ne kadar büyük kötülükler yapılmış olabileceğini tahmin ederek/etmeye çalışarak… On günü aşkın süredir internetin kapalı olduğu, kısa mesajla haberlerin ve yazıların ulaştırıldığı Kürt illeri ve “ülke genelinde ciddi bir sorun yaşanan” günler.
İktidardan ve onları destekleyenlerden farklı düşünen milyonlarca insan olarak yaşadığımız ülkeye yabancılaştırıldığımız bugünlerde şimdi ne yapacağımızın cevabı şimdilik yok. Örgütlenerek, yanayana durarak zor günleri kolaylaştırma çabası şuan için en mümkün yol. Ancak ne olursa olsun yaşananlara ses çıkarabiliyoruz, bugünlerde meclisin diğer partilerinin yapamadığını. (DB/ÇT)