Ömer Seyfettin'de, milli edebiyat akımında o çağın virüs gibi yayılmış olan milliyetçi akımlarının etkisini kazı çalışmalarıyla açığa çıkararak, günümüzde ulusalcı kılığında gezen faşist akımların köklerini buraya bağlamak önemsiz bir iş değilse de, hem tarihsel bakımdan çok şüphelidir -fikirleri tarihsel ve maddi bağlamında görünür kılmadığı için bugünden yapılmış "analoji" düzeyinde kalır- hem de bu "keşif" günümüz ilişki ve çelişkilerini açıklamaya yetmez. En fazla, Mavi Anadolucularda da benzer eğilimleri bulmak için edebiyat eleştirmenleri ile tarihçilerine fırsat verir ki, evet bu da ne önemsizdir ne de yanlıştır.
Ancak, adına ne derseniz deyin, ister totalitarizm, ister otoriteryanizm, ister faşizm bu tartışma bizzat iktidar pratikleri ile ilgilidir ve bugün bu tartışma yürütülecekse mevcut siyasi iktidar pratikleri ile onun dayandığı ideoloji arasındaki ilişkiler serimlenerek ilerlenebilir. Ben böyle bir serimleme çabasına girmeyeceğim, sadece aktaracağım. Çünkü herkes biliyor, her şey gözümüzün önünde oluyor, haliyle Halil Berktay (1) da gayet iyi biliyor: Alışkanlık edindi, sadece aydınlanma mirasıyla -ki bu başlı başına "sol" değildir- ve Marksist solla -ki aydınlanmayla onu aşarak eleştirmekten başka bir ilişkisi yoktur- cebelleşmekten, bunları görmezden geliyor.
O yüzden sadece aktaracağım; bu sözler öyle 19. yüzyıl başında değil, 21.yüzyıl başında ediliyor ve eden de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetlerinin yakın olduğu dini eğilimin en etkili fıkıhçısı, "ictihad"çısı, özcesi bu mevzuların sorulacağı "ulemadan bir alim", Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman... Ali Bulaç'ı zaten milyonlar duymuştu, bir de Karaman'ı duyalım.
Hayrettin Karaman kimdir?
Hayrettin Karaman'ın "kim" olduğunu size başka iki İslamcı yazardan aktaracağım. İlki Fethullah Gülen Cemaati'nin etkili sözcülerinden kabul edilen Hüseyin Gülerce. Diğeri, eski Bugün Gazetesi -unutmayın Kanlı Pazar!- şimdi Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi.
Hüseyin Gülerce, Zaman Gazetesi'nde çıkan 16.03.2006 günlü ve "Hayrettin Karaman" başlıklı yazısında, "Hayrettin Karaman, bilgisi ve ilmiyle amel etmesiyle gerçek bir alim. Türkiye'de geniş bir dindar kitle, kafasının karıştırıldığı dönemlerde onun duruşuna bakıyor. Çünkü o aynı zamanda gerçek bir entelektüel. Duruşunu konjonktüre göre değiştirmiyor. Bazı ilahiyatçıların yaptığı gibi siyasetin peşine düşmüyor, bir beklenti içine asla girmiyor." diyerek, övgüyle anıyor. Nedeni, cemaatin "diyalog" çalışmalarına verdiği destek; Gülerce, "o bir kahramandır" diye yazısını bitiriyor.
Fazlası da var: Karaman, her ılımlı İslamcı'nın -Adalet ve Kalkınma Partisi başta olmak üzere- en önemsediği alim, zaten yazıları incelendiğinde -Recep Tayyip Erdoğan'ın gazeteleri "boykot" çağrısına verdiği müslümanlar bu boykota uymalıdır fetvalı desteği hatırlayın- kendisinin de bunu iş edindiği görülüyor. Yeni Şafak Gazetesi'ndeki köşesi de bu amaca hizmet ediyor. Ben Ankara'dan gördüğüme göre İstanbul'da bazı belediyelerin hizmet tesislerine Prof. Dr. Hayrettin Karaman adını verdiklerini de yoldan geçerken görebilirsiniz.
Reformcular, diyalogcular
Mehmet Şevket Eygi, tahmin edileceği gibi, hem Fethullahçılara hem de en bilinen temsilcilerinden biri Prof. Dr. Hayrettin Karaman olan eğilime karşı... Onlara kabaca reformcular, tarihselciler -dinin evrensel değerlerini tarihselmiş göstererek ictihad kapısını genişletip dinde reform yapmak isteyenler-, diyalogcular -Hristiyanlıkla ve Papa'yla diyalog kurarak İslam'a ihanet içinde değilseler de aykırı davrananlar-, hadi Eygi'nin diliyle yazalım, bunlar "Fazlurrahman Mezhebi", "Ankara Okulu", "Ehl-i Sünneti bırakıp da onun yerine Fazlurrahman mezhebini kabul ettirmek isteyenler, bu işi kolay başarabileceklerini sanmasınlar. Hak'tan bir sille yerler... Müslümanların büyük kısmı böyle bir değişimi asla kabul etmez." (Milli Gazete, 02.06.2009)
Prof. Dr. Hayrettin Karaman Eygi'ye cevaplarını seri halde dönem dönem veriyor: Bizi ilgilendiren, Hayrettin Karaman'ın, şu anda iktidar olan siyasi partinin yönetici çoğunluğunun ve milletvekillerinin çoğunluğunun itibar ettiği ulemadan -alim- olması ve fazladan da, işte Eygi'nin eleştirilerinden anlaşıldığı kadarı ile siyasal İslamcı kesimler içinde "ılımlı" görünen "ulema"yı temsil etmesi... Aklınıza Yaşar Nuri Öztürk falan gelmesin, onun gibi yorumcuların bu kesimler içinde hiçbir etkisi yoktur.
Yazı dizisi
Karaman, Yeni Şafak'taki köşesinde "eşcinsellik" üzerine yazı dizisine 17.05.2009 günü başladı ve toplam yedi yazı ile devam ederek 31.05.2009 günü "Eşcinseller vb. ile Aynı Toplulukta Yaşamak" başlıklı yazıyla sonlandırdı.
İlk yazıda, Ali Bulaç'ın bir televizyon programında eşcinsellik üzerinde ettiği ve kamuoyunda da tartışılan sözleri nedeniyle Ali Bulaç'a haksızlık edildiğini ileri sürdü. Kalan ömrünü sözlerimizi de çarpıtarak soldaki otoriter/faşizan eğilimleri -böyle bir eğilime kapılanın nasyonal sosyalizme pupa yelken gideceğini solda kalamayacağını bilmezmiş gibi!- adamış görünen Halil Berktay kazı çalışmaları sırasında yüzyıl önce rastladığı şu argümanları çok iyi hatırlayacaktır: Yazının başlığı "Dindara düşman, eşcinsele dost!" Yazının devamı: "Bu ülkede yıllardan beri dindarlara, din adamlarına, başörtülülere, İslamcılara karşı kampanya yürütülüyor. Cemaat ve tarikat içinde öğrenme ve dinini yaşama yolunu seçmiş Müslümanlara karşı ayrımcılık uygulanıyor; onlar bu ülkenin vatandaşları değilmiş, onların insan haklarında yerleri yokmuş gibi davranılıyor. İnsan hakları savunucusu geçinen kalemler bu zulüm karşısında sessizler. Sıra eşcinsellere gelince "din ve ahlak açısından" farklı inanan ve düşünenlerin, düşmanlık aşılamadan tenkit haklarına bile saygı gösterilmiyor, bunu yapanlara karşı linç girişimi başlatılıyor."
Hüseyin Gülerce'nin kullandığı nitelemeler ile "kahraman" ve bilgisi ve ilmiyle amel etmesiyle gerçek bir alim olan Karaman, derhal yedi yazı sürecek dizi ile müslümanların haklarını muhafazaya girişiyor. İkinci yazıda, genel olarak "eşcinsellik problemi"ni ele aldıktan sonra, üçüncü yazıda vaktiyle imam olan köken olarak Pakistanlı, eşcinsel Muhsin Hendrix'in İslam'da eşcinselliğin günah ve yasak olmadığı yönündeki görüşlerini aktarıyor. Dördüncü yazıda, "bilimsel olarak" eşcinselliğin genetik / yani doğal / yani kendi inanışlarına göre Allah'ın yarattığı olmadığını kanıtlıyor. Beşinci yazıda "Kur'an'ın eşcinselliği yasakladığını ve kınadığını", altıncı yazıda "Hadislerin de bu yönde olduğunu" açıklıyor.
Müslümanlara homofobi hakkı
Nihayet, yedinci ve son "Eşcinseller vb. ile Aynı Toplulukta Yaşamak" başlıklı yazıda müslümanların kendi dinlerini yaşarken homofobi hakları olduğunu açıklıyor: "İslam barış ve müsamaha dini olmakla beraber her ikisinin de sınırları vardır. Dindaşları tarafından ayıp ve günah açıkça işlendiğinde Müslümanlar öncelikle bunu, (mümkün oluyorsa, daha kötü bir sonuç doğurmuyorsa) bizzat veya (bu olmuyorsa, vakti geçmiyorsa) ilgili mercilere başvurarak fiilen engellemeye çalışırlar. Bu mümkün değilse öğüt vererek, kınayarak, fiilin kötülüğünü açıklayıp karşı tarafı ikna etmeye çalışarak önüne geçme teşebbüsünde bulunurlar, bu da olmuyorsa o kimselerden uzak dururlar, onları cesaretlendirecek, ayıbı ve günahı tabii hale getirecek davranışlarda bulunmazlar."
Bu paragraf yeterince açık olmamalı ki, Karaman, liberal demokrat toplumlarda müslümanlar eşcinsellerle yaşarken neler yapacak bir bir anlatıyor: "1. İslam'a göre ayıp ve günah olana -şahıslara yönelik olmamak, yalnızca fiil kastedilmek şartıyla- 'Bize göre ayıp ve günahtır' demek serbesttir."
Yetmez: "3. Kimse kimseyi dost ve arkadaş olmaya mecbur edemez. Muhafazakâr Müslümanlar dostlarını ve arkadaşlarını 'açıkça ayıp ve günah' işlemeyenler arasından seçerler. Diğerleriyle -zaruri olanlar dışındaki- ilişkileri ise onları ıslah etme amacına yönelik olur. Asla günaha ve ayıba taviz vermezler, onların tabiileşmesine katkıda bulunmazlar. 4. Mecbur olmadıkça ayıbın ve günahın hukuki kural olmasına ve meşruiyet kazanmasına oy ve destek vermezler."
Eşcinsel hakları
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, entelektüel de olduğundan önce sivil toplum ittifaklarının nerede bittiğini, müslümanlar; "5.Sivil toplum dayanışmalarında sıra 'ayıp ve günahı işleme' hakkına gelince 'Bizi bu konuda mazur görün, sizi desteklememiz mümkün değildir' derler, birlikte hareketi evrensel iyilere ve iyiliğe bırakırlar." cümlesiyle açıklıyor.
Nihayet; "6.İnsan hakları belgelerinde 'genel ahlaka aykırılık' bir hürriyeti kısıtlama sebebi olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde eşcinselliğin 'ahlaksızlık, genel ahlaka aykırılık' bakımından değerlendirilmesi hukuk adamları arasında ihtilafa sebep olmuş, bazıları 'Bu ahlaksızlık değildir' demişler, bazıları ise 'Ahlaksızlıktır' hükmünü benimsemişlerdir. Küreselleşmenin, 'dini, milli, yerel kültürleri' silip süpürmesine imkan verilmemeli, medeniyetine ve kültürüne bağlı olanlar, kendi kültür değerlerini korumak için tedbir almalı, bu meyanda 'Bizim dinimizde ve kültürümüzde ahlaka aykırı olanı, halkımızın genellikle böyle kabul ettiği davranışları' genel ahlaka aykırı olarak değerlendirmeli ve hürriyetlerin kısıtlanmasında bu ilkenin kullanılmasına destek verilmelidir." diyerek hükmünü kuruyor.
Özgürlüğün mü teolojinin mi kurduğu cephe makbul?
Yukarıda sadece bir örneğini verdiğimiz fetvalarla, gözümüzün önünde hem de "demokrasiden, insan haklarından" falan pervasızca söz edilerek, hem de mevcut siyasal iktidarın (devletin) bütün olanaklarını kullanmalarına karşın hala "ezilen müslümanların haklarından dem vurularak", çağımızda her dinin Tanrı'sının dönüşü vesile edilerek kurulan otoriteryanizme ve faşizan uygulamalara insan teklerinin maruz bırakılmasına ve toplumun / toplumsallığın yeniden bu temelde inşa edilmesine "özgürlükçü" anlamlar yüklemek, bana göre insanı utandıracak ölçüde yanlıştır. Üstelik aynı konuda Doğu Perinçek yazınca, bunu Perinçek'in nasyonal sosyalizmine delil sayıyorsanız!..
Bir kez daha yazıyorum: Üniversitenin özgürlüğü sonuna kadar savunulmalıdır ancak; "'türban örtme' teolojik bir Tercih, 'özgürlük' dine karşı kazanılmış Aydınlanma mirası bir Tercihtir. Yan yana gelemez."
Israrla yan yana getirir, "türban özgürlüğü" gibi oxymoron'ları ağza sakız ederseniz, aynı zamanda entelektüel de olan "ulemadan bir alim", gözünüzün içine baka baka, ezilen müslümanların "homofobik olma hakkını" savunur. Liberal sol, adı siyasi İslam'la tarihsel olarak uzlaşmak olan yanlış stratejiyi yirmi yıl içinde bilerek ve isteyerek mantıki sonuçlarına götürmüş ve en sonunda işte kendini, müslümanların homofobi özgürlüğüne dair -Halil Berktay'ın haklı olarak Perinçek üzerinden gözlediği özü itibari ile- faşizan fetva ve tartışmaların döndüğü bir cephenin ayrılmaz parçası kılarak soldan yalıtmıştır.
Ahmet İnsel'in deyişiyle, gözümüzün önünde ve apaçık icra edilen "zihniyet polisliği"nin sonunun nereye varacağını görün diye bir daha yazıyorum; belki de bu, hala vaktiniz varken o cepheden çıkmak için size bir fırsat olur ki; bu da sizi gerçek özgürlük mücadelesine çağırma yolunda bir Tercihtir!(SE/EÜ)
---------------------------------------------------------------------------
(1) Türkiye'de bugün totalitarizm, otoriteryanizm, faşizm -adına ne denirse- tartışmaları proto-faşist ulusalcı akım ve Halil Berktay örneğinde de görüldüğü gibi -"özgürlük" söylemi üzerindeki siyasal İslamcı/muhafazakar hegemonyanın da etkisiyle- bir şekilde bu akımla iliştirilerek daha çok "sol" üzerinden yapılıyor. Halil Berktay, bir kaç yazısında benim "özgürlük teolojik bir kategori değildir" önermemi otoriteryanizme yol açan bir yaklaşım olarak andı. Bu konuya daha önce de "Başka Yol Bilmezler mi?" başlıklı yazıda değinmiştim. Bu yazı ile ise somut tarihsel bir olgu olarak da teolojik Tercih ile özgürlük Tercihi arasındaki farkı serimlemeye devam etmiş oluyorum: Hani, bir başka somut tarihsel örnek üzerinden süren; Hindistan'taki sati geleneği -kadının ölen kocasıyla birlikte yakılması- karşısında özgürlük Tercihinin kadının yakılmayı tercih etme hakkını tanımakta mı, İngiliz Valisinin bu geleneği yasaklamasında mı sembolize olacağı, tartışmasının devamı olarak...