Sevgili Hrant
Muhtemelen sen de yapmışsındır; mektuplar yalnız sağ olan kişilere yazılmaz. Bir biçimde yaşayanlara ve yaşadığı var sayılanlara da yazılır. Senin katledilişinin 3. yılında sevgili Süreyya Sırrı'nın söyledikleri de sana yönelik bir çeşit mektuptu.
Anma toplantısı bitip insanlar dağılmaya başlayınca, ayaklarım beni istemim dışında senin üç yıl önce düştüğün yere götürdü. Görünürde orada senin için yanan mumlar, sana getirilmiş çiçekler vardı. Başında insanlar, gözleri yaşlı senin için yas tutuyorlardı. Sen de oradaydın sevgili Hrant.
Gözlerime dolan kar tanelerinin ve gözyaşlarımın arasından ben seni gördüm Sevgili Hrant. Senin hâlâ orada yattığını gördüm.
Az öncede orada, senin yuvan Sebat Apartmanındaki Agos'un camından Bülent Aydın, Sevgili Rakel ve Arat, Süreyya Sırrı, Gülten Akın bizlere konuşurken caddenin hemen üzerinde, yağan karın altında bir "beyaz güvercin" uçuyordu. Bir bloktan diğer bloğa gidip gelerek bizi ve yaptıklarımızı izliyordu.
Onun son yazında söz ettiğin o "güvercin" olduğunu düşündüm.
Kimse bilmiyordu belki ama o sendin Hrant.
Her zaman olduğu gibi bir umutla, bir şeyler söylemek, anlatmak istercesine üzerimizde uçup durdun.
Söylediklerini ben duydum. Belki başkaları da duymuştur.
Her zamanki gibi sevgi ve umut doluydun.
Ama bir parça da öfkeliydin Sevgili Hrant, Haklı olarak.
Öfken herhalde oğlun Arat'a geçti ki o dile getirdi; "burası tuhaf bir ülke" derken.
"Heykellere değil, insanlara değer ve önem verilmesini, onların korunması" gerektiğini söylerken.
Üç yıl önce yine bir yazı yazmıştım senin için.
Bizim yapmadıklarımızı, yapamadıklarımızı söylemiş. Senin aramızdan alınışındaki payımızı sorgulamıştım.
Bazı başkaları de benzer şeyler söylediler. Seni katleden o katillerin hedeflerine ulaşmalarını önleyebilirdik gerçekten de buna gücümüz yeterdi. Başkalarının hesaplaşırken, senin arada kalarak "kim vurduya" gitmeni önleyebilirdik.
Üç yıl geçtikten sonra bunun şimdi o zamankinden çok daha büyük ve önemli bir "iş" olduğunu düşünüyorum. Yapmalıydık, yapabilirdik ama yapmadık, yapamadık. Bizi bağışla sevgili Hrant.
Bir gün önce Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen ve hepsi senin arkadaşın olan konuşmacıların, bir sorum üzerine verdikleri "yerinin doldurulamadığı" şeklindeki yanıt doğru olduğu için böyle düşünüyorum.
Elbette ki hiç kimsenin yeri gittikten sonra doldurulamaz.
Senin ki hiçbir zaman ve hiç kimse tarafından doldurulamaz. Bunları biliyorum.
Ölen herkes arkasında büyük bir boşluk bırakır, orası hep boş kalır Hrant, bunu da biliyorum. Ama bu boşluk, o gidenin yaptıklarının, yapmaya çalıştıklarının sürdürülmesine engel değildir asla! Olmamalıdır.
İşte bu nedene sen hâlâ o kaldırımda yatıyorsun sevgili Hrant.
Yaptıklarını sürdürecek, onları yapacak biri ya da birileri çıkana kadar da orada yatacaksın.
Bu ülkenin, bu ülkede yaşayan insanların, demokrasinin tüm gereklerini yerine getirerek, birbirlerine saygı duyarak, hukukun üstünlüğü ve adaleti hep yukarıda tutarak, birbirlerini severek, sayarak; birinin canı yandığında hepsinin o acıyı içlerinde hissettiği, birlikte ve bir arada yaşadığı günlere kadar da sürecek oradaki bu yatışın.
Geçmişte yaptıklarının ya da yapmadıklarının vicdani sorumluluğu nedeniyle, cenazende ardından yürüyerek vicdanlarını yıkayan "yüzbinler"in üç yıl geçtikten sonra sayılarının "üç bin"e düşmesi, duruşma günlerinde en çok beş yüz kişinin oraya gelmesi de orada yatmanın en önemli nedenlerinden birisi bence sevgili Hrant!.
Sen orada yatıyorsun ve aynı senin gibi yaptıklarını yapana kadar da orada yatacaksın.
Ne yazık ki yaptıklarını yapamayan, başlattıklarını bıraktığın yerden sürdürmeyenlerin arasında ben de varım. Bunu itiraf ediyorum. Ama "af" dilemiyorum. Dileyemiyorum.
Tek başıma seni o yattığın yerden kaldırmaya gücüm yetmez, bunu biliyorum.
Ben sen değilim, ben Hrant değilim; iki elim, iki kolum, aklım, yüreğim var ama yine de eksiğim çok. Bunu biliyorum.
Senin düşlerini gerçek kılamasam bile, her aklıma sen geldiğinde kızaran yüzümün kızarmaması için sana söz veriyorum. Yalnızca yapabileceğim kadarını yapmaya da söz veriyorum.
Şu montajlanmış senin ölü bedeninin başında kaldırıma oturmuş bize bakan senin fotoğrafın bana hep bu görevimi anımsatacak.
"Güvercin tedirginliği" ile bize bakan o gözlerin "gülene" kadar da benim, bizim görevimiz bitmeyecek. Bunu biliyorum. (MS/EÖ)