Andreas Dresen’in yönettiği “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı” (Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush) filmi Şubat 2022’de dünya prömiyerini Berlinale’de yaparak vizyona girdi. Film, 41. İstanbul Film Festivali’nin açılışını yaparken Berlinale’den de iki ödülle ayrılmıştı. Leila Stieler En İyi Senaryo ödülü ve Meltem Kaplan En İyi Başrol Oyuncusu ödülünü kazandı.
Film, ABD’nin Küba’daki Guantanamo Kampı’nda, 2002-2006 yılları arasında delil olmaksızın tutulan Murat Kurnaz’ın adil yargılanması için çabalayan annesi Rabiye Kurnaz’ın mücadelesine odaklanıyor. Rabiye bir sabah uyandığında oğlunun evde olmadığını, İslam’ı öğrenmek için Pakistan’a gittiğini öğrenir. Oğlunun Pakistanlı yetkililer tarafından para karşılığında ABD’ye teslim edildiği ortaya çıktıktan sonra, insan hakları avukatı Bernhard Docke’ye başvurur.
Rabiye’nin mücadelesi, Taliban üyesi olmakla suçlanan Murat’ın Guantanamo’dan salınmaması üzerine Alman yetkililerden Türkiye’deki Adalet Bakanlığı’na, Washington’daki Yüksek Mahkemeden George W. Bush’a dava açmasına kadar uzanıyor.
Bir mücadele yöntemi olarak komedi
Avukat Bernhard ile Rabiye, haber alamadıkları Murat için binlerce kilometre uzaktan adalet savaşı verir. Biri neşeli ve enerjik, diğeri ise işkolik ve sakin olan ikili arasındaki bağ paylaştıkları mücadele ile gittikçe kuvvetlenirken iki kültür arasındaki paylaşım da artar.
Anne Rabiye Kurnaz ise yaşadığı her şeye rağmen neşesini ve mizahi yanını koruması ile ön plana çıkıyor. Yönetmen Dresen’in mücadele eden orta sınıf anne hikâyesine odaklanırken kadının karakter özelliklerini ön plana çıkarmayı kasıtlı olarak tercih ettiği anlaşılıyor. Keza film, Rabiye’nin içinde olduğu depresif çıkmazla mücadele yöntemi olarak umuda tutunma yoluna başvurduğunu sıklıkla hatırlatıyor.
ABD, Almanya, Türkiye
Murat’ın tutukluluğu, yabancı korkusunun arttığı, İslamofobinin yükseldiği ve bürokrasinin hiç olmadığı kadar sıkı işlediği 11 Eylül saldırılarına denk düşüyor. Pakistan’dan Almanya’ya dönmeye çalışırken yetkilerce para karşılığında ABD’ye teslim edilmesi korku, öfke ve baskı atmosferini gösteriyor. Filmin ilerleyen kısımlarında da ne ABD ne Almanya ne de Türkiye taraflarında işlerin kitabına uygun halledildiğini görüyoruz.
Filmde Rabiye üzerinden dönemin yetkililerine ağır eleştiriler getirilirken sonrasında sorumluluğun üstlenilmemesine de değiniliyor. Almanya’nın “zararsız” olduğu tespit edilmesine rağmen Murat Kurnaz’ı ülkeye almaması, bu bilgiyi gizlemesi ve oturma iznini sonlandırması dönemin hükümetine yönelik önemli eleştiriler arasında. Dönemin Dışişleri Bakanı Steinmeier ile İçişleri Bakanı Schily ise aileden özür dilemediği gibi tazminat ödemeyi halen reddediyor.
Almanya doğumlu Türkiye vatandaşı Murat’ın durumu Almanya vatandaşı olmadığı gerekçesiyle geri çevrilirken Rabiye soluğu Ankara Adalet Bakanlığı’nda alıyor. Rabiye’nin görevliyle arasında geçen diyalog ise pek çok bürokratik çıkmazı özetler nitelik taşıyor. Murat’a askerlik yapmadığı ve Türkiye’de yaşamadığı gerekçesiyle yardım edemeyeceklerini söyleyen yetkili, Rabiye’nin “Almanlar ABD’lilerden korktuğu için Türkiye’ye geldim,” demesiyle ikna oluverir.
Filmin ABD uzantısı ise diğer ülkelerdeki gerçekçi ve hiciv dolu mesajların yanında yapmacık ve tozpembe gözüküyor. Gerek Washington’daki hak savunucusu ünlü oyuncunun mütevazılığı, gerekse gerçek adaletin merkezi olarak ABD’nin gösterilmesi hali hazırda var olan ABD sempatisini yeniden üretiyor.
“Gecenin karanlığını özledim”
Murat Kurnaz’ın hapishanedeki neon ışıklar yüzünden gökyüzünü göremediğini söylediği sahne ile Murat’ın mücadelesi kendi ağzından ilk kez aktarılıyor. Murat beş senenin ardından geri döndüğünde zincirlere alıştığı için düzgün yürüyemez, erkek kardeşinin ismini karıştırır ve neon ışıklar altında yaşadığı için gecenin karanlığını özlediğini söyler.
Guantanamo’daki yargılama süreçleri ve insan haklarına aykırı işkencelerin etkileri ise belirsizliğini korumaya devam eder. (MD/AS)