Bu hafta gazeteler ve televizyon kanallarının haber-yorum programları uzun, uzun nelerden söz edecek dersiniz?
Elbette, atanmış bir parti genel başkanının parti genel başkanı olarak seçilmesinden, ardından o genel başkanın koordinatör bakan olarak bakanlar kurulu oluşturmasından söz edecekler. Sonra da o gazeteci ve yorumcular, kendi uydurdukları hikmetleri açıklamak için çarşaf çarşaf gerekçeler icat edip, tüm bunları sonun başlangıcı olduğuna hiç mi hiç değinmeden ve olayı yeni bir kurtuluş gününe çevirmek için iliştirilmiş tüm güçlerini ortaya koyarak yapacaklar.
Çöküşe doğru
2014 yılının baharında ve yerel yönetim seçimleri sonrası yaz aylarında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için partiler aday belirlerken, iki muhalefet partisi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli müthiş bir iş yaptılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın rakipsiz olarak daha ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayacak adayı büyük bir başarıyla bulup çıkardılar. Adayları; toplumca tanınmayan, akademik-diplomatik nezaketi ve İslamcı oluşuyla öne çıkan, İslam İşbirliği Teşkilatı eski genel sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu’ydu. Sonra da -ana ve yardımcı- bu iki muhalefet partisi kendi ortak Cumhurbaşkanı adaylarını seçimde tek başına bırakıp, Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini sağlamak için gerekenleri -hakkıyla-yapmış oldular.
Elbette bu süreç meyvesini verdi ve Erdoğan kayıtlı seçmen oylarının yüzde 39’unu, geçerli oyların yüzde 52’sini alarak, kamuoyu araştırmacılarının da desteğiyle ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi[1]. Ama bu sonuç Kılıçdaroğlu ve Bahçeli tarafından ders alınacak bir durum ya da bir deney olarak algılanmadı. Hem de hiç.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP, bir önceki seçimlere göre sekiz puanın üzerinde oy kaybederek tek başına iktidar olma şansını yitirdi. Bu durum Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin de suya düşmesi anlamına geliyordu. Önce Devlet Bahçeli sonra da Deniz Baykal koştu Erdoğan’ın yardımına ve Kemal Kılıçdaroğlu da Baykal’ı yalnız bırakmayarak bu yardım furyasının tam da göbeğine oturdu. Seçimde geçerli oyların yüzde altmışını, milletvekillerinin yarıdan çoğunu alan muhalefet partileri, azınlığa düşmüş önceki seçim dönemi iktidarına yeni bir fırsat sunarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nı Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) altın tepside hediye olarak verdi. Meclisin AKP’li başkanı da meclisi çalıştırmak yerine çalışmaz hale getirme görevini büyük bir başarıyla gerçekleştirince, tekrar seçimin yapılacağı ortamın yaratılması için Erdoğan’a tüm olanaklar sunulmuş oldu.
7 Haziran seçimleriyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) bir Türkiye partisi olarak yüzde onluk seçim barajını aşmasının ötesinde meclise seksen milletvekili sokarak Kürtlerin ve ezilenlerin haklarını savunabilecek önemli bir potansiyeli meclise taşımış oldu. Ama bu durum; Kürt sorunun demokratik yollarla çözülebilir bir konuma dönüşme olasılığı nedeniyle PKK’yı -örgüt olarak etkinliğini yitireceği- ve Erdoğan’ı -başkanlık şansını kaybedeceği- için çok tedirgin etti. Bu arada HDP tek vatan / tek millet / tek bayrak ideolojisine ters görüldüğü için Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milliyetçilerinin ve de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ulusalcılarının hedefi haline geldi.
Haziran seçimleri öncesinde buzdolabına kaldırılan Kürt sorunu çözüm süreci seçim sonrasında yerini, istikrar söylemleriyle çatışmacı güvenlikçi politika ve baskılarına bıraktı. Bu da Kasım 2015 seçimlerinde sağ söylemli parti oylarıyla, sandıktan uzaklaşmış AKP seçmenlerinin geri dönüşüne kaynaklık ederken, AKP tekrar 2011 seçimlerindeki oy oranına erişti. O zaman; Erdoğan’ın bir kez daha Haziran şokunu yaşamaması için başkanlık adına yapılması gerekenler hızla ve harfiyen yapılmalı ve hedeflenen sonuca ulaşılmalıydı.
Çöküş manzaraları
Haziran 2015 seçimlerinin sonuçları hızla öğütülerek yok edildi. Çünkü ortaya çıkan durum; Erdoğan’a, Kılıçdaroğlu’na ve Bahçeli’ye rağmen gerçekleşmişti ve de farklı toplum kesimlerinin yeni siyasal taleplerine işaret edebilecek seçim sonuçlarıydı.
Kasım 2015 seçim sonucu AKP’yi 2011 konumuna yeniden taşısa da, sistemin önde duran üç partisine 2011-2015 döneminin -aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağı gibi- bir daha yaşanamayacağını anlatıyordu. Kasım 2015 seçiminin anlatısını Erdoğan; “başkanlık sorunumu hızla çözmeliyim”, Bahçeli; “iktidara başından tutunmalıyım, eğer olmazsa eteğinden” diye anlarken, Kılıçdaroğlu da; “efelenmek gerekiyor; ses yükseltmeden, sertleşmeden lider olunamıyor” diye algılıyordu.
Sonra da liderlerin seçim sonuçlarını anlama ve/ya da algılamalarının yansımalarını görmeye başlıyoruz.
Önce Bahçeli; AKP iktidarına verdiği destekleri ete / kemiğe büründürüp kendisine ve partisine yaraşır(!) konum arayışlarını kendinden menkul ifadelerle seslendirip karşı çıkışlara da kapıları kapatınca, genel kurul taleplerinin önüne set çekebilmek için iktidar desteğine mahkum olup, yeni Türkiye açısından çöküş bayrağını ilk açan parti lideri oldu. Artık MHP, ya bir an önce genel kurullarını gerçekleştirerek yeni yapılanmasıyla siyaset sahnesinin demokratik kesiminde -ne kadar mümkünse- kendi politikalarına yer arayacak ya da bir arka bahçede Devlet’iyle birlikte yok oluş sürecini yaşayacak.
Erdoğan yeni bir Haziran daha yaşamamak için başkanlık girişimlerine yasal çerçeve oluşturmaya çalışırken, AKP’yi “Erdoğan Biatçıları Cemiyeti’ne” (EBC), başbakanlığı da -yeni tanımıyla- ‘Başkanlığın Bakan Koordinatörlüğü’ yapısına dönüştürünce ikinci çöküntü gerçekleşmiş oldu. Bunun da anlamı, AKP’nin artık bir parti olmaktan çıkışı ve de seçilmiş otoriterliğin ilanıydı.
Üçüncü çöküntü dokunulmazlıkların tartışmaya açılışı ve kaldırılışıyla çıktı su yüzüne. Kılıçdaroğlu anayasaya eklenecek geçici maddenin anayasaya aykırılığını açıklayıp ilan ederken, diğer yandan da bu geçici maddenin meclisten geçmesi için “evet” oyu kullanacaklarını açıklıyordu. Yani Kılıçdaroğlu “bu madde anayasaya aykırı, ama biz bilerek ve isteyerek anayasaya aykırı bu değişikliğe destek veriyoruz” diyordu. Bir başka deyişle Kılıçdaroğlu; “Eğer biz, anayasaya aykırı bu değişikliğe evet demezsek iktidar bizi terörle yan yana gösterip referandumda bizi yener. Biz de yenilmemek için mağlubiyeti kabul ediyoruz” diyordu. Sonra bununla da yetinmedi, “bu anayasaya aykırı eklemeyi Anayasa Mahkemesine götürmek için imza verecek milletvekilleri olursa, onlar CHP’den istifa edip ya HDP’ye geçsinler ya da bağımsız milletvekili olsunlar” diyerek, CHP’ye yeni bir konum daha tanımladı. Hem de kendi partisinin milletvekillerinin dokunulmazlık oylamasında hayır dediklerini ve bu oranın da yüzde seksenin üzerinde olduğunu bilerek.
Sonuç yerine
Mayıs 2016; üç partinin ve de liderlerinin çöküşlerinin ilan edildiği ay oldu. Şimdi bu çöküşlerle boşalan demokratik ve yasal siyaset alanının kim tarafından, nasıl ve ne zaman doldurulacağını görmeye geldi sıra.
Umut, çöküş ve çürümüşlüklerin yaydığı pis kokuların dayanılmaz hale gelişinden önce çiçeklerin açıp, mis kokularının etrafa yayılmasında. Çünkü hepimizin temiz sağlıklı havayı solur hale gelebilmemiz çok önemli. Bu da ancak, yasal ve demokratik hakların sonuna kadar kullanılması ve yeni siyasal girişimlerin başarıları sayesinde gerçekleştirilebilecek bir şey. (ST/HK)
[1] Bianet’te 26 Ağustos 2014 tarihinde yayınlanan “Kamuoyu Araştırmaları ve Araştırmacılara Dair” başlıklı yazıma bakılacak olursa, o dönemde yaşananlara ilişkin daha ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.