Jean-Paul Belmondo'nun yakışıklı anısına...
Çağ devrim çağı olmasına rağmen müzik piyasasına hâlâ erkekler hâkimdi.
Kadınlar her platformda seslerini duyurup haklarına tek tek sahip olurken erkek egemen rock müziği dünyasında kadınlara burun kıvrılıyordu.
Kendilerini azınlıkta hissetseler de Fanny grubunun üyeleri çocukluklarından beri haşır neşir oldukları müziği ciddiye alıyor, mütemadiyen çalışıyor ve becerilerini mutlaka geliştirmeye odaklanıyordu.
Erkeklerin "cock rock"ına karşılık kendi tarzlarını geliştiriyorlardı.
İnat ve dirayetle bu işe baş koymalarının itici güçlerinden biri de beyazların hâkimiyetindeki bir dünyada ayrıca azınlık olmalarıydı.
Filipin kökenleri yüzünden çocuk yaşta göç etmiş oldukları ABD'de genelde yok sayılıyor, ayrımcılık ve ırkçılığa da maruz kalıyorlardı.
Oysa amatörce giriştikleri müzik macerasında hayranların yakın alakasına mazhar olduklarını fark ettiklerinde bu yolda ilerlemeye karar vermişler ve müzisyenliği bir kimlik olarak kendilerine kıvraklıkla yakıştırmışlardı.
Cinsel hususlarda da muhtelif açılımların peş peşe patladığı o yıllarda resmen lezbiyen olmak sanıldığı kadar kolay değildi.
Fanny grubunun üyeleri bu yönde de kendilerini azınlıkta hissetmemeye adeta ant içmişler, eşcinsel dürtülerini doludizgin yaşamaya girişmişlerdi.
David Bowie dahil olmak üzere dönemin önde gelen müzisyenlerinin yakından ilgilendiği Fanny grubu 60'ların sonundan 70'lerin ortasına, takriben beş sene boyunca başarıdan başarıya koştu, dağıldıktan sonra ise nedense hızla unutulanlar arasına girdi!
Rockçıyız vesselam
Fanny hakkındaki 2021 yapımı Fanny: The Right to Rock adlı belgesel film prömiyerini Kanada'daki Hot Docs'ta yaptıktan sonra festival yolculuğunu bilhassa seyirci ödülleriyle sürdürüyor; Eylül sonunda Woodstock Film Festivalinde de arzıendam edecek.
Kanadalı kadın sinemacı Bobbi Jo Hart'ın yönettiği 96 dakikalık şirin yapım bizi müziğe doyurduğu kadar dönemin ruhuna derinden nüfuz etmemizi de sağlıyor.
Geleneksel televizyon belgeseli estetiğine yaslansa da meselelerini zengin arşiv malzemesi sayesinde layıkıyla ortaya koyarken seyirciyi kesinlikle ikna ediyor.
Üstelik grubun çekirdek ekibini oluşturan June Millington ile kızkardeşi Jean ve Brie Darling'in yıllar sonra tekrar buluşup yeni bir albüm için kolları sıvamaları bizi günümüze kadar coşkuyla taşıyor; ah bir de yaşın getirdiği mühim sağlık problemleri olmasa!
Prodüktör Richard Perry'nin, zamanın en başarılı grubu Beatles'ın dörtlü imajına dayanarak gruba zorla şekil vermesi tabii ki muhtelif dinamiklere yol açmış.
Başarıdan başarıyla koştukları yıllarda Alice de Buhr ve Nicky Barclay'in Fanny'ye katkıları da asla yadsınamaz.
Joe Cocker, Barbra Streisand ve Keith Moon'la da çalışmış olan Barclay, grubun lokomotiflerinden olmasına rağmen Fanny'yle yolunu ayırdıktan sonra diğer elemanlarla irtibatı kesiyor; bunun sebebini ne yazık ki öğrenemediğimiz gibi belgeselde kendisinin sadece arşiv görüntüleriyle idare etmek zorunda kalıyoruz.
Oysa film boyunca edindiğimiz duygu Fanny'yi oluşturan müzisyenler tarafından da doğrulanıyor:
Onlarınki heyecan verici bir müzik macerasından öte, kadın kadına bir güçbirliği, birçok şeyin beraberce yaşandığı, paylaşıldığı, cömertçe beslendiği, damardan bir kızkardeşlik bağıydı.
Her şey serbest
Warner/Reprise plak şirketiyle imzalar atıldıktan sonra kapılar onlara tek tek açılmaya başlamıştı. Daha önce Hollywood yıldızı Hedy Lamarr'ın evi olan malikâne onlara tahsis edilmiş, Fanny Hill adını almıştı.
Elektrogitarların sağır edici tınıları bir yana hedonizmin çığlıkları malikânenin her köşesinden yükseliyordu. Grup elemanlarından bazıları sevgilisine sadık kalmayı tercih ederken bazısı kendini bir joker gibi odadan odaya atmayı âdet edinmişti.
Cinselliğin tüm tabular yerle bir edilerek doludizgin deneyimlendiği dönemdi; hippilik zirvedeydi, çıplaklık gayet doğaldı.
Alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler gırla gidiyor, eşcinsel seks en başta olmak üzere muhtelif tecrübeler serbestçe yaşanıyordu. "Savaşma seviş" deyimi sanki o dönemin esas sloganıydı.
Rock müziğinde olduğu gibi hayatta da sonucun ne olacağını bilmeden bir şeyleri denemek, sınırları zorlamak, cesurca bilinmeze atılmak çağın düsturu haline gelmişti.
Tabii ki Fanny'nin kahramanları eğlenceyi fazla uzattıkları zaman müzikal verimliliklerinden çok şey kaybettiklerinin farkındaydılar. Sık sık toparlanıp sanatlarına geri dönmeyi bildiler.
Onların Fanny Hill'de ağırladıkları sayısız misafirden biri de Bonnie Raitt'ti: "Gerçekten çalmayı becerebilen, tamamı kadınlardan oluşan ilk rock grubuydular ve müzisyenler arasında sahiden paye kazanmışlardı".
Albümler peş peşe geldi; Slade, Jethro Tull ve Humble Pie gibi grupların önünde sahne aldılar ve piyasanın küçümsemelerine maruz kalmamak için daima yüksek performanslar sergilemeye azami dikkat gösterdiler.
Birleşik Krallık'ta çıktıkları turne sayesinde Avrupa'da ABD'den daha da fazla sevilir oldular; fakat bir numaraya yükselecek popüler bir şarkıya imza atmadıkları için bir türlü kendilerinden beklenen ticari başarıyı yakalayamadılar.
Büyük bir tatmin halinde, arkalarına bakmadan devam ettikleri müzik kariyerlerinde hesapları başkaları tuttuğu için parasal bir varlığa da hiçbir zaman sahip olamadılar.
Kısacası belli başlı inişleri ve çıkışları, yıllar içinde gruba dahil edilenleri ve gruptan ayrılanları ile klasik, hatta kabak tadı verebilecek bir rock grubu güzellemesinin karşısındayız; fakat çok uzun zamandır haksızlığa uğramış kadınlar lehine pozitif ayrımcılığın vakti geldi de geçiyor!
Müzik şifadır
Müziğin evrensel dilinin, birleştirici gücünün ve ruhları iyileştirme kapasitesinin bilincine Fanny hakkındaki belgeseli izlerken bir kez daha kani olacaksınız.
Müzik icra ederken mutlulukları hâlâ yüzlerinden okunan kahramanlarımız müziğin büyüsüne çok erken yaşta kapılmış, çoğunluğun dayattığı düzene karşı müzikal becerilerini kullanarak uzun bir yolculuğa çıkmışlardı.
Endüstrinin empoze etmeye çalıştığı, kadın kimliklerini seksî kıyafetlerle sömürme pratiğine ve daha birçok şeye ellerinden geldiğince direnmeyi başardılar.
Rock biraz da Fanny sayesinde artık erkek işi olmaktan çıkmıştı; onlar boyun eğmemiş, erkeklerle eşit muamele görebilmek için onların stillerini taklit etmemişlerdi.
Feminen dokunuşlarla tavırlarını ortaya koymuşlar, aynı zamanda da imzalarını belirginleştirerek müzik tarihine adlarını ustalıkla yazdırmışlardı.
Belgeselin "konuşan kafaları" arasında yer alan Go-Go's, The Bangles ve The Runaways gibi kadın gruplarının fertleri Fanny'nin kendileri için çok mühim bir ilham kaynağı olduğunu belirtiyorlar.
Fanny elemanları bir zamanlar ellerinden tutacak kimsenin olmadığını unutmamışlar tabii; lakin ilham alınacak veya taklit edilebilecek, kadınlardan müteşekkil rock gruplarının esamesinin okunmadığı bir çağda onların yaşadığını yeni nesillerin yaşamaması için kolları sıvamışlar.
Müzisyenliğe gönül vermiş kız çocuklarını eğitiyor, tecrübelerini kalabalık sınıflarda zevkle aktarıyorlar; üstelik filmde mevzu pek irdelenmese de, Fanny (pıtış) kelimesi Büyük Britanya argosunda kadın cinsel organı, ABD ve Kanada'da kıç anlamında kullanılmaya devam edildiği halde!
(MT/PT)