31 Mart’ta Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınmasını ve yapılan operasyonda eylemciler Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol ile birlikte öldürülmesini Twitter’da an be an takip ettim.
Bu derece önemli bir olay hakkında yayın yasağı konulması haberleşme özgürlüğüne aykırıydı, özgürlüğünü savunan diğer insanlarla birlikte doğrulatabildiğim haberleri paylaştım, İngilizce’ye çevirip duyurulmasını da sağladım.
Savcı Kiraz’ın başına silah dayanan fotoğrafı da olay anında paylaştım; çünkü haber değeri vardı, yayın yasağının olduğu bir anda durumun vahametini göstermesi açısından kamu yararı vardı.
Eylemcilerin soruşturma dosyasından çektikleri, şüpheli polislerin de içinde bulunduğu fotoğrafları ise bilgisayarıma kaydettim, ancak bunları paylaşmadım. Çünkü henüz doğrulanmamış bilgileri paylaşmakla kişilere verilecek zarar kamu yararından daha büyüktü.
WikiLeaks’in yayımladığı Irak ve Afganistan Savaş Günlükleri gibi, Edward Snowden’in paylaştığı NSA belgeleri gibi, bunların da gazeteciler tarafından incelenerek kamu yararını gözetecek şekilde yayımlanacağını umuyorum.
Fotoğraftaki herkesin operasyon sonucu ölmesinin ardından ise bu görseli içeren tweet’imi sildim, sildiğimi de açıkladım. Çünkü bence “terörist” / “şehit” ayrımı yapmadan her insanın insanlık onurunun korunması gerekiyor.
Eğer operasyon şiddetsiz bir şekilde sonlansaydı bu fotoğrafı silmeyi düşünmezdim. Ancak artık haber, 180 mermi ile delik deşik edilen duvarların fotoğrafı ve otopsi raporuyla çelişen (savcı Kiraz’ın vücudundan 10 merminin çıkarıldığına dair) hastane raporunun görseliyle anlatılmalı.
6 Nisan: Sansür haberi ve kamu yararı
3 Nisan tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi’nin ilgili görseli bulunduran adreslere erişim engeli kararı vermesi ile görsel yeniden haber değeri kazandı. Artık haber, rehin olayı değil sansür olayıydı.
11 sayfalık kararda listelenen 166 URL’yi bir veri seti haline getirdim; ve sansürlenen içeriğin ve sansürlenme yönteminin kamu yararına aykırı olup olmadığını sorguladım.
81 haber, 17 video ve 67 sosyal medya içeriğinin yasakladığın kararın hukuka aykırılığı hakkındaki değerlendirmemi şurada, sansürün otosansüre yol açtığı konusundaki görüşümü ise şurada yazdım.
Ancak özellikle Twitter’ın Türkiye’deki sansür uygulaması konusundaki çifte standardı burada detaylı olarak ele almakta fayda var.
Twitter 20 Mart 2014 tarihinde TİB’in idari kararıyla ülke çapında engellendiğinden beri “ülke bazlı içerik gizleme” politikasını Türkiye’de uyguluyor.
Bunun uluslararası hukuka aykırılığı konusunda hukukçular Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak’ın şirkete gönderdiği ihtarnameye bakılmalı.
Daha önce bianet’te yazdığım iki yazıda Twitter’da uygulanan sansürün ifade özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtladığını ve 2014 itibariyle dünyadaki Twitter sansürünün yüzde 90’ını Türkiye’nin talebi üzerine uygulandığını yazmıştım.
Nisan 2014 - Nisan 2015 arasındaki dönemde Twitter her gün yeni bir içerik kaldırma talebini uygulayarak Türkiye’deki siyasi sansüre alet oluyor.
166 URL’ye verilen erişim engelinde de 64 adet Twitter içeriği var: 54 tweet ve 10 hesap engellenmiş. Twitter’ın karardan 5 saat sonra sansürü uygulamaya başladığını da biliyoruz.
Sansürlenen tweet’lerin 7 tanesi yabancı ülke vatandaşlarına ait, 4’ü ise Twitter’ın önizleme özelliği (Twitter Card) yüzünden sansüre takılmış; yani görseli kendi tweet’lerine eklemedikleri halde, paylaştıkları haberden Twitter’ın otomatik olarak aldığı fotoğrafı göstermesi yüzünden sansürlenmişler.
Twitter üzerinden görüştüğüm sosyolog Zeynep Tüfekçi, haberi paylaşanların bunun farkında olmadan mağdur edilmiş olabileceğini düşünüyor.
İşte tam da bu mağduriyeti açıkladığım tweet dün gece Twitter tarafından sansürlendi.
Twitter’ın hukuk ekibi bana gönderdiği e-postada, tweet’imin 166 URL’lik kararda sansürlenenlerle “benzer içerik” taşıması nedeniyle sansürlendiğini belirtmiş.
Bu oldukça endişe verici bir uygulama. Çünkü Twitter’ın Türkiye’de uyguladığı sansürün kriteri artık paylaştığımız bir link için Twitter’ın otomatik olarak gösterdiği görselin niteliği olacaksa “suç”un sorumluluğu yanlış kişiye yükleniyor demektir. Kendi paylaştığımız görseller sansürlenirken ise mahkeme kararlarında belirtilen suç amacı değil, sadece benzerlik aranıyorsa Twitter’ın dünyada savunduğu ifade özgürlüğü ile Türkiye’de uyguladığı kısıtlamar arasında çok ciddi bir çifte standart var demektir.
James Foley ve Mehmet Selim Kiraz
Gazeteci James Foley’in Ağustos 2014’te IŞİD tarafından öldürülmesi görüntülerinin paylaşılması ile Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınma fotoğrafının paylaşılması arasında kamu yararı ve kişi hakları açısından benzerlikler var. Twitter’ın dünyada ve Türkiye’de uyguladığı politikayı bu iki olayla karşılaştırmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Twitter, Foley’in öldürüldüğü ana dair videoyu ve fotoğrafları paylaşan (gazeteciler dahil) pek çok hesabı ilk önce askıya aldı. Şirketin bu yeni politikası, “ölenin yakınlarının talebi üzerine” böyle görüntülerin kaldırılabileceğini, ancak içeriğin “haber değeri” ve “kamu yararı” ilkelerinin de değerlendirileceğini belirtiyor.
Bu fotoğrafların “haber değeri”ni ölçmek için New York Times’ın gazeteci Foley’in öldürülmesi ve savcı Kiraz’ın öldürülmesi haberlerini karşılaştırmayı öneriyorum. İki haberde de tartışmaya konu fotoğraflar manşette değil ama ikinci fotoğraf olarak sansürlenmeden verilmişti.
Twitter, iki olayda da ölenlerin yakınlarının talebi üzerine değil, Foley’de kamuoyu baskısı, Kiraz’da ise mahkeme kararı üzerine bu uygulamaya gitti. Foley olayında kamu yararı daha sonra baskın çıktı ve sansür geri alındı; bugün Twitter’da “James Foley” fotoğrafları bulunabiliyor. Ancak Türkiye’de bu sansürün geri alınacağını zannetmiyorum.
Çünkü iki olaydaki farklılık baskıyı kuran otoriteler arasında. Kamu yararı ancak toplum tarafından tartışılarak aranabilecek bir ilke; ancak Kiraz olayında mahkeme (kanunları da çiğneyerek) kamu yararını kendi gözeteceği iddiasına girdi. Siyasi otorite ise Twitter ve diğer şirketleri tehdit ederek “açık kalmak için sansür” politikasını dayatıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu’na göre böylesi bir baskı gazeteciler arasında geçmesi gereken bir etik tartışmasını da olanaksız kılıyor.
Her ne kadar Türkiye’nin siyasi baskısı ve Twitter’ın teknolojik işbirliğiyle zorlaştırılsa da, ben bu iki otorite iddiasını da reddederek konuyu tartışabileceğimize inanıyorum.
Matthew Ingram’ın Foley videosu sonrası açtığı tartışmaya buradan devam etmek istiyorum:
Zeynep Tüfekçi’nin şiddet propagandasının daha fazla şiddeti teşvik edeceği iddiasını anlamakla birlikte, savcı Kiraz’ın rehin alınmasına giden sürecin toplumda adalete olan güvenin sarsılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Siyasi amaç taşıyan şiddet eylemlerini (dilerseniz “terörü”) engellemek sansür ile değil, bağımsız yargı ve katılımcı demokrasi ile mümkün olabilir.
Ne muhalefet üzerinde baskı kurmaya çalışan hükümetin, ne bağımsızlığını yitirmiş mahkemelerin, ne de Twitter gibi özel şirketlerin sansür konusunda otorite konumu iddia etmesini kabul ediyorum. Çünkü kendi politik argümanları için bu araçları doyasıya kullanan aktörlerin karşıt argümanlar üzerindeki tahakkümü oldukça iki yüzlü.
Twitter’ın sansür haberimi sansürlemesi, beni araştırdığım konunun nesnesi haline de getiriyor. O zaman şöyle kapatabilirim: Twitter suç amacını ayıramadan sansür uyguladığı için otorite yeterliliğini, siyasi baskıyla sansür uyguladığı için de ahlaki üstünlüğünü kaybetmiştir. Ben buna karşı ısrarla fikirlerimi savunmaya devam edeceğim. Kendini bana eşit kabul eden herkesle de bunları tartışmaya hazırım. (EKS/ÇT)