Ben küçük ölçekli bir atölye sahibiyim ve emekten yana düzenlenen etkinliklere bazen işlerimi aksatmak pahasına da olsa katılırım. Tuzla tersanelerini, gazetelerdeki ölüm haberlerinden tanıdım.
Bir süre sonra orada ortaya çıkan ölümlerin (cinayet mi demeli) gerek devlet gerek işveren tarafından olağan karşılanması sabrımı taşırdı. İnsan olarak rahatsızlık duydum.
Basında bu konuyla ilgili haberleri ve gelişmeleri izledim. Ama vicdanım beni rahatsız etmeğe devam ediyordu. Liman Tersane Gemi Yapım ve Onarım İşçileri Sendikası'nın (LİMTER İŞ) öncülüğünde bir şeyler yapılmaya başlandığında merak ve ilgiyle izlemeye devam ettim.
Sonra demokrasi yanlısı aydınların açıklaması geldi. Köşe yazarları, sinema sanatçıları, öğretmenler, öğrenciler, bu sorunun çözümüne yarayacağını düşündükleri bir hareketlilik başlattılar.
Grev ziyaret çağrısını basından öğrendim. Pazartesi günü saat 08:45'te Haydarpaşa'da oldum, evimse İstanbul’un öteki ucunda...
Kalabalıklarla buluşmaya değil az katılımlı greve desteğe gittim
Tersanenin önüne geldiğimde karşılaştığım kalabalık bende hayal kırıklığı yaratsa da çok önemsemedim.
Ben oraya kalabalıklarla buluşmak amacıyla gitmedim. Az katılımlı bir greve destek ziyareti vermeğe gittim. Ve bu amacıma da ulaştım. Evet grevci işçi sayısı toplam tersane işçilerinin 10 binde biri bile değildi belki. Bu ölçü mü?
Tersane işçisi Tamer Doğan kişisel varsayımlarını bilimsel gerçek yerine koyup, yazının sonuna da "küfür" eklemiş. Öğrencilerin-işçilerin kendileriyle sadece vicdani boyutuyla ilgili bir olay karşısında gösterdikleri çaba sadece alkışlanır bence.
Doğan “Üniversiteden gelen değerli sınıf dostları (!)” demiş. Niye bu parantez anlamadım. Elbette oraya dayanışmak için gelen üniversite öğrencileri sınıf dostuydu. Oraya da bu saikle gelmişlerdi.
Bu ülkede vicdani sorumluluğun en yüce tahtı, üniversite öğrencilerinin gönlünde kuruludur.
Tarih bunu defalarca göstermiştir.
Denizlerin mücadelesi o dönem maceraperestlik olarak yaftalınırken, bugün onların gerçekten yoksul ve ezilen halkların dostu olduğu yeterince anlaşılmıştır.
Doğan “İşçiyi dışardan tanımak” vs de demiş. Bunun nesi kötü? Haklı bir işçi davasını desteklemek için mutlaka işçi mi olmak gerekir? Ben her 1 Mayıs'a katılırım.
Yanımda çalışanları da o gün mitinge katılmak isterlerse izinli sayarım. Doğan “İşçiyi tanıyınca da basarsın küfrü” demiş. Sanırım hayal dünyası ona bir oyun oynuyor.
O gün orada bulunanların attıkları sloganlarda da miting alanındaki etkinliklerinde de tam tersine tersane işçisini, bizzat tersane işçisinden daha fazla düşünen insanlar vardı.
Evet katılım zayıftı ama bu ülkenin 43 yaşında bir vatandaşı olarak polis şiddetinin ne zaman nereden geleceğini kestiremediğimi de söylemeliyim.
1 Mayıs'a rağmen insanlar toplandı
1 Mayısta yaşananlara tanığım. Aynı şeyin tersane önünde yaşanmayacağının hiçbir garantisi yoktu üstelik. Buna rağmen oraya insanlar toplandı.
“Eylem boyunca bir çok kez yaşanan ve geçmişten beri süregelen sürtüşmeler gösteriyor ki artık sınıfın önünden çekilmemizin vakti geldi” diyen Doğan'a "Kim neyin önünde?" diye soruyorum.
Doğan kiminle tartıştığını ya da yazıyı kime yazdığını da karıştırıyor sanırım. Oraya gelen herkes, öncülük yapmaya değil, destek olmaya geldi. Grevci işçi sayısının azlığı bu gerçeği değiştirmez. Bir işçi bile direniyor olsa orada olmak gerekir diye düşünüyorum.
Doğan şöyle diyor:
“Bir başarısızlık örneği olarak tarihimize yazılan bu eylemden dersler çıkarıp, doğru bir hat belirleyerek faaliyet yürütmek boynumuzun borcu."
Biz oraya ölümleri durdurup anlaşma masasını ortaya çıkaracağız diye gitmedik.En azından ben öyle gitmedim. Koca bir okyanusta bir damla bile olsa o damla olmaya gittim ben.
Gündelik yaşamlarında hiçbir ekonomik sıkıntı yaşamayan onlarca insanda oraya gitti.
Bu çaba sadece alkışlanır.
Katılımın düşüklüğüne de sadece hayıflanılır.
Ülkenin içinden geçtiği dönem dikkate alınır ve tesbitler öyle yapılır.
Bu yazını “nacizane ve içerden bir eleştiri olarak” kabul etmediğimi belirteyim.
Doğan her satırında çok açık bir iyi niyetle eyleme katılanları pişman etmeye yemin etmiş gibi görünüyor. Belki de “içerden” yürüttüğü “rant kavgası”na ortak arıyordur.
Ben o gün, haftanın birinci günü olduğu halde, İstanbul'un öbür ucuna kadar sabahın 5’inde yollara düşerek seferber olan işçi, öğrenci, öğretmen, sendikacı, işsiz, aydın, feminist ve adını sayamadığım herkese, insan olmayı unutmadıkları için, bana yalnız olmadığımı gösterdikleri için teşekkürle bitirmek isterim.
Bu ülkenin vicdanı olanlara selam olsun. (Hİ/EZÖ)
* Halil İbrahim, işveren
** Fotoğraf: Bawer Çakır