Kişinin yakalanması veya özgürlüğünden yoksun bırakılarak hakkında dava açılmasını beklemesi halinin, kişi özgürlüğü ve güvenliği açısından yarattığı sorunlar minimuma indirilmelidir.
Kişi özgürlüğünü riske atan her koşul denetlenmeli ve sorgulanmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir suç işlediğine dair hakkında makul şüphe bulunan ve hakkındaki makul şüphe devam eden bir kişinin yargılanma öncesi alıkoyulma halinin, bir başka deyişle gözaltı ya da tutukluluk halinin devamına ilişkin dört önemli gerekçe benimsemiştir.
Bu gerekçeler; kişinin kaçma riski veya yargı sürecine müdahale riski, suçu önleme gereksinimi ve kamu düzenini muhafaza etme ihtiyacıdır.
Bir kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılması ve bunun devamının haklı olabilmesi için yukarıda sayılan gerekçelerin kişinin durumuna gerçekten uygulanabileceğinin yeterli ve açık bir şekilde ortaya konması gerekir.
Ancak bundan sonra kişi özgürlüğünden mahrum edilebilir. Bir başka deyişle bu konuda verilmiş bir yargı kararı hukuka uygun sayılır.
Aksi takdirde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlal edilmiş demektir.
Açıklanan gerekçelerin hiçbirinin uygulanabilirliği söz konusu olmadığı halde eğer kişi özgürlüğünden yoksun bırakılmışsa, bu işleme son verilmeli ve eğer kişi tutuklu ise tahliye edilmelidir.
Aksi takdirde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 5'nci maddesinde düzenlenen kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edilmiş demektir.
Çünkü 5'nci maddenin 3'ncü fıkrasına göre yasaya ve hukuka uygun olarak "yakalanan veya tutulan herkes hemen bir yargıç veya adlî görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılmalıdır; kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adlî kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata başlanabilir."
Kişinin kaçma riski nedir?
Örneğin özellikle şüphelinin ilk yakalanışı kolay olmamışsa ve fırsatını bulduğu anda kaçacak kişi ise; kişinin kaçma riski var sayılır.
Ancak, her zaman varsayılan bu genel olasılığa itibar etmek yeterli değildir.
O nedenle kaçma riskinin mevcut olup olmadığını anlayabilmek için, özgürlüğü kısıtlanan kişi hakkındaki davaya özgü tüm koşulların incelenmesi ve göz önünde tutulması gerekir. Örneğin Mansur-Türkiye ( 8 Haziran 1995) davasında AİHM, “kanıtların özelliklerinin” iddia edildiği şekilde başvuru sahibinin kaçması riskini doğurmadığını tespit etmiştir.
Sık görülen biçimde kişinin yargılandığı davada alacağı cezanın ağırlığı ileri sürülerek ve sadece bu gerekçeye dayanılarak, bir kişinin özgürlüğünden mahrumiyet halinin sürdürülmesi ve tek başına bu gerekçenin kaçma riski doğurduğu kabul ederek kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması yeterli bir neden sayılamaz.
Soruşturma ya da davanın kendine özgü koşulları içinde cezanın ağırlığı ve bunun yanında benzeri birkaç unsurun daha tespiti gereklidir.
Daha sonra, davanın özelliğine göre tespiti yapılan bu unsurların; fiilî durum göz önüne alındığında kişinin kaçması riski bulunduğunu ortaya koyup koymadığına bakılarak ve buna göre belirlenen unsurların önem derecesini belirlemek gerekir.
Kaçma riski zaman geçtikçe azalır. O nedenle yargılanma öncesi alıkoyulma süresi ne kadar uzunsa AİHM de bu konudaki denetimini o kadar sıkı tutmaktadır.
Yargı sürecine müdahale riski nedir?
Aslında meşru kabul edilen ve endişeye yol açan asıl müdahale; kişinin serbest kalması halinde kanıtları etkilemesi ya da yargı sürecini değiştirmesi olarak algılanmaktadır.
Hakkında suç şüphesi olup, şüpheli durumunda olan bir kişi, serbest kaldığı için soruşturmanın tanıklarına kendi lehine veya başkalarının aleyhine tanıklık yapmamaları doğrultusunda baskı uygulayabilir. Ya da kendisi ile aynı soruşturmaya dahil olabilecek diğer kişilere taktik verebilir.
Herhangi bir kişiye sorgulamada ne tür cevaplar vermesi gerektiği konusunda akıl öğretebilir.
Hatta çeşitli belge ve aleyhine olan somut kanıtları imha etme veya soruşturmayı kesintiye uğratacak başka yöntemlere başvurmak suretiyle kendisi aleyhine bir ceza davası açılmasını bile engelleyebilir.
Ancak, bu olasılıklara soyut düzeyde itibar edilemez. Somut olguların varlığı aranır. Soruşturma aşamasında özgürlüğünden yoksun bırakılan kişi açısından bu olasılıkların tümünü somut ve fiilî olarak destekleyen koşulların varlığı aranmalıdır.
AİHM soruşturma ve davaya özgü bulgular ışığında somut durum değerlendirmesi yapmaktadır.
Suçu önleme ihtiyacı ise; özgürlükten mahrumiyet uygulamasının sürdürülmesi için meşru bir gerekçe olarak kabul edilir.
Ama gelecekte suç işlenebileceği doğrultusundaki endişe haklı ve alınacak tedbir de, gerekli olmalıdır.
Kamu düzeninin muhafaza edilmesi gereksinimi ise; kişinin salıverilmesi durumunda, salıverildiği andan itibaren fiilen kamu düzenine zarar verebileceğinin kanıtlanması halinde haklı olarak kabul edilebilir.
Aksi takdirde; dava açılmadan tutukluluk hali süren kişiye, açılacak davada verilecek ağır ceza gibi bir ceza verilmiş demektir.
Kişinin özgürlüğü ve güvenliği hakkı hakkındaki “riskler” azaltılmadıkça; gözaltında ve tutukluluk hali sırasındaki ölümlerin izahı mümkün olmaz.(Fİ/EZÖ)