“Silivri'ye ilk gittiğim günü hiç unutmayacağım. Bana ‘yürü’ diyorlardı, yürüyordum. ‘Kolunu kaldır’ diyorlardı, kaldırıyordum. Robot gibiydim. Amacım sadece annemi görmekti.
Dört numaralı kabine götürdüler. Annem altmış iki yaşında bir kadın, camın arkasında bildiğiniz zıplıyordu. Camı unutmuş, bana gelmeye çalışıyordu.
Gözlerimiz neredeyse camı kaldırınca birleşecek gibiydi. Ağlamamak için kendimi tuttum. ‘Sakın ağlama anneciğim, ben seni görmeye geldim’ dedim. Telefonu eline almasını söyledim. Bana, ‘Beş gündür uyumadım. Çocuğuma neler yaşatıyorum’ dedi.
‘Sen bana bir şey yaşatmıyorsun, ben seninle gurur duyuyorum’ dedim. O anı hiç unutmayacağım.”
Doğa Turap, Zabıta Müdürü olan annesi Nazan Başelli’yi cezaevinde ilk kez ziyaret ettiğinde yaşadıklarını anlatıyor.
Hatırlarsınız, Nazan Başelli, İBB’ye yönelik operasyonlarda tutuklandı.
İBB’nin eski personellerinden. Tam 43 yılını erkek egemen bir alan olan zabıtalığa vermiş. Önce o dünyada kendine yer açmış, sonra hepsine müdür olmuş. Anlayacağanız, cam tavan ona pek işlememiş.
Umarım, bu başarı hikâyesini de ondan dinleme şansım-ız olur.
Bu arada Nazan Başelli, AKP döneminde de İBB’de görev yapmış. Hatta bu yüzden tutuklanmasına şaşıranlar oldu.
Başelli’nin gözaltına alındığı tarih: 26 Nisan.
Operasyon haberlere “İBB’ye 2. Dalga Operasyon” diye yansıdı. Belki de biz haberciler için "2.3.5. dalga operasyonları" diye yazmak kolay. “20 kişi gözaltına alındı, 18 kişi tutuklandı” demek de kolay…
Peki gerçekten bunları yaşayanlar ne hissediyor? Annesi babası tutuklananlar? “Masumiyet karinesi” göz ardı edilerek koluna kelepçe takılıp medyaya servis edilenler, yakını tutuklandıktan sonra ertesi gün okula veya işe gitmek zorunda kalanlar...
“Kusura bakmayın memur bey”

O kişilerden biri de Doğa Turap. Onu, 19 Mart operasyonlarında tutuklananların ailelerinin kurduğu Aile Dayanışma Ağı'nın (ADA), altıncı buluşmasında (5 Eylül Cuma) Saraçhane’deki eylemde dinledim. “Ateş düştüğü yeri yakıyor, bu kez bizim evimize geldi” dedi.
Elinde annesinin zabıta şapkası vardı. Bir ara taktı o şapkayı. “Annem bu şapkayla yıllarca görev yaptı ama ilk kez zabıta ekiplerini selamlayamadı. Onun yerine ben selam vereyim” dedi ve dimdik durarak selamını çaktı. Kararlı, güçlü ve ne söylediğini bilen bir kadındı kürsüde.
Söyleşide bana kurduğu “Deliyimdir, gözü karayımdır” cümlesine de orada tanık oldum. Rica ettim, kırmadı, söyleştik.
Boynunda “Annem içeride benim için yaptı” diyerek gururla taşıdığı kolye var. Kolunda ise annesinin içeriden gönderdiği kırmızı ipten yapılmış bir bileklik.
Doğa, her hafta salı günü Silivri’de. “Ayda üç kapalı, bir açık görüşümüz var. Cuma günleri de sadece on dakika telefon hakkı tanıyorlar. O on dakikayı üçe böldüm: sabah iki dakika, akşamüstü iki dakika, gece iki dakika… Tüm gün sesini duyabileyim diye kendi kuralımı koydum.”
Tutuklama gününü anlatırken hâlâ sesi titriyor:
“Saat sabah altıya doğru, iki eve aynı anda şafak baskını yapıldı. Benim evime altıya on kala, annemin evine tam altıda girdiler. Polisleri karşımda görünce afalladım. Ellerinde bir kağıt, annemin ismi yazıyor. ‘Tutuklama kararı var’ dediler. O an şokla telefon elimdeydi. Dedim ki ‘Annemi aramam gerekiyor.’ ‘Arayamazsınız’ dediler. O sırada, o aradı. ‘Kusura bakmayın memur bey, siz isteseniz de istemeseniz de ben bu telefonu açacağım’ dedim. Açtım. Karşımdan gelen ilk söz şu oldu: ‘İyi misin?’… Düşünebiliyor musunuz? O halin içinde bana hâlâ ‘iyi misin’ diye soruyor.”
Peki sonra ne oluyor?
Anlatıyor:
“Çağlayan Adliyesi’ndeydik…
“‘Tutuklandığı’ kelimesini telefonda gördüğüm an on dakika bende kayıt yok. Öyle kötüymüşüm, bana öyle söylediler. Hava çok soğuktu, üstümde gömlek, ceket, polar, iki mont vardı. Hepsini çıkarmışım, yerlere atmışım. Kendimi yerde buldum. O an OHAL benim hayatıma indi. Benim için olağanüstü hâl o andı.”
“O gün beni bitirmişti”

Unutmayacağı bir anı anlatmasını istiyorum. Anı, Silivri Cezaevi’nden çıkıyor, geliyor Saraçhane Parkı’na oturuyor:
“Bir gün aşağıdan ‘Hande’ diye seslenmişler. Annem ‘Anne’ sanmış. Kalkmış kapıya doğru gitmiş. İçinden de demiş ki: ‘Doğa delidir, gözü karadır ama buraya kadar da gelemez… Acaba mı?’ Sonra sesin Hande’ye gittiğini anlayınca ağlamaya başlamış. Koğuştaki kızlar sarılmış: ‘Biz Doğa değiliz ama biz de evladız, bugün bize sarıl’ demişler.”
“Yeni Doğa güncellenmiş Doğa”

Doğa o anı dinlerken ağladığını saklamıyor. “O gün beni bitirmişti” diyor. Hayatta çoğu şeyleri sadece yaşayanlar tam olarak bilebilir, Doğa’nın yaşadıkları da tam olarak böyle bir his olarak kayıtlara geçiyor.
“Annem erkek egemen alanda 43 yıl çalıştı”
Bugün kendisini nasıl hissettiğini soruyorum. Gülümsüyor…
“Ben 36 yaşındayım. Hep onun küçük kızıydım. Ama bu süreçte ben büyüdüm. Annem sert bir kadındı erkek egemen bir teşkilatta 43 yıl çalışmıştı. Bana da o sertliği geçti. İnsanlara güvenim kalmadı. Yeni Doğa, güncellenmiş Doğa. Bir zırh geldi sanki. Bu devletin ve hak ihlallerinin karşısında bana dayanma gücü veren bir zırh.”
Söyleşiyi kapatırken son kez sözü ona bırakıyorum:
“İnsanlardan tek isteğim vicdan. Bir kalp taşıyorsak vicdanımız vardır, merhametimiz vardır. Bir kediyi, bir köpeği, bir çiçeği sevin. İnsanları sevin. Rabbimin yarattığı tüm canlıları sevin. Sevmek güzel bir şey. Birbirimizi sevmeyi öğrenelim biz. Hayat bu kadar kısayken, niye birbirimizi sevmiyoruz ki?”
Sanırım bu yazıyı bitirirken tek yapabileceğim, Doğa’nın bu yalın çağrısının altını çizmek: Vicdan. Merhamet. Sevgi. Bu üç kelime belki de o camın arkasında bir anneyi-anneleri ve bir evladın -evlatların direncini ayakta tutan şey.
Eşitlikten yana, özgür yeni bir hafta gelsin…
(EMK)







