Tutuklu gazeteciler sadece biz yakınlarının değil hükümetin de neredeyse sürekli gündeminde. Şimdiye kadar cezaevindeki gazetecilerle ilgili "Bunlar gazeteci değil, terörist" yakıştırmalarını duyduk.
Peki, kim bu tutuklu gazeteciler? Gerçekten Başbakanın ve iktidar sözcülerinin sık sık bahsettiği gibi terör örgütü üyesi "tehlikeli" adamlar mı?
Başbakan haklı, hemen hepsi o ya da bu şekilde "örgüt üyesi olmak", "yardım ve yataklık etmek" gibi iddialarla yargılanıyorlar. Yani neredeyse hepsi gazetecilik faaliyetlerinin dışındaki suçlamalarla mahkeme karşısına çıkıyor. İyi de ne ile yargılanacaklarına kendileri karar vermiyor ki!
Polis ve savcılık eliyle örgüt soruşturmalarına dâhil ediliyorlar ve mesleklerinden, yaptıkları işten bağımsız olarak üzerlerine giydirilmeye çalışılan kimliklerle hâkim karşısına çıkarılıyorlar. Emin olun onlar da durumdan hoşnut değiller.
Kim üyesi olmadığı bir örgütün davasından yargılanmak ister ki? Ama bu ülkede pek çok insanın bir anda örgüt üyesi olarak yaftalanıp yıllarca tutuklu kaldığını biliyoruz.
Başbakan haksız, çünkü henüz "bağımsız yargı"nın sonuçlandırmadığı davalarla ilgili kesin ifadeler kullanıyor ve iddia makamının ağzından konuşuyor:
"Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor." (Zaman Gazetesi'nin 25. Yıl programında yaptığı konuşmadan)
Bırakalım Başbakanı, kaç Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili gelip tutuklu gazetecilerin duruşmasına katılmış ve ne ile yargılandıklarına tanıklık etmiş ki? Ya da kaçı trajikomik iddianamelerden haberdar?
Üstelik yargılanmaları devam ederken nasıl oluyor da mahkemenin hükmünden önce karara varabiliyorlar? Ben en azından bir tutuklu gazeteci eşi olarak eşime zimmetlenmeye çalışılan sahte suçları yakından izliyorum, biliyorum da. Zira zahmet edip iddianamenin bütününü okudum.
Sahiplendiğiniz iddia makamı, yeri yurdu belli olan, yüzlerce insanın tanıklığıyla, resmi belgelerle İstanbul'da yaşadığı sabit olan bir insanı, eşimi, bir "itirafçı teşhisiyle" üç yıllığına bir grupla pekâlâ Kuzey Irak'a eğitime gönderebiliyor!
Yine aynı davada yargılanan bir başka gazeteci, Red dergisi yazarı Hakan Soytemiz cezaevinde yattığı tarihlerde kendisini "dışarıya ışınlayarak" Devrimci Karargah örgütünden insanlarla görüşme yapabiliyor! Üstelik Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) raporu Hanefi Avcı ile yargılanan Devrimci Karargâh sanıklarının hiçbirinin adı geçen örgütle ilgisinin olmadığını söylemesine rağmen.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da "Polis öldüren gazeteci yargılanmasın mı, tutuklanmasın mı?" demişti tutuklu gazeteciler için.
Şu ana kadar medyaya yansıdığı kadarıyla tutuklu gazetecilerden yazdığı kitap "bomba" olan gazeteciye rastladım (üstelik bu "bomba" kitapçı raflarında), ama polis öldüren birine denk gelmedim. Herhalde polis öldüren "gazeteci" de o kimliğiyle öne çıkmadı ya da haberi biz kaçırdık.
Hükümetin ve temsilcilerinin tutuklu gazeteciler ilgili hem uluslararası hem de ulusal anlamda artan hoşnutsuzluğa sürekli savunma halinde yanıt vermeleri anlaşılır. Çünkü hükümet etmenin gereklerinden biri olarak politik anlamda kendilerine sıkıntı yaşatan mevzulara kendi sürekliliklerini korumak için değinmek, yanıt vermek zorundalar.
Peki ya hükümetin, mahkemelerin, savcının, polisin görevine soyunan gazetelere ve gazetecilere ne demeli?
Nazlı Ilıcak bunlardan biri... Sabah Gazetesinin 27 Ocak 2012 günlü baskısında ABD Büyükelçisi Ricciardone'ye tutuklu gazetecileri gruplayarak yanıt vermeye çalışmıştı:
"ABD Büyükelçisi Ricciardone 'Bir ülkede nasıl entelektüeller ve gazeteciler parmaklıkların ardında olur. Anlamıyorum' diye konuşuyor. Bir ülkede gazeteciler ya da öğretim üyeleri, darbecilerle işbirliği yapmışlarsa, pekâlâ cezaevinde olurlar."
Ilıcak sanki tüm sürece hâkimmiş gibi sanki tutuklu gazetecilerin her birinin suç iddialarını ve mahkemeye verdikleri yanıtları, delilleri görmüş gibi konuşmuş.
Gazetedeki yazıyla yetinmeyip televizyon programında da geçmişte yaşadığı "mağduriyet" üzerinden yeniden gündem edindi tutuklu gazeteciler meselesini.
Ilıcak tutuklu gazetecileri, neredeyse hemen hepsini üzerlerine yüklenmeye çalışılan suç iddialarından dolayı gazeteci saymamak gerektiğini söyleyerek Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın yanı sıra onlarca gazeteci örgütünün gazetecidir dediği 100'ü** aşkın insanı, kendisini iktidara ikame ederek bir çırpıda "terör suçu iddiasının" kucağına atmaya çalıştı. Sanki her birinin mesai arkadaşıymış veya yaşamlarına bire bir tanıklık ediyormuş gibi...
Zaman gazetesi de tutuklu gazetecilerle ilgili kamuoyunu yanıltıcı ve yargı sürecini olumsuz etkileyecek "Gazetecilik değil, terörle suçlanıyorlar" başlığını attı.
Şöyle demiş Zaman: "...Adalet Bakanlığı'nın, yaptığı inceleme ise iddiaları yalanlıyor. Buna göre, yargılamaların çoğunluğunu 'terör örgütü üyeliği' oluşturuyor."
Adalet Bakanlığı'nın açıklamasından hareketle kaleme aldıkları yazıda gazetecilere yeni suç iddiaları armağan etmişler...
Örneğin Bilim ve Gelecek dergisi editörü Baha Okar'la ilgili hem iddianamede hem de Adalet Bakanlığı'nın açıklamasında Devrimci Karargah örgüt üyeliği iddiası varken, Zaman gazetesi bu iddiayı daha da "kuvvetlendirerek" "PKK Kongre-Gel silahlı terör örgütüne üye olmak, Kuzey Irak'ta PKK kamplarında silahlı ve askeri eğitim almak" olarak yazdı.
Hepimizin bildiği gibi Türkiye özellikle Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmasının ardından tutuklu gazeteciler sorununa daha yakından tanıklık etmeye başladı.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Gazetecilere Özgürlük Platformu ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu bu tanıklığa aracılık ediyorlar. Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Avrupa ve Kuzey Amerika Basın Özgürlüğü, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) gibi uluslararası platformlar da bu süreci yakından takip ediyorlar.
Hükümetin ve bazı gazetelerin durumdan vazife çıkarıp neredeyse haftada bir tutuklu gazetecilerle ilgili açıklama, haber yapmalarının nedeni hem Türkiye'de hem de uluslararası planda bu meselenin sürekli gündemde tutulması.
Diğer bir neden de gazetecilerin tutukluğunun kamuoyunda da yarattığı hoşnutsuzluk. Bu siyasi didişme/direnç devam ettikçe tutuklu gazetecilerin tutukluluk halleri devam edecek gibi görünüyor. Bakalım sadece kendilerinin inandıkları bu oyunu daha ne kadar sürdürebilecekler. (SYO/AS)
* Suzan Yılmaz Okar, Devrimci Karargah davasından Tekirdağ Cezaevi'nde tutuklu bulunan gazeteci Baha Okar'ın eşi.
** Bu yazı yayınlandığı gün tam sayı, 109 gazeteci ve 34 gazete dağıtımcısı idi.