Yine bir 23 Nisan yaklaşıyor. Sabah erken saatte herhangi bir ilköğretim okuluna yakınsak ya da elimizin altında televizyonu açacak bir kumanda varsa, göreceğimiz tablo sanıyorum ki geçmiş yıllardan pek de farklı olmayacak.
Okul müdürü, belediye başkanı, kaymakam ve bilumum devlet memurunun gölgede oturarak izlediği törenlerde, çocuklar muhtemelen yine saatlerce ayakta kalmaya zorlanacak. Birçok okulda törenlere katılmaya zorlanan çocukların ellerindeki ulusal sembollere ve militarist ruh haliyle asker gibi hizada yürütülmelerine tanıklık edeceğiz.
Kutlama biçimine ve törenlere getirilecek çok sayıda eleştiri var muhakkak. Kimimiz 23 Nisan'ı bir tüketim çılgınlığı günü olarak eleştirirken, kimimiz çocukların milliyetçi ve militarist duygularla kuşatıldığının eleştirisini yapabilir ya da Çocuk Bayramı'nda dahi çocukların yeteri kadar söz hakkı alamadığını eleştiri konusu yapabiliriz.
Kutlama biçimlerine yıllardan beri yapılan benzeri eleştirilerin üzerine sanıyorum ki eklenecek pek de yeni bir şey yok. Alışkanlıklar değişmedikçe, yenilik beklenemez sonuçta. Ancak, çocuklara adanmış bu günde dikkat çekilmesi gerektiğini düşündüğüm daha önemli bir konu var: Tutuklu çocuklar.
İşkence ve kötü muameleye gelene kadar...
Adli suçlar gerekçe gösterilerek tutuklanan çocuklara ek olarak, medyada genelde "taş atan çocuklar" olarak mimlenenler süreç içinde "tutuklu çocuklar" adını alıyor ne yazık ki. Bu çocukların maruz kaldığı hak ihlalleri ise ülkemizin temel problemlerinden birini oluşturuyor. Bu sorunu kaygı verici noktaya taşıyan temel sebep şüphesiz terörle mücadele yasaları.
2006'dan bu yana, bazıları 12 yaşında olmakla birlikte, binlerce çocuk terörle mücadele kapsamında mahkeme salonlarını dolduruyor.
Haklarında yapılan suçlamalara baktığımızda, "terör örgütü üyeliği", "terör örgütü propagandası yapmak" ve "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nu ihlal etmek" olmak üzere üç temel suçlamayla karşılaşıyoruz. Kolluk kuvvetlerine göre, bu suçlamaların temelini, yasadışı olarak nitelenen gösteri ve yürüyüşlerin PKK tarafından organize edilmesi oluşturuyor. Yine kolluk kuvvetlerine göre, buna en aşikâr kanıt, gösteriler ve yürüyüşler sırasında PKK lehine sloganlar atılması, sarı-kırmızı-yeşil bezler ve Abdullah Öcalan posterlerinin taşınması.
Sanıyorum, hakim ve savcılar da kafalarını iddianame ve fezlekelerden kaldırmadıklarından olsa gerek, karşılarında sanık sandalyesinde oturanların çocuk olduğunun farkında değil. Nitekim gözaltı sürecinde olduğu gibi, yargılama sürecinde de çocukların çocuk olduğu hesaba katılmıyor. Şayet bu göz önüne alınıyor olsaydı, çocuk yaştakilerin değil bir terör örgütüne, bir futbol takımının taraftar grubuna dahi kolay kolay üye olamayacağını anlarlardı. Ya da, uluslararası hukukta çocuk ve yetişkin arasında gözetilen ayrıma ülkemizde de tanıklık ediyor olurduk.
Uluslararası Af Örgütü'nün Haziran 2010 tarihli hazırladığı, "Çocuk Hakları Evrenseldir: Türkiye'de Çocukların Terörle Mücadele Yasaları Altında Adil Olmayan Yargılamalarına Son Verin" başlıklı raporunu incelediğimizde durum daha vahim bir hal alıyor. Af Örgütü'nün raporuna göre, "terör örgütü propagandası yapmak"la suçlanan çocukların birçoğu henüz "propaganda" kelimesinin anlamını dahi bilmiyor. Yani, Türkiye'de binlerce çocuk, işlemeyi dahi bilmedikleri bir suçtan yargılanıyor.
Süreç içinde, çocukların haklarında yapılan suçlamaların ironikliğine, sadece Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin değil, ama aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve İşkence Karşıtı Sözleşme'nin de ihlal edilmesi ekleniyor.
TMK [1] mevzuatının belirsiz ve yorumlamaya açık, oldukça geniş anlamlara sahip olmasından dolayı uygulamada da savcı ve hakimlerin keyfi tutumları göze çarpıyor: Çoğu çocuk birkaç aydan bir yılı aşkın sürelere dek uzun bir süre tutuklu olarak yargılanıyor. [2]
Bu süre zarfında çocukların hem eğitimlerinden geri kalmaları hem de sosyal hizmet görevlilerinden çocukların psikolojik durumlarına dair raporlar alınmasını öngören mevzuat dikkate alınmıyor. (Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteryası, 2010)
Tutukluluk koşulları ise, evrensel çocuk haklarının en çok ihlal edildiği sürecin bir parçası. Örneğin, 15 yaşından büyük olan çocuklar yetişkinlerle aynı mahkemede yargılanırken, yasalara aykırı bir biçimde 12 yaşındaki çocukların dahi yetişkinlerle aynı mahkemede yargılandıkları biliniyor. [3] Aynı şekilde, bazı durumlarda çocuklar cezaevlerinde de yetişkinlerle birlikte tutulmakta.
Unutulanlar ya da bilinmek istenmeyenler
23 Nisan'da makam koltuklarına oturtulan çocukları ve devlet büyüklerini dinlemeden önce, yukarıda anlatılanların kafamızda soru işareti yaratmasına izin verirsek, sanıyorum ki vicdanlı olmanın ilk adımını atabiliriz.
Örneğin, 12-18 yaş arası, "propaganda" kelimesinin anlamını dahi bilmeyen yüzlerce çocuğun "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla aylarca tutuklu yargılanmasını ve yıllarca sürecek hapis cezalarına mahkum edilmesini hangi mantık açıklayabilir?
Ya da, oyun yaşındaki çocukların değil yetişkinlerle aynı cezaevinde kalmasını, yetişkinlerle aynı yasalardan yargılanmasını kim açıklayabilir?
Kim 12-18 yaş arasındaki çocukların TCK 314'ün 1. fıkrasında belirtildiği gibi, bir terör örgütü kurabileceğini ve/veya yönetebileceğini düşünebilir?
Çocuk istismarına karşı güçlü bir refleks geliştirdiği düşünülen Türkiye toplumunda, hangi politik gerekçe bir çocuğun cezaevinde tecavüz gibi bir suçla cezalandırılmasını meşru kılabilir?
Bu soruları çoğaltmak mümkün. Bunlara yanıt ararken, diğer yandan doğrudan işkence ve kötü muamelenin ön plana çıkarılmasıyla, yukarıda bahsettiğimiz hak ihlallerinin kanıksanabileceği ihtimalini de unutmamak gerekiyor.
Tüm bu anlatılanlar, şüphesiz kısa zaman önce Pozantı'da yaşananların yüzümüze çarptığı tokattan daha etkili olmayacaktır. Pozantı'daki çocukların başka yerlere sevk edilmesiyle sorunun bittiği düşünüldüğünden midir, yoksa Pozantı gerçeğini kamuoyuna duyurmayı başaran DİHA muhabirinin KCK soruşturmasıyla tutuklanmasından mıdır bilemem. Ancak, toplumun bu meseleyi biraz daha unuttuğu şu günlerde, bu yazıda sadece bir şeyleri değiştirebileceğimizin umudunu taşıyorum.
Konu çocuk olduğunda politik bir perspektife sahip olmak gerekmiyor. Mesele zaten Uğur'un, Ceylan'ın ve nicelerinin yanına Serap'ı da koyabilmek değil midir? Albert Camus'nün de dediği gibi, "Hiçbir ideoloji bir çocuğun gözyaşlarına değmez." Bu sözü anlarız da, benimseyebilmemizi ve yaşanan kirli savaştan çocukların daha fazla etkilenmemesini ümit ediyorum. (BK/YY)
Dipnotlar:
1 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, (12 Nisan 1991 tarihli resmi gazetede yayımlanmıştır). Bkz: http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/809.html
2 "Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır." (Çocuk Hakları Sözleşmesi, Madde 37(a))
3 "Yargılamalar genellikle temelsiz delillere ya da çocuklardan baskı altına alınan ifadelere dayanmaktadır. 12 yaş kadar küçük çocuklar, ulusal yasalar ihlal edilerek, yetişkinler için kurulan mahkemelerde yargılanmaktadırlar. Bazıları uzun yıllar olmak üzere, davaların çoğu hapis cezalarıyla sonuçlanmaktadır." (Türkiye, çocukların terörle mücadele yasaları altında adil olmayan yargılamalarına son vermeli, 2010)
Kaynakça:
* Türkiye, çocukların terörle mücadele yasaları altında adil olmayan yargılamalarına son vermeli (2010, Haziran). 15Nisan 2012 tarihinde Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi: http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1377 adresinden alındı.
* Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteryası (2010). Çocuk Hakları Evrenseldir: Türkiye'de Çocukların Terörle Mücadele Yasaları Altında Adil Olmayan Yargılamalarına Son Verin. Londra: Uluslararası Af Örgütü Yayınları.