Bir kez daha en az altı yıl önce yaptıkları seçime küfrederek gittiler o sınava.. Gitmek zorundaydılar. Başka türlüsü ellerinden gelmeyeceği için gittiler.
Çünkü bu günlerde ona gitmeseler ya kaçak olarak yani diplomasız çalışmak ya da hekimlikten başka bir şey yapmak zorundalar. Çünkü onlar için "zorunlu hizmet yasası" yürürlükte ve bu hizmetini yapmayanların bu ülkede hekimlik yapmaları yasak.
Koruyucu değil, tedavi edici
1961'de yasalaşan ve hemen kurulan 40 yıllık sağlık ocağı sistemimiz artık yok. En azından yalnız kağıt üzerinde var. Artık "koruyucu hekimlik" değil "tedavi edici hekimlik" revaçta.
Son 25 yıldır bu alanın "rating"i daha yüksek. Baktığı insanı sağlıklı tutmayı başaran hekimler değil, hastalarını en iyi şekilde en hızlı iyi eden hekimler daha çok aranıyor.
"Numune" hastaneleri sağlık ocaklarının bir adım önünde, onun yanında da onu geçmek üzere olan özel "sevgi" ya da "sağlık" veya "hizmet" hastaneleri var. Hem de uluslararası destekle kimi kere adları ve çalışanları da uluslararası olmak kaydıyla üstelik.
Uzmanı değilsen dokunma
Adına "pratisyen" denen, her şeyden anlayan hekimler yerine belirli dallarda, dahası o dalların yan dallarında uzmanlaşmış, kendi alanından başka alanlarda bir şey bilmeyen, örneğin bir seyahatte hastalanan bir kişiye, uzmanlık alanı olmadığı için dokunamayan hekimlerin sayılarının artması isteniyor. Çünkü bu sistemin talep ettiği, bu nedenle de bakıp, besleyip büyüttüğü hekim tipi bu!...
Hızla artan genel tıp bilgisi artık sıradan bir insanın belleğinin ve becerisinin sınırlarını zorluyor. Değil öğreniciler; öğreticiler bile ona yetişemiyor. Bir şekilde tıbbı kendisine meslek seçme gafletinde hatta dalaletinde bulunmuş ve bunun temel eğitimini alan vatan evlatları yani hekim adayları müthiş bir yetersizlik duygusu içindeler.
Bu duygu salt öznel bir şey değil. Aslında nesnel gerçeklik de onun yetersizliğini ortaya koyuyor. Tam bir şeyleri öğrendiği anda öğrendiklerinin ne kadar az ve eksik olduğunu fark ediyor. En iyi uzmanlık eğitimi bile onun bilgisini değil, bilmediği şeyleri fark etmesini sağlıyor.
Alabildiğince uzmanlaş, olabildiğince az bil
Ama sistem tüm bu yetersizlik ve eksiklikleri aşmak için bir şey yapmayı gerekli görmüyor. Çünkü onun daha çok kazandırabilmesi için olabildiğince uzmanlaşması ama olabildiğince az bilmesi gerekli.
Çünkü o zaman tıp teknolojisi işin içine girebilir. Çünkü o zaman daha çok ilaç kullanılması gerekebilir. Bunlar ise sistemin ana kazanç kapıları. Sistem sağlık sorunları çözümlensin istemiyor. Sistem bunun için çaba sarf edilsin istiyor. Çünkü en çok kazanç ancak o zaman olası.
Onun için bir uzman hekim, kendinden daha çok bilen ve daha çok iş yapan, daha çok sonuç alan pratisyenden daha çok para alıyor. Gerekçe hazır: Çünkü o biraz daha fazla eğitim gördü. Ama o biraz daha çok eğitim aslında daha az eğitimi kabullenmek demek. Dolayısıyla daha az eğitim gördüğü, daha az şey bildiği için ödüllendiriliyor.
Ezber, ezber, ezber
Ama bu ödülü kazanabilmesi için çok çalışması gerekiyor. Klasik ama en çok iki yılda değişecek bilgilerin, kitap sayfalarının en altındaki dipnotlarda yazılı olan şeyleri bilmesi gerekli.
Sistemin bir başka tuzağına düşerek kurslara gitmesi, yaşamla bağdaşmayan ayrıntıda kalan bazı soruların yanıtlarını bilmek için paralarını çeşitli kaynaklara dökmesi gerek.
Çünkü sistem kazanandan ve kazandırandan yana. O da onu yapıyor. Tıp Fakültesi Diploması almayı bir yana koyarak adına "TUS" denen bir sınavı kazanmayı hedefliyor. Üstelik her sınavda bir öncekine göre en az 3-4 bin kişinin eklendiği bir aday grubun içinde, her seferinde katlanarak azalan şansını denemek zorunda.
Rant kapısı sınavlar
Açılan bin kadroya çok değil iki yıl önce 9-10 bin kişi başvururken, şimdi en az 15 bin kişi başvuruyor. Bir tuzak daha var oysa; burada. Sınavlar artık bu elemeyi geçebilmek için yapılmıyor. Artık sınavlar bizatihi rant kapısı. Bundan yararlanmak isteyenler ona göre kurguluyorlar her şeyi.
Diğer yandan sistem bir açmazını da çözmüş oluyor böylelikle: Sistem ikinci basamak tedavi kurumlarında eksikliğini hissettiği insan gücünü bu yolla kazanıyor.
Yazılı kurallara göre asistanlar ancak kendilerini eğiten birinin yanında ve onun denetim ve gözetiminde hizmet vermesi gerekirken artık öyle değil.
Kendini yetiştiren asistan ve "sorumluluk sigortası"
Şimdilerde öğretim elemanı olmadan kendi kendine yetişen asistanların uzman olduğu dönemler yaşıyoruz. Daha çok sayıda insan bu nedenle daha çok mağdur oluyor.
Bu nedenle tıbbi uygulama hatalarına maruz kalmamak neredeyse piyangodan çıkan bir şans haline gelmiş. Kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımı bile sorunu çözemeyince; "tıbbi yanlış uygulamalarda mesleki sorumluluk sigortasını" gündeme getirerek bir uzlaşma şansını denemek istiyor sistem.
Bir yandan da bunun getireceği artı değeri ve rantı da göz önünde tutuyor. Dolayısıyla "asistan" denilen insan para kazanmak için emeğinden bedava yararlanılan bir işgücü konumuna gelmiş. Buna bile razı olmak zorunda olan hekimin önündeki şans ya da şanssızlığın adı "TUS" yani "tıpta uzmanlık sınavı" olmuş.
Bugüne gelişin öyküsü
Toplumu ve insanı gözeten sağlık sistemleri kapitalizmin emeğe en yoğun gereksinim duyduğu dönemlerde oluşmuştu. İnsanların üretkenliklerini engelleyen sağlık sorunlarını en aza indirgeyip, onların artı değerlerinden en çok düzeyde yararlanmak için yapılmıştı ve bedeli bir tür yatırım maliyetiydi.
Çünkü yaşanan sağlık sorunları; özellikle bir canlı hastalık kaynağının neden olduğu hastalıklar büyük kırımlara yol açıyordu. Dahası onları etkileyen bu tür sağlık sorunları bazen hızlı bir şekilde yayılıp elinde sermayeyi bulunduran çevreyi ve yönetici kesimle onun yakınlarını da etkiliyordu.
"Halk" ya da "toplum" sağlığı düşüncesi başka bir deyişle sağlık sorunlarını ortaya çıkmadan çözümleme düşüncesi bu dönemin ürünüydü. Diğer yandan kapitalimin kâr mantığı bunu gerekli kılıyordu; çünkü sağlık sorunlarının bu biçimde çözümlenmesi daha az maliyetliydi.
100 ekmeğe üretilen ayakkabı 200 ekmeğe
Ne zaman ki kapitalizmin yüksek kârlılığı emek yoğun işlerden uzaklaşarak, üretilenin satılması yani ticarileşmesine kaydı, o zaman artık emeğe daha az vererek onu kullanma olanağı doğdu.
Dolayısıyla artık emeğin üretkenliğini artırmak için para harcamak gerekmiyordu. Emek ne iş yaparsa yapsın tükettiği için ödediğiyle artı değeri sermaye sahibine aktarıyordu.
Küreselleşmiş sermayenin egemenlik alanı genişledikçe bu daha belirginleşti. Bizim ülkemizde ayakkabı 100 ekmek karşılığında üretilebilse de, onun için bedel ödeyecek olan insan 200 ekmek parası ödemek zorunda kalıyordu.
Emeğin değerini düşürmek
Bir başka deyişle artık değer payı çok az olan ekmek üretiminde çalışsa da ürettiği artık değerinden kendi patronuna değilse bile genel ve küreselleşmiş sermaye sahibine iki kat pay veriyordu.
Dolayısıyla düşen emek değeri nedeniyle rekabet eden üretim ya da üretim değil, üretimin ana unsurlarından birisi olan emek oluyordu. Emeğin rekabetinin ise bir tek yolu vardı: emeğin değerini düşürmek, yani ucuzlatmak.
İşte bu kural her üretim alanında olduğu gibi sağlık alanında da geçerli oldu. Artık insanlar daha az bedel karşılığında daha çok kazandırabilecek duruma gelmişlerdi.
Her şey kar için
Bunu sağlamak üzere sayıları 40'ı geçen tıp fakültesine her yıl 5-6 bin düşük emek bedeliyle hizmet sunacak yeni kaynaklar kabul ediliyordu.
Diğer yandan insanlar sağlıklı olmanın ne demek olduğunu öğrenmişler ve bunun için bir şeyler ödemeyi kabul etmeye başlamışlardır.
Her şeye "kâr" mantığıyla bakan kapitalist sistem bu durumu görmezlikten gelemezdi; gelmedi de.
Artık "uzmanlar" gerekli
Sağlık da artık bir kazanç alanı olarak yeniden örgütlenebilirdi. II. paylaşım Savaşı'nın harekete geçirdiği sağlık alanındaki gelişmeler, daha 20. yy bitmeden onun son çeyreğinde hızla gelişen bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri değerinden daha fazlasını kazandıracak hale getirmeyi bildi.
İşte bunun için gerekli insan gücü de yeniden şekillenmeliydi. Şekillendi: Artık "uzmanlar" gerekliydi.
Yasaklı bir ülkede yaşamanın bedeli bunlar. Bir çözümü var: Yasaklara karşı çıkmak. Acaba hangisinden başlamak gerekli. İşte gerçek soru bu: "hangisinden başlamak gerekli?" (MS/NM)