Çok geriye gitmeye gerek yok: Hrant Dink'in katil zanlısı O.S'nin internet yazışmaları, Örnek Paşa'nın güncelerinin ilk kez bir internet sitesinde yayınlanmış olması bir yana, daha geçen hafta "Danone ürünleri ile ilgili internette karalama kampanyası" haberleri gazetelerin ekonomi sayfalarını süslüyordu.
Aslında rakamsal veriler bu gelişmenin ipuçlarını açık açık gösteriyor: Türkiye Ulusal İstatistik Kurumu (TUİK) ve Microsoft Türkiye verilerine göre, 2006 itibarı ile, Türkiye'de internet kullanıcı sayısı 15 ila 16 milyon civarına ulaşmış durumda.
Microsoft Türkiye'nin Eylül 2006 verilerine göre Türkiye, MSN messenger kullanımında 14,4 milyon kişi ile dünya üçüncüsü durumunda, 10,2 milyon adet de Türkiye kaynaklı hotmail adresi bulunuyor. Bir başka önemli gösterge blog kullanımı; 2005 yılında kurulan blogcu.com Alexa istatistiğine göre, Türkiye'nin en çok ziyaret edilen 12. web sitesi; burada 375.000 blogcu bulunuyor, yaklaşık 2.500.000 blog yazısı her ay milyonlarca kişi tarafından ziyaret ediliyor...
2000'li yılların başında, daha İXİR'in şaşaalı reklam kampanyaları varken, henüz meşhur Şubat 2001 krizi kapımızı çalmamışken kullanıcı rakamının ancak 2 milyon mertebesinde olduğunu hatırlayacak olursak, önümüzde ne kadar kayda değer bir gelişme olduğunu görmek mümkün aslında. Şahsen ben, bu anlamda, çok geç değil, önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde, küresel planda ortaya çıkacak yepyeni uygulamalar ve bunun olası toplumsal sonuçları bir yana, Türkiye'de bu alanda çok daha şaşırtıcı gelişmelere tanıklık edeceğimizden eminim artık.
Bilinmeyene duyulan tepki mi?
Bu gelişme karşısında, genel olarak, ülkemizde kamuoyunda üç tip olumsuz tepki gündem oluşturuyor halihazırda. Birincisi daha çok entelektüel çevreleri, özellikle Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra, yakın zamanda etkisi altına alan endişeli bir "neler oluyor" hali; bu kesim, biraz da dehşet içerisinde, kendi alışkanlıklarının haricinde bambaşka, devingen, yerine göre tehditkar ve hoyrat, oldukça politize bir ilişkiler ağının varlığını keşfettiler internette...
İkinci bir tepki -ki bu çok daha ağırlıklı- siyaset ve kamu yönetimi dünyasından geliyor ve özü itibarı ile çok iyi bildiğimiz "memlekete internet gerekiyorsa en iyisini ben yaparım" refleksine dayanan yasakçı ve güvenlikçi tutum. Bu cephede herkes kendi meşrebine göre bir yönü öne çıkartıyor, çocuk pornosundan Atatürk'e hakarete kadar...
Üçüncü tepki ise medyatik bireyler ve şirketler cephesinden gelmekte. Artan sayıda kişi veya şirket bir yandan spekülatif, çoğunlukla karalama amaçlı haber ve mail zincirlerine karşı hukuk yolu ile bir engelleme çabası içine girerken, sınırlı olanaklarla karşı bilgi akışını sağlamaya çalışıyorlar. Danone örneğinde olduğu gibi, yeterli olmadığı ya da gereğinden fazla zarar gördüklerinde, istisnai olarak konuyu yazılı basına kadar taşımak zorunda bile kalabiliyorlar.
Bu çerçevede, çok uzak olmayan bir zaman diliminde, hukuki düzenleme zaruretini kendine dayanak yapan internet üzerinde "kamu" odaklı artan bir kontrol gayretinin daha yoğun bir biçimde gündeme getirileceğini varsaymak çok da kötümser bir yorum olmayacaktır.
Ancak mevcut teknolojik gelişme sürecini birazcık anlayanlar daha rahat hak verecektir; bu yaklaşımın, Ankara hangi gayretin içine girerse girsin, bu saatten sonra bir çözüm olamayacağı da çok açık. Aslında daha geniş bir perspektifte, dünya tarihi bunun örnekleri ile dolu; sosyal gelişmeler teknolojinin ivmesini arkasına aldıklarında bu çark geriye işlemiyor! Hele ki internet söz konusu olunca bu hiç mümkün değil.
Gerçekte atılması gereken ilk adım son derece basit. Kamuoyuna öyle ya da böyle etki etmeye çalışan tüm kesimlerin, gelişen süreci görmezden gelip beyhude çabaların peşinde koşmayı bırakmaları, yaşananları olabildiğince nesnel tarif edip, geriye değil ileriye doğru uyumlu çözümlerin arayışlarını geliştirmeleri gerekiyor. Bu noktada bilişim profesyonelleri kadar, belki de daha çok, iletişim profesyonellerine de görev düşüyor.
Bu yazının temel amacı da bu. Doğru soruları sormak ve şu an önümüzde yaşananın gelişim eğilimlerine uyumlu çözümlemeleri yapabilmek: Türkiye'nin özgün koşullarında internet fenomeni ne anlama geliyor ve bu bağlamda özellikle önümüzdeki yıllarda karşımıza çıkacak yeni iletişim ve kamuoyu oluşturma süreçleri neler olacak?
İnternetin çekim gücü nereden geliyor?
Türk insanı neden birden internete bu kadar yoğun bir ilgi gösteriyor sorusunun cevabına gelmeden önce, bu insanların kimler olduğuna bakmakta yarar var kuşkusuz. Buradan bulacağımız bazı ipuçları bu sorunun doğru cevabına nesnel bir yaklaşımı kolaylaştıracaktır...
MyNet tarafından yayınlanan "GFK Internet Kullanıcı Profili Araştırmaları'na (2006-7) göre Türkiye'de internet kullanıcılarının yüzde 53'ü 15-24 yaş grubunda ve yüzde 66 oranında erkek. Yüzde 72 oranında C1-C2 sosyo-ekonomik grubundan ve ağırlıklı olarak lise ve orta öğretim düzeyindeler.
Yine bu kişilerin yüzde 33'ü internet ile son 1-2 yıl içerisinde tanışmış; ortalama yüzde 45'i günde bir veya daha fazla defa internete giriyor. Ayrıca 2005'den 2006'ya giden süreçte, ADSL kullanımının yaygınlaşması ve PC'lerin giderek erişebilir fiyat ve taksitlerle satılmaya başlaması ile birlikte, kullanım mekanı olarak internet kafeler ve işyeri büyük bir hızla gerilerken evde kullanım oranı artıyor (yüzde 36'dan yüzde 43'e geçiş).
Bu internet kullanıcı bilgilerini, örneğin AB verileri kıyasladığımızda ise, karşımıza oldukça çizgi dışı bir durum çıkıyor.
Yukarıdaki satırlarda değindiğimiz olağanüstü yüksek artış bunlardan ilk görülen. Türkiye'de internet kullanımı son dört yılda yüzde yüzlerin üstünde artış göstermiş durumda; iki yıl öncesinde yüzde 11 mertebesinde bulunan internet penetrasyonu, 2006 itibarı ile yüzde 21'e ulaşmış vaziyette ve besbelli ki yakın bir zaman içerisinde en azından Kuzey ülkeleri (İsveç, Danimarka vs.) dışında kalan AB ülkelerini yakalayacak.
Ancak asıl farklılık yukarıdaki üç veri seti ile ilgili. Birincisi AB'ye göre Türkiye'de internet kullanıcısı çok daha baskın bir biçimde genç ve bir bölümü bu yaş bağlamından kaynaklansa da çok daha düşük eğitimli. AB ülkelerinde ise toplam olarak internet kullanıcıları ağırlıklı olarak orta yaşlı ve üniversiteli.
İkincisi yine Türkiye'nin gerçeklerini yansıtır biçimde Türk internet kullanıcıları gereğinden fazla "erkek".
Sonuncu aykırılık ise ağırlıklı sosyo-ekonomik grup noktasında gündeme geliyor. AB ülkelerinde internet kullanımının ağırlık merkezi daha üst gelir grupları iken, bizde bunun ağırlık merkezi orta ve orta alt gelir grubu. Sanki Türk insanı "digital divide"ı boşa çıkartmak istermişçesine, dişinden etinden ayırıp internete koşuyor gibi bir durum söz konusu...
İki temel olgu bu süreci dinamize ediyor diye düşünüyorum. Birincisi, başta 2001 ekonomik krizinin tetiklemesi ve ardından gelen AB uyum yasalarının kolaylaştırıcı etkisi ile orta sınıflardan başlayarak tüm topluma sirayet eden özünde radikal ve dışlayıcı bir siyasallaşma olgusu. Bunu ancak, salt militan, birebir siyasallaşma olarak algılamamakta yarar var; üniversite gençliğinde daha belirgin olarak ortaya çıkan bu militan tavırlar aslında buzdağının sadece görünen kısmı. Bu siyasallaşma çok daha kapsayıcı, bir başka deyişle aşırı şüpheciliğe bulanmış bir endişe ve abartılı bir özgüven sarkacında, bireylerarası ilişkilerden kimlik konularına, şirketlerden ürünlerinin güvenirliliğine, bildik siyasi konu başlıklarının ötesinde kendi dışımızdaki tüm konulara biçimlendiren bir motivasyon... Nitekim bu nedenle, özel bir değişiklik olmasa da, gazete satışları yükselen bir ivme gösteriyor, bu yüzden Türkiye'de kitap satılmaz yargısı tarihe karışıyor; yayıncılık artık bir hayli karlı bir meslek haline geliyor.
İkinci önemli bir olgu ise, daha Özallı yıllardan başlayarak gelen, Türk toplumunun her kesimini derinden etkileyen, bir çok bakımdan fütursuz olarak değerlendirilebilecek, her koşulda kendini gösterme, dikkat çeker olma ve bununla bağlantılı olarak aşırı bir kendini ifade etme arzusudur. Nitekim halihazırda internet, Türk toplumu nezdinde televizyondan sonra kendini en küçük "utanma duygusu" olmadan, bütün fütursuzluğu ile "gösterebilmenin" aracı haline gelmiş durumda.
Toplamda şöyle bir resim ortaya çıkıyor: Türk toplumu, kendi "mecra"sını internette bulmuş durumda; kendi "gerçek" yüzünü orada gösteriyor. Bir taraftan ulusal gündemin öncelikler sıralamasında hiç bir zaman yer bulmayan kendi yerel, özel ilgilerini paylaşıma sunarken, diğer taraftan da toplum içerisinde başta cinsellik olmak üzere birey olarak sormaya cesaret edemediği ne varsa bütün açlığı ile burada onun peşine düşüyor.
Özetle internetin açık mimarisi, Türkiye'nin her gün her köşebaşında tanıklık ettiğimiz kendi özgün kaosu ile birleşince ortaya hem inanılmaz bir dinamizm hem de bir o kadar "tehlikeli" (!) bir alaşım çıkıyor ve bütün bu süreç kitle iletişim araçları ve orada yer bulan toplumsal aktörlerin dışında paralel, hatta onların fevkinde bir yeni kamuoyu oluşumu anlamına geliyor.
Sosyal sorunlara sosyal çözümler
Türkiye'nin en zor yaptığı şey bu. Bunun yerine bugüne değin sıklıkla güvenlik odaklı çözümlerin arayışı içinde oldu. Gerekçesini, dışarıdan biri, Türkiye'yi iyi tanıdığı anlaşılan etkin bir Amerikalı, Baba George Bush'un Ulusal Güvenlik Başdanışmanı General Brent Scowcroft, köşe yazarı Cengiz Çandar'a son derece çarpıcı biçimde tarif etmiş aslında.
"Üç Türkiye var" diyor Scowcroft:
* İstanbul. İş aleminin Türkiye'si. Paris ile, Londra ile aynı dalga boyunda bir şehrin temsil ettiği Türkiye;
* Ankara, İdari merkez. Siyasi kararların alındığı yer. Bu, İstanbul'dan farklı bir Türkiye;
* Üçüncü Türkiye. Değil 21. yüzyılda yaşamak, 20. yüzyıla bile gelememiş gibi gözüken Türkiye.
Ve ardından ekliyor: "Böyle bir ülkenin nereye savrulacağı belli olmaz".
General Scowroft, konumuzla bağlantılı olarak burada, dolaylı biçimde bu alternatif kamuoyunun kimler tarafından oluşturulmakta olduğunu; Türkiye'de -örneğin en az Türkiye kadar " mozaik" bir İspanya- neden Batı ülkelerinde olduğu gibi homojen bir sosyo-kültürel oluşum ve bunun uzantısı olarak tekil ve hakim bir kamuoyu oluşamadığını da açıkça anlatmış oluyor. Tabii o zaman gelsin internet kanunları!!! Yönetemiyorsan yasaklarsın; kendi yağında kavrulursun...
Buna karşın bu alternatif kamuoyu da, madalyonun bir yüzüne bakacak olursak, görünürde Çetin Altın'ın "şikayetçi" tarifi ile, "yaşadıkları çağları emzirip onlarla bir türlü bütünleşememiş köylü ağırlıklı toplumlar, siyasal naralanmalarında kaba kuvvete odaklanmanın tütsüleriyle kendilerini rahatlatma alışkanlığından kurtulamasalar da" vaziyetinde şekilleniyor aslında pek doğal olarak...
Bu da demek oluyor ki, bu yeni kamuoyu bolca yalan dolan, yanlış bilgi ve bolca spekülasyondan muzdarip... Bu ağa dahil olamayanların da -ki sıklıkla kurbanı olmak durumundalar- en temel sıkıntısı bu noktada. Çünkü bu yeni ve alternatif mecra üzerinde oluşan kamuoyunun iki ayırt edici özelliği bulunuyor. Birincisi mesajı gönderen ile alan arasındaki zihni eşitlik mesajın inandırıcılığına bilfiil doping etkisi yapıyor; ikincisi ise, internet üzerinde sunulan bilginin devasa boyutları mesajı alan insanların, daha en başından "yakınlık etkisi" ile mesajın inandırıcılığı konusunda teslim olmalarına yol açıyor. Bu noktada Türkiye'de internet'in tüm topluma salgın gibi yayılan muhtelif komplo teorilerinin birinci elden taşıyıcı olmasına da şaşmamak gerekli...
Akla gelen internet komplo streotiplerini sayacak olursak:
"Tüm dünya Türkler aleyhine komplolar hazırlıyor."
"Şeriatçılar gizli programlarını uygulamaya koydular."
"Ülkemizde mevcut zengin petrol veya bor yataklarının ortaya çıkarılmasına yabancı güçler izin vermiyor."
"Batı Türkiye'yi Sèvres sınırlarına döndürme fikrinden asla vazgeçmeyecek."
"Yabancı şirketler Türk tüketicilerini kobay olarak kullanıyor."
"Topraklarımızı satın alan yabancılar bizi memleketsiz bırakacaklar."
"Ülke siyaset ve ekonomisinin Müslüman olmuş gibi gözüküp el altından âyinlerini sürdüren Sabetayitislerin elinde."
"Toplumumuzda siyaseti perde arkasından idare eden asıl güç Masonlar..."
Tabii daha da çoğaltmak mümkün bunları. Ortak özellikleri hiç birinin bilimsel kıstaslarla kanıtlanması ya da reddedilmesinin mümkün olmaması. Bu bağlamda, kendi küçük dünyasını, ilişkilerini bir yandan internetin devasa sonsuzluğuna açarak güç kazanan birey, bir diğer yandan karşısına çıkan olağanüstü toplumsal devinim ve bilgi birikimi karşısına böylelikle kendine ve kendi gibilerine şaşmaz, güçlü bir savurma mekanizması oluşturabilmektedir. Elindeki muhtelif komplo streotipleri ona, kurumları, anlamadığı dış dünyaları, davranış biçimlerini anlamlandırmak için son derece işlevsel bir araç olmaktadır...
Ama unutmamak gerekir ki; bir de madalyonun diğer yüzü var ve bu yüzünde 21. yüzyıl insanının bütün olağanüstü potansiyelleri gizli. İnternet hem bir mecra aynı ölçüde de bir araç ve her araç gibi masum değil; kendisini kullanan insanı da orta ve uzun vadede daha önceden hiç bir biçimde öngörmediği yeni yollara sürükleyip, orada ayakta kalmayı öğrenmesini sağlayacak. Tıpkı otomobil kullanmak gibi; otomobil kullanmak başlangıçta at arabası kullanmaktan farklı gözükmeyebilir çok kişiye ama kullandıkça, en cahil kişi bile, hız, zaman gibi temel kavramlardan başlayarak bir çok yeni bilgi ve deneyimi içselleştirmek zorunda kalır.
İnternet kullanıcısı için benzer bir süreç kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Hasbelkader mevcut eğitim sistemimiz içerisinden geçmiş bireylere, orta ve uzun vadede internetin iki temel katkısı olacak. Birincisi mevcut eğitim sistemimizde pek az öğretildiği gibi, hangi bilgiyi nerede nasıl bulabileceğini öğrenmek, ikincisi ise kendisini yazılı olarak ifade etmeyi öğrenmek.
Nitekim şimdiden bunun ilk işaretlerini görmekteyiz. Alexa istatistiklerine göre Türk internet kullanıcılarının başvurduğu web siteleri arasında ilk iki sırada karmaşık veritabanı yapıları ve interaktif özellikleri ile google ve mynet internet portalı bulunmaktadır.
Bu süreç geliştikçe, Türkiye'de internet kullanıcı sayısı bu hızla geliştikçe, oluşan devasa ilişkiler ağının içerisinde, az veya kötü eğitimli, genç ve sınırlı deneyimli bireyler yanı sıra, nesnel bilgiyi spekülatif olandan ayıran, holistik bir yaklaşımla kısır komplo yaklaşımlarının yerine görünürde bağımsız öğeler arasındaki bağlantıları doğru kurup, doğru entegre ederek, bunlardan matematik toplamların ötesinde katma değer yaratmayı bilen 21. yüzyıl bireylerinin sayısı artacaktır.
Ancak bu aynı zamanda, daha şimdiden tek tek bireylerin, kurum ve kuruluşların, siyasetçilerin karşısına gelen, biz iletişimcilerin sıklıkla "hedef kitle" toptancılığı içinde tariflediğimiz, edilgen, tek yönlü iletişim kurulan bireyin de sonu demek. Ona göre de hazırlıklı olmak lazım!
* A. Cem İlhan, Tribeca İletişim Danışmanlık'ın kurucusu ve Genel Müdürü. Bu yazıyı Cem İlhan'ın şirket sitesinde yayınladığı blogundan alıntıladık. Vurgular bianet'e aittir.