*Manşet fotoğrafı: 9. yüzyıla ait bu el yazması, Süryani hekim Rēš Aynālı Sergius’un, Bergamalı Galen’in ‘Basit İlaçlar Üzerine’ adlı eserinin Süryanice çevirisini içeriyor.
1. Giriş
Türkiye’de bilgi, hiçbir zaman masum olmadı. Çünkü Türkiye’de tarih, hiçbir zaman yalnızca geçmişin hikâyesi olmadı. O, her zaman bugünü meşrulaştıran bir iktidar dili, bir hafıza mimarisi olarak işledi. Bu nedenle azınlıklar hakkında yazmak, gerçekte kimliğin değil, devletin kendi kendini anlatma biçiminin izini sürmektir. Süryaniler üzerine kaleme alınan akademik metinler de bu çerçevenin dışında değildir: Onlar, sessizliğin üretildiği ama aynı zamanda görünürlükle maskelendiği bir bilgi rejiminin parçasıdır.
Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye’de bilgi, “ulusal birlik” ve “bilimsel tarafsızlık” ilkeleriyle meşrulaştırılmış; ancak bu tarafsızlık iddiası, devletin ideolojik merkezine dokunmayan bir sessizlik alanı yaratmıştır. Bu sessizlik, özellikle azınlık çalışmalarında kendini en çıplak hâliyle gösterir: Konu görünürdür ama temsili denetlenir; anlatılır ama öznesi konuşamaz. Süryaniler bu temsil düzeninde, “sadık tebaa”, “kadim kültürel miras” ya da “Hıristiyan geleneğin zararsız kalıntısı” olarak yer alır. Böylece tarih, bir hatırlama pratiği olmaktan çıkıp, unutuşun kurumsal biçimi hâline gelir.
Bu makale, Türkiye’deki Süryani çalışmalarını yalnızca tematik çeşitliliğiyle değil, bu sessizlik rejimiyle kurduğu ilişki üzerinden yeniden düşünmeyi amaçlamaktadır. Çünkü burada mesele, Süryaniler hakkında ne kadar bilgi üretildiği değil; bu bilginin kim tarafından, kimin adına ve hangi sınırlar içinde üretildiğidir.
Çalışma, akademik metinleri bilgi üretiminin nötr ürünleri olarak değil; iktidarın kendi meşruiyetini yeniden ürettiği söylemsel araçlar olarak ele almaktadır.
Bu bağlamda Süryani araştırmaları, Türkiye akademisinin aynası gibidir: Görünürde çoğulcu ama derinde homojenleştirici, eleştirel gibi görünen ama devletin dilinden konuşan bir bilgi geleneği. Bu nedenle bu makale, yalnızca bir azınlık literatürüne katkı değil; Türkiye’de bilginin nasıl kurulduğunu sorgulayan bir epistemolojik müdahaledir.
1.1 Çalışmanın amacı, kapsamı ve epistemolojik çerçevesi
Türkiye’deki Süryani halkı, bu coğrafyanın en kadim halklarından biri olarak, antik dönemden moderniteye uzanan tarihsel sürekliliğiyle dikkat çeker. Ancak bu tarihsel derinlik, Türkiye’nin akademik bilgi rejimi içinde kesintiye uğramış; Süryaniler, kimi zaman resmî söylemin izin verdiği ölçüde görünür kılınmış, kimi zaman da tamamen sessizleştirilmiştir. Bu makale, 2000-2022 yılları arasında Türkiye üniversitelerinde Süryaniler üzerine üretilmiş 335 akademik çalışmayı –makaleler ile yüksek lisans ve doktora tezlerini de kapsayacak şekilde– eleştirel bir biçimde analiz etmektedir.
Amaç yalnızca bu literatürün nicel bir haritasını çıkarmak değildir; asıl hedef, bu bilgi üretiminin dayandığı epistemolojik temelleri, metodolojik sınırlılıkları ve ideolojik yönelimleri deşifre etmektir. Çalışmanın temel tezi, Türkiye’deki Süryani çalışmalarının büyük ölçüde Cumhuriyet döneminin resmî tarih ve kimlik söylemiyle uyumlu biçimde şekillenmiş olduğudur. Bu söylem, Süryanileri genellikle “sorunsuz biçimde uyum sağlamış” folklorik unsurlar, “dış etkilerden uzak sadık tebalar” ya da politik öznelliğinden arındırılmış “kadim dinî cemaatler” olarak temsil eder.
Bu temsiller, Michel Foucault’nun bilgi/iktidar diyalektiği[1], Edward Said’in Oryantalizm eleştirisi[2] ve post-kolonyal teorinin temsil ve sessizlik kavramları[3],[4] aracılığıyla okunduğunda akademik bilginin “tarafsız” bir bilgi değil; iktidar ilişkilerinin içinden türeyen bir inşa biçimi olduğu görülür. Bu bağlamda Türkiye’deki Süryani çalışmaları, görünürde azınlık araştırması olsa da, gerçekte ulus-devletin bilgi üzerindeki tahakkümünü yeniden üreten bir ideolojik pratik hâline gelmiştir.
Bu çalışma, Türkiye’deki Süryani çalışmalarına dair üç temel soruya yanıt aramaktadır:
- Tematik ve metodolojik eğilimler: Türkiye üniversitelerinde Süryaniler üzerine yapılan çalışmalar hangi temalar etrafında yoğunlaşmaktadır ve bu dağılımın altında hangi politik dinamikler yatmaktadır?
- Temsil biçimleri ve sessizlikler: Mevcut literatür, Süryani kimliğini ve tarihini temsil ederken hangi kavramsal çerçeveleri kullanmakta; hangi sesleri, olayları veya perspektifleri dışlamaktadır?
- Ulus-devlet anlatısıyla ilişki: Bu akademik söylem, Türkiye’nin homojenleştirici ulus-devlet kurgusu içinde “azınlık” olgusunu nasıl konumlandırmaktadır?
Metodolojik olarak çalışma, Eleştirel Söylem Analizi’ni (ESA)[5],[6] benimsemektedir. ESA, dilin yalnızca bir anlatım aracı değil, toplumsal gerçekliği kuran ve iktidarı yeniden üreten bir araç olduğunu varsayar. Bu yöntem aracılığıyla 335 çalışmanın kavramsal çerçeveleri, atıf ağları, metaforik yapıları ve sessizlik stratejileri analiz edilmiştir. Böylece, akademik söylemin yalnızca Süryanileri nasıl temsil ettiği değil; bu temsilleri mümkün ve meşru kılan iktidar ilişkileri de görünür hâle getirilmiştir.
Sonuç olarak bu çalışma, Türkiye’deki akademik alanı “bilimsel bilgi” üreten tarafsız bir yapı olarak değil, devlet ideolojisinin sürekliliğini ve meşruiyetini yeniden üreten bir söylemsel düzen olarak ele almaktadır. Çalışmanın amacı, yalnızca literatürdeki boşlukları tespit etmek değil; Türkiye’de azınlık çalışmalarını eleştirel, çoğulcu ve etik bir bilgi rejimi çerçevesine taşımaktır. Bu bağlamda çalışma, bilginin üretimini bir araştırma etkinliği olmaktan ziyade, adalet ve temsil sorumluluğuyla iç içe geçmiş bir epistemolojik alan olarak konumlandırmaktadır.
2. Teorik ve metodolojik çerçeve: İktidar, temsil ve sessizlik
Bu bölüm, Türkiye’deki Süryani çalışmalarını şekillendiren temel düşünsel dayanakları ve yöntemsel yaklaşımları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Amaç, bu literatürü yalnızca içerik üzerinden değil; onu mümkün kılan iktidar ilişkileri[1], temsil biçimleri[3] ve sessizlik stratejileri[4] üzerinden okumaktır. Böylece bilgi üretimi, tarafsız bir akademik etkinlikten ziyade, ideolojik sınırlarla çevrili bir söylem alanı olarak ele alınacaktır.
2.1. Foucaultcu iktidar/bilgi diyalektiği ve “Süryani arşivi”
Foucault, bilginin tarafsız bir keşif değil, belirli iktidar yapılarını kuran ve sürdüren bir “hakikat rejimi”nin ürünü olduğunu öne sürer[1]; yani toplumda hangi bilginin doğru, geçerli ve meşru sayılacağına karar veren söylemsel bir düzen. Bilgi, bu anlamda iktidarın hem nesnesi hem de aracıdır. Türkiye’deki Süryani araştırmaları bu perspektiften değerlendirildiğinde; akademik alanın yalnızca bilimsel meraktan değil, devletin meşru bilgi üretimini tanımlayan bu rejimden beslendiği görülür.
Bu söylem alanında:
- “Sorunsuz birliktelik” ve “kültürel uyum” gibi temalar meşrulaştırılırken; Seyfo, mülksüzleştirme ve zorunlu göç gibi tarihsel travmalar genellikle “istisnaî” ya da “tartışmalı” olarak kodlanmaktadır.
- Devlet arşivleri, “nesnel” bilgi üretiminin başlıca kaynağı ve bilgisel otorite konumuna yerleşirken; Süryani sözlü tarihleri ve diaspora anlatıları “öznel” veya “güvenilmez” olarak dışlanmaktadır.
- Süryaniler, çoğunlukla “sadık tebaa”, “folklorik unsur” ya da “kadim kültürel zenginlik” biçiminde temsil edilmekte; böylece politik öznellikten soyutlanmış bir konuma indirgenmektedir.
Bu temsiller, bilginin devlet ideolojisiyle iç içe geçtiğini; akademik alanın eleştirel bir sorgulama zemini olmaktan çıkıp mevcut düzeni yeniden üreten bir ideolojik aygıta dönüştüğünü göstermektedir. Böylece akademi, yalnızca bilgi üreten bir kurum değil, toplumsal hafızayı disipline eden ve belirli bir düşünme biçimini dayatan bir iktidar mekanizması hâline gelmektedir.
2.2. Saidci oryantalizm ve “içsel öteki” olarak Süryaniler
Edward Said’in Oryantalizm kavramı[2], temsilin (bir grubun ya da gerçeğin kendi sesiyle değil, başkalarının dili, bakışı ve çıkarı üzerinden anlatılması anlamında) tarafsız bir betimleme değil; ideolojik bir eylem olduğunu gösterir. Yani temsil, gerçeği yansıtmak değil, güç ilişkileri içinde onu yeniden kurmaktır. Bu durum sadece “Doğu” için değil, ulus-devletlerin kendi içindeki farklı topluluklar için de geçerlidir. Türkiye’de bu, “içsel oryantalizm” biçiminde ortaya çıkar: devlet, bazı grupları “geri”, “egzotik” veya “az gelişmiş” olarak tanımlayarak onları kontrol altında tutar. Süryaniler bu söylemde, kendi tarih ve kültürleriyle konuşan bir topluluk olmaktan çıkar; devletin belirlediği sınırlar içinde tanımlanan bir azınlık kimliğine indirgenir.
Süryaniler bu söylemde:
- Tarihsel olarak “kendi kaderini tayin edemeyen”,
- Kültürel olarak “müzelik” ve “geçmişte kalmış”,
- Politik olarak “naif” ve “dış mihraklara açık” bir topluluk olarak temsil edilir.
Bu temsil biçimi, onları bilinebilir, sınıflandırılabilir ve dolayısıyla yönetilebilir nesnelere dönüştürür. Oryantalist epistemoloji böylece, yalnızca Batı’nın Doğu’ya değil, devletin kendi vatandaşlarına da yönelttiği içsel bir tahakküm biçimine dönüşür. Akademik söylem, bu tahakkümü “kültürel miras”, “hoşgörü” veya “kadim medeniyet” diliyle yeniden üretir.
2.3. Post-kolonyal teori ve sessizleştirilmiş sesler
Post-kolonyal teori, bilginin sömürgeci kökenlerini ve ulus-devletlerin bu bilgi biçimlerini nasıl içselleştirdiğini sorgular. Spivak’ın “Madun konuşabilir mi?” sorusu[4], Türkiye bağlamında hristiyan halkların tarihsel olarak “konuşma hakkı”nın sistematik biçimde bastırıldığını anlamak açısından açıklayıcıdır.
Bu perspektiften bakıldığında, Süryaniler yalnızca azınlık statüsünde değil, aynı zamanda “madun” konumundadır. Akademik metinlerde:
- Kimin konuştuğu, kimin susturulduğu belirgindir.
- Travmatik olaylar (Seyfo, göç, mülksüzleştirme) ya önemsizleştirilir ya da rasyonalize edilir.
- Diaspora Süryanilerinin eleştirel perspektifleri “politik” ya da “yabancı” bulunarak dışlanır.
Post-kolonyal okuma, bu sessizliklerin ideolojik işlevini açığa çıkarır. Akademi, burada yalnızca bir bilgi üretim alanı değil, aynı zamanda “kimin insan, kimin azınlık” olduğuna karar veren bir iktidar mekanizması haline gelir.
2.4. Metodoloji: Eleştirel söylem analizi (ESA)
Bu çalışma, yukarıda sunulan teorik çerçeveyi Eleştirel Söylem Analizi (ESA) yöntemi aracılığıyla somutlaştırmaktadır. ESA, metinleri yalnızca dilsel yapıları üzerinden değil, bu yapıların toplumsal bağlamlarda nasıl ideolojik anlamlar ürettiğini çözümleyerek ele alır.
Bu kapsamda, 2000-2022 yılları arasında Türkiye üniversitelerinde üretilmiş toplam 335 akademik tez ve makale, kullandıkları kavramsal setler, atıf ağları, metaforik yapılar ve sessizlik stratejileri bakımından incelenmiştir. Amaç, Süryani gerçekliğini betimlemekten ziyade, akademik söylemin resmî ideolojiyle nasıl eklemlendiğini görünür kılmaktır.
Analiz sürecinde bu 335 metinden 60’ı, temsil gücü ve içerik çeşitliliği dikkate alınarak doğrudan derinlemesine inceleme ve atıf listesine dahil edilmiştir. Dolayısıyla okuyucu, bu 60 çalışmaya ait referansları makale içinde, özellikle kuramsal çerçeve bölümünde bulabilecektir.
3. Resmî ideolojinin akademik üretim üzerindeki belirleyici etkisi
Türkiye’deki akademik üretimin, özellikle azınlık halklar üzerine yapılan çalışmaların karakteri, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren biçimlenen resmî ideolojinin sınırları içinde şekillenmiştir. Süryani çalışmaları bu bağlamda, yalnızca entelektüel bir merakın ürünü değil, aynı zamanda ulus-devletin bilgi politikalarının bir yansımasıdır.
3.1. Resmî ideolojinin dayanakları ve Süryani varlığının konumu
Cumhuriyet ideolojisi, homojen bir ulusal kimlik tahayyülünü iki temel sütun üzerine inşa etmiştir: Türk Tarih Tezi[19] ve Türk-İslam Sentezi[10],[11],[12]. Bu iki ideolojik yapı, Türkiye’deki etno-dinsel çeşitliliği “birlik için tehdit” olarak kodlamış, farklı kimlikleri ulusun dışında veya marjında konumlandırmıştır.
Bu bağlamda Süryaniler, resmî söylemde iki biçimde tanımlanmıştır:
- Tarih-dışı bir unsur olarak: Türk Tarih Tezi, Anadolu’yu kadim bir Türk yurdu olarak kurgularken Süryanilerin binlerce yıllık yerli varlığını görünmez kılmış; onları “azınlık” veya “misafir” statüsüne indirgemiştir.
- Kültürel bir istisna olarak: Türk-İslam Sentezi, gayrimüslim halkları ulusal kimliğin dışında konumlandırarak “içsel öteki” kategorisine yerleştirmiştir. Böylece Süryaniler, siyasi özne olmaktan çıkarılmış; “korunması gereken folklorik miras” ya da “gözetim altındaki dini cemaat” olarak temsil edilmiştir.
Bu ideolojik çerçeve, akademik alana da sızmış ve Süryaniler üzerine yapılan çalışmaların büyük bölümü “sorunsuz birliktelik” mitini yeniden üretmiştir. Bu anlatı, geçmişte yaşanan travmaları, zorunlu göçleri ve asimilasyon politikalarını görünmez kılarak, Cumhuriyet’in “barışçıl modernleşme”[12],[13] söylemini meşrulaştıran bir araç haline gelmiştir.
3.2. Akademik kurumsallaşma ve bilginin yeniden üretimi
Bu ideolojik süreklilik, üniversitelerin yapısal mekanizmaları aracılığıyla kurumsallaşmıştır. Türkiye’deki yükseköğretim sistemi, özgür düşünce üretiminden ziyade resmî söylemin yeniden üretimini sağlayan bir disiplin alanına dönüşmüştür.
- YÖK ve denetim mekanizmaları: Yükseköğretim Kurulu (YÖK), tez konularından kaynak seçimine kadar görünmez sınırlar çizer. “Uygun” ve “bilimsel” kabul edilen araştırmalar, genellikle bu sınırları aşmayan, devletin tarih anlatısıyla uyumlu çalışmalardır.
- Danışmanlık ve entelektüel aktarım: Akademik hiyerarşi, eleştirel düşünceyi değil, ideolojik sadakati ödüllendirir. Danışmanlık sistemi, eleştirel bakış açılarının kurumsal meşruiyet kazanmasını zorlaştırarak düşünsel bir kapalılık üretir.
- “Doğru bilginin” ölçütleri: Akademik bilgi, çoğunlukla devlet arşivleriyle teyit edilen, ulusal birliği zedelemeyen içeriklerle sınırlıdır. Buna karşılık, Süryani diasporasının yayınları, sözlü tarih çalışmaları ve Seyfo literatürü (Seyfo, Süryanicede “kılıç” anlamına gelir ve 1915 Soykırımı’nı anlatmak için kullanılan bir terimdir) genellikle “taraflı” ya da “yabancı” olarak dışlanmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’de üniversiteler sadece bilgi üreten kurumlar değil; aynı zamanda devletin kimlik anlayışını yeniden üreten ideolojik yapılar haline gelmiştir. 2000-2022 yılları arasında hazırlanan Süryani konulu çalışmalar da bu yapının sınırları içinde biçimlenmiştir. Akademik söylemdeki temsil biçimleri, devletin tarih ve kimlik anlayışını yeniden üreten bir yansıma niteliği taşımaktadır.
3.3. Bilgi politikaları ve araştırmaların siyasal başlatıcılığı
2000’li yıllarda Süryaniler üzerine yapılan akademik çalışmaların ani artışı, “bilimsel ilginin” doğal bir sonucu değil; belirli bir siyasal yönlendirmeyle ilişkili bir bilgi-mobilizasyon stratejisidir. Bu dönem, Türkiye’nin Avrupa Birliği uyum süreci ve “çok kültürlülük” söylemiyle paralel ilerlemiştir. Devlet, azınlık kimliklerinin sınırlı görünürlüğünü, uluslararası arenada ‘‘demokratikleşme’’ göstergesi olarak kullanmıştır.
Aynı dönemde, Türkiye’de yükselen güvenlik merkezli devlet söylemi, bilgi üretiminin yönünü belirleyen başlıca unsur haline gelmiştir. Mardin, Diyarbakır ve Van gibi bölgelerde yoğunlaşan Süryani çalışmaları, bu çerçevede sahayı “kontrol edilebilir kültürel alanlar” olarak yeniden tanımlamıştır. Özellikle bu yıllarda Kürt siyasal hareketinin yasal ve toplumsal zeminde güç kazanması; bölgedeki ve diasporadaki Süryani topluluklarıyla dayanışma ilişkileri geliştirmesi, devletin Süryani kimliğini yeniden tanımlama çabasını hızlandırmıştır. Diaspora ilişkilerinin denetim altına alınması ve Süryani kimliğinin “devlet yanlısı cemaat” kimliğine dönüştürülmesi, bu güvenlikçi yaklaşımın doğrudan bir uzantısı olarak şekillenmiştir.
Üniversitelerde açılan araştırma projeleri, fon dağılımı mekanizmaları ve danışman yönlendirmeleri aracılığıyla, “meşru Süryani söylemi”nin üretimi bir devlet stratejisine dönüşmüştür. Bu nedenle, yalnızca metinler değil; bu metinleri mümkün kılan siyasal-iktidar koşulları da eleştirel biçimde incelenmelidir. Akademi burada, bilginin üretildiği yer değil, iktidarın bilgilendirildiği bir alandır.
4. Tematik yoğunlaşmalar ve epistemik seçicilik
Bu bölümde sunulan nicel veriler, yalnızca betimsel bir dağılım tablosu değil, Türkiye’deki akademik alanın hangi epistemolojik sınırlar içinde işlediğini gösteren ideolojik göstergelerdir. Girişte ortaya konan teorik çerçeve doğrultusunda, bu veriler bir “bilgi haritası” olarak değil, resmî ideolojinin bilgi rejiminin istatistiksel izdüşümü olarak okunmaktadır.

Veriler, incelenen 335 çalışmanın yarısından fazlasının “Tarih” (yüzde 50,7) alanında yoğunlaştığını; bunu “Din/Kilise” (yüzde 19,7) ve “Kültür/Kimlik” (yüzde 18,2) temalarının izlediğini göstermektedir. Yüzeyde bu çeşitlilik zengin bir tematik yelpaze izlenimi verse de, derinlemesine okuma bu dağılımın ideolojik seçiciliğini açığa çıkarır.
- Siyasetsizleştirilmiş Tarih: “Tarih” başlığı altındaki çalışmaların çoğu, iktidar ilişkilerini, çatışmaları veya toplumsal travmaları dışarıda bırakarak hanedanlar, dini kurumlar ve antik dönemlere odaklanmaktadır. Bu yönelim, tarihi politik bağlamından koparır; Foucault’nun deyişiyle bir “disiplinlenmiş bilgi”[1] alanı üretir. Süryani tarihi, böylece tartışmasız ve güvenli bir arkeolojik alana dönüştürülür.
- Folklorik Kültür: “Kültür/Kimlik” teması altındaki çalışmalar, kimliği çoğunlukla yemek, müzik, geleneksel kıyafet gibi folklorik ögelerle tanımlar. Bu yaklaşım, Süryanileri modern politik özneler olarak değil, “müzelik” bir kültürel kalıntı olarak sunar. Said’in belirttiği gibi[7] bu tür temsiller, ötekiliği egzotikleştirerek onu siyasal öznellikten mahrum bırakır.
- Marjinalleştirilmiş Temalar: Siyasal olarak hassas alanlar ise ciddi biçimde az temsil edilmektedir. “Soykırım” konulu 14 çalışma (yüzde 4,2) ve “Diaspora” üzerine yalnızca 12 çalışma (yüzde 3,6), akademik alanın travmatik ya da politik konulara mesafesini açıkça ortaya koyar. Bu sessizlik, Spivak’ın tanımıyla “madunun susturulması”nın[4], kurumsallaşmış biçimidir.
Bu tablo, Türkiye’deki Süryani çalışmalarıyla ilgili akademik alanın “meşru bilgi”yi hangi sınırlar içinde tanımladığını gösterir: Devletle çelişmeyen, siyasetsiz, kültürel olarak zararsız ve tarihsel olarak sterilize edilmiş bilgi. Bu çerçeve içinde üretilen akademik çalışmalar, eleştirel sorgulamayı değil, mevcut düzenin epistemolojik sınırlarını yeniden teyit etmeyi amaçlayan bir uyum söylemine dönüşür; böylece bilgi, gerçeği açığa çıkarmak yerine, iktidarın söylemsel istikrarını sürdürmenin aracına haline gelir.
4.1. Zaman içinde artan ilginin politik dinamikleri
Veriler, 2010 sonrasında Süryaniler üzerine yapılan akademik üretimde keskin bir artışa işaret etmektedir. Bu artış, bilginin kendiliğinden çoğalmasından değil, dönemin politik söylemlerinin bilgi alanını yeniden biçimlendirmesinden kaynaklanır.

- AB Uyum Süreci (2000-2008): 2000’li yılların başındaki yükseliş, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle eşzamanlıdır. Bu dönemde azınlık haklarına dair çalışmalar, Türkiye’nin uluslararası meşruiyetini güçlendiren “kültürel çeşitlilik” göstergeleri olarak işlev görmüştür. Süryaniler, Türkiye’nin “çok kültürlü” imajını destekleyen güvenli semboller hâline getirilmiştir.
- “Yerli ve Millî” Dönem (2010 Sonrası): 2010’lardan itibaren yaşanan akademik üretim patlaması, devletin “yerli ve millî” kimlik siyasetinin yükselişiyle paraleldir. Süryanilerin Anadolu’nun “kadim halkı” olarak vurgulanması, bu söylemin “otantik miras” ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak bu vurgu, eleştirel bir tarih yazımına değil, kültürel milliyetçiliğin yeniden üretimine hizmet eder.
- Güvenlik ve Gözetim Boyutu: Aynı dönemde bölgesel araştırma yoğunluğu (özellikle Mardin, Midyat, Van) güvenlik mantığıyla da örtüşür. Akademik saha, azınlıkların gözetim altında tutulduğu, bilgi üzerinden kontrol edilen bir alana dönüşmüştür. Üniversiteler, bu anlamda “bilgi üretim merkezi” değil, devletin epistemik gözetim ağlarının parçası haline gelmiştir.
- Bu dönemde, parlamenter sistem içinde mücadele veren Kürt siyasal hareketi etkin bir aktör olarak yalnızca Türkiye siyasetinde değil, onun periferisinde konumlanan kimlikler için de dönüştürücü bir moment yaratmıştır. Bu dönüşüm, Süryani topluluklarının siyasal yönelimlerini derinden etkilemiş; uzun süre marjinalleştirilen bir topluluğa, kamusal alanda yeniden görünür olma ve siyasal özneleşme imkânı sunmuştur. Kürt hareketinin açtığı temsil alanı, Süryaniler için yalnızca bir dayanışma zemini değil, aynı zamanda devletin mutlak tekelinde kurgulanan vatandaşlık fikrinin dışına çıkma olanağı olmuştur. Bu süreçte bazı Süryani temsilcilerin, Kürt partilerinin desteğiyle parlamentoya taşınması, iktidarın kimliği tanıma biçimlerini kökten sarsan bir sembolik kırılmaya işaret etmiştir. Ancak tam da bu nedenle, devletin refleksi gecikmemiş; Süryani kimliğini yeniden denetim altına alma, diasporik eleştiriyi bastırma ve “uyumlu cemaat” imgesini güçlendirme yönünde yeni stratejiler devreye sokulmuştur.
Dolayısıyla, akademik ilgideki artış epistemolojik bir genişleme değil, iktidarın yeni bilgi stratejisidir. Akademi, burada eleştirel düşüncenin değil, meşrulaştırıcı bilginin üretildiği alandır. Veriler, bilginin hangi politik bağlamlarda, kimler adına ve kimler hakkında üretildiğini göstermektedir.
4.2. Kurumsal dağılım: Coğrafya, güvenlik ve bilginin kontrolü
Türkiye’de Süryaniler üzerine yapılan akademik üretimin coğrafi ve kurumsal dağılımı, bilginin yalnızca nerede üretildiğini değil, kim tarafından ve hangi sınırlar içinde üretilebildiğini de gösterir. Bu dağılım, akademik alanın mekânsal haritasını aşarak, devletin bilgi üzerindeki gözetim ve denetim mekanizmalarının da izini sürmeyi mümkün kılar.

Tablo 3, Süryani çalışmaları alanındaki üretimin Türkiye üniversiteleri arasındaki dağılımını göstermektedir.
Üniversiteler arasındaki bu dağılım, Türkiye’de bilgi üretiminin coğrafi ve kurumsal hiyerarşilerini açık biçimde gösterir. Mardin Artuklu, Dicle, Adıyaman ve Van Yüzüncü Yıl gibi yerel üniversitelerdeki yoğunlaşma, yüzeyde “yerel temasa dayalı araştırma” izlenimi verse de, bu üretim çoğunlukla merkez tarafından tanımlanan ve denetlenen bir etnografik gözetim pratiğinin uzantısıdır. “Yerel bilgi” bu nedenle bağımsız bir üretim biçimi olmaktan çok, merkezî bilgi rejiminin yerel düzeyde yeniden dolaşıma sokulmuş hâlidir. Bu durumda akademisyen, çoğu kez devlete ait bilgi çerçevesini sahada yeniden üreten bir aracı konumuna indirgenmektedir.
Daha dikkat çekici olan, güvenlik kurumlarının (Millî Savunma Üniversitesi/Kara Harp Okulu, Polis Akademisi) bu alanda tez üretmesidir. Bu durum, Süryani tarihinin artık yalnızca beşerî bilimlerin konusu değil, millî güvenlik söyleminin bir bileşeni haline geldiğini göstermektedir. Bu kurumlarda hazırlanan tezlerde “Nasturi İsyanı”, “bölgesel tehditler” veya “gayrimüslim azınlıkların dış bağlantıları” gibi temalar öne çıkmakta; bilgi, doğrudan devlet güvenliği paradigması içinde konumlanmaktadır.
Bu çalışmalar, akademinin tarafsız bir bilgi alanı olarak değil, iktidarın kendi meşruiyetini yeniden ürettiği bir araç olarak işlediğini gösterir. Böylece araştırma, “azınlık” olgusunu eleştirel biçimde sorgulamak yerine, devletin güvenlik söylemini bilimsel dil içinde yeniden üretir.
Çalışmanın tam metni için: Türkiye’de Süryani çalışmalarının epistemolojisi: Resmi ideoloji, bilgi ve iktidar
Türkiye’de Süryani çalışmalarının bilgi rejimi üzerine
Türkiye’de Süryani çalışmaları, azınlık tarihini anlamaya değil, devletin kendi tarihini doğrulamaya hizmet eden bir bilgi alanına dönüşmüştür. Bu bilgi rejimi, görünürlükle sessizliği, tanımayla denetimi iç içe geçirerek; bilginin hangi sınırlar içinde üretileceğini ve hangi seslerin “meşru” sayılacağını belirleyen bir düzen kurmuştur.
Akademik üretim, çoğu zaman Süryanileri tarihsel bir nesneye, yani hakkında konuşulan ama kendi adına konuşamayan bir figüre indirgerken; devletin ideolojik bütünlüğünü koruyan bir söylemsel alan yaratmıştır. Bu düzen, bilginin tarafsızlığı iddiası altında ulus-devletin meşruiyetini yeniden üretmiştir.
Gerçek bir eleştirel dönüşüm, artık daha fazla veri toplamakla değil, bilginin hangi iktidar ilişkileri içinde şekillendiğini sorgulamakla mümkündür. Türkiye’de Süryani çalışmaları, ancak bu sorgulamayı merkeze aldığında, bilginin devlet adına değil, susturulmuş bir halkın kendi tarihini dile getirme hakkı adına üretildiği bir alana dönüşebilir.
Kaynakça
[1] Foucault, M. (1980). Power/Knowledge: Selected Interviews and Other Writings 1972–1977. New York: Pantheon Books.
[2] Said, E.W. (1998) Oryantalizm. Çev. Nezih Uzel. İstanbul: İrfan Yayınevi.
[3] Hall, S. (Ed.). (1997). Representation: Cultural representations and signifying practices. Sage Publications, Inc; Open University Press.
[4] Spivak, G. C. (1988). Can the Subaltern Speak? In C. Nelson, & L. Grossberg (Eds.), Marxism and the Interpretation of Culture. Urbana/Chicago: University of Illinois Press.
[5] Fairclough, N. (2010). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language (2nd ed.). Routledge. https://doi.org/10.4324/9781315834368
[6] Fairclough, N. (2003) Analysing Discourse: Textual Analysis for Social Research. London: Routledge.
[7] Said, E.W. (1994) Culture and Imperialism. New York: Vintage Books, a division of Random House, Inc.
[8] Foucault, M. (1977). Discipline and Punish: The Birth of the Prison. New York: Pantheon.
[9] Bhabha, H.K. (2004) The Location of Culture. 2nd ed. London: Routledge.
[10] Hutchinson, J. (1987) The Dynamics of Cultural Nationalism: The Gaelic Revival and the Creation of the Irish Nation State. London: Allen & Unwin.
[11] Anderson, B. (1993) Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. Çev. İskender Savaşır. İstanbul: Metis Yayınları.
[12] Bora, T. (2017) Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. 9. baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
[13] Özyürek, E. (2006) Nostalgia for the Modern: State Secularism and Everyday Politics in Turkey. Durham, NC: Duke University Press.
[13] Özyürek, E. (2006) Nostalgia for the Modern: State Secularism and Everyday Politics in Turkey. Durham, NC: Duke University Press.
[14] Ahıska, M. (2003) ‘Occidentalism: The Historical Fantasy of the Modern’, South Atlantic Quarterly, 102(2/3), pp. 351-379.
[15] Chatterjee, P. (1993) The Nation and Its Fragments: Colonial and Postcolonial Histories. Princeton, NJ: Princeton University Press.
[16] Fanon, F. (1963) The Wretched of the Earth. Translated by Constance Farrington. Preface by Jean-Paul Sartre. New York: Grove Press.
[17] Bardakçı, M., Freyberg-Inan, A., Giesel, C., & Leisse, O. (2017) Religious Minorities in Turkey: Alevi, Armenians, and Syriacs and the Struggle to Desecuritize Religious Freedom. London: Routledge.
[18] Kafesoğlu, İ. (2024) Türk-İslâm Sentezi. 9. baskı. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
[19] Ersanlı, B. (2015) İktidar ve Tarih: Türkiye’de “Resmî Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937). İstanbul: İletişim Yayınları.
[20] Kurban, D. (2007) A Quest for Equality: Minorities in Turkey. London: Minority Rights Group International.
Not: Bu çalışmada kaynak gösterimi, tekrar eden atıflarda aynı numarayı koruyan sıralı referans sistemi (Vancouver stili) esas alınmıştır.
(FK/VC)







