*Fotoğraf: Diyar Saraçoğlu
Yaklaşık 80 hektarlık orman yok edildi. Hem de dört yıldır ormanı korumak için mücadele eden yediden yetmişe İkizköylülerin ve İkizköylülerle beraber Akbelen Ormanı'nı savunmak için yurdun dört bir yanından gelen yurttaşların gözüne soka soka, bağırları kanırta kanırta... Evlatlarının başlarının kesilmesini ana-babalarına zorla izletilmesi gibi. "Biz kazandık, güçlü olan biziz, sindireceksiniz" diyen bir hınçla.
"Türkiye Yüzyılı" bu görüntülerle başladı.
Akbelen'de yaşananlar lokal bir olay olarak görülmemelidir. Tersinden lokal bir olay olsaydı hiç bu şekilde, iktidar tam bir seferberlik halinde çalışmazdı. Sadece bir mehteran marşı eksikti. Üstelik Akbelen'de operasyon sürerken devletin başındaki AKP'li Cumhurbaşkanı "orman vatandır" diye tweet atıyordu. Elbette "orman vatandı", vatan da şirketlerin para kasaları...
İktidar, Akbelen'e saldırmak için seçimlerin geçmesini bekledi. Bu arada boş durmadı. Mesela, "yürütmeyi durdurma" davası açılan mahkeme, iki defa yapılan "bilirkişi" incelemesinde köylüler lehine görüş bildirilmiş olmasına rağmen, bir üçüncü "bilirkişi" incelemesi daha yapılmasına hükmetti. Saray Bürokrasisi de bir hamle yaparak, bu üçüncü bilirkişi keşfinin yapılacağı gün Resmi Gazete'de, zeytinliklerin kömür vb. gibi maden faaliyetlerine açılabileceğine dair kararname yayımladı. Kararname toplumun tepkisi nedeniyle geri çekildi ama "bilirkişiler" kelimesi kelimesine şirketin tam istediği gibi görüş bildirdiler. Böylece şirket harekete geçmek için kendince hukuki bir koz elde etmiş oldu.
Fakat iktidar hem seçim öncesinde sokağın hareketlenmesini -alimallah bir Gezi'nin daha patlak vermesini kim ister- istemediği hem de seçim sonuçlarından emin olmadığından harekete geçmek için yine de seçimleri bekledi. Malumunuz Akbelen'i yok edip İkizköylüleri tehcir etmek isteyen şirket Millet İttifakı'nın lideri Kılıçdaroğlu'nun hedef haline getirdiği "Beşli Çete"nin bir üyesiydi.
Neyse ki korkulan olmadı ve seçimlerden Saray Partisi başarılı çıktı. Yüzde 50,1'in seçimi kazanmaya yetse de siyasi meşruiyet için yeterli olmadığı herkesçe biliniyor. Fakat "baskın basanındır" düsturu ile iktidar seçim sonuçlarından şiddete dayalı bir meşruiyet üretmek için gemi azıya aldı. Ekonomide "epistemolojik kopuş"tan "rasyonaliteye dönüş" açıklaması bazı mahfillerde Batı ile uyumlu bir dönemin başlangıcı olarak selamlanması, neden seçimi kaybettiğini dahi idrak edemeyen muhalefetin çöküşü de işini kolaylaştırdı. Hatay'dan milletvekili seçilmesine rağmen Can Atalay serbest bırakılmadı örneğin. Atalay'ın serbest bırakılması için başlatılan kampanya da bir ay sürmedi. Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray Meydanı'ndaki oturma eylemine aylardır izin verilmemesini mahkeme hukuksuz bulmasına rağmen, Süleyman Soylu'suz İçişleri Bakanlığı mahkeme kararını tanımamayı sürdürdü.
Akbelen ve "ikili hukuk"
Saray Partisi, ekonomide "rasyonaliteye dönüş" olsa da Türkiye'de çok uzun zamandır uygulanagelen "ikili hukuk" sistemine tam gaz devam edileceğini ilan etmiş oldu. Devletin her zaman bir "Kırmızı Anayasa"sı olduğunu biliyoruz. İllegal "Kırmızı Anayasa", Devlet bürokrasisi için, legal Anayasa ve yasaların ne zaman, hangi durumlarda ve kimler için nasıl uygulanacağını gösteren bir kılavuzdur. Özellikle de kriz durumlarında ilk başvurulacak kaynaktır. Devletin fıtratını anlamanın en iyi yolu da kriz anında nasıl davrandığına bakmaktır.
Devletin "ikili hukuk"u gereği "ulus" da ikiye ayrılır. Devlet ile özdeşleşen halk ile düşman halk. AKP, bunu en ustalıkla yaptı. İşbaşına gelir gelmez, "halk" ve "elitler" diye ayırmaya başladı ve sonra "yerli/milli" olanlar olmayanlar diye finale erdirdi. Bölerek yönetmek için "kolaj molaj" diye açık açık yalana dayalı propagandadan "sözde" mahkemelere kadar birçok aygıt kullanıldı.
Akbelen'de de "ikili hukuk" uygulanıyor. Muğla Valiliği hiçbir yazılı yasaya uyma gereği duymuyor. Orman İşletmeleri Müdürlüğü'nün kesim izni olmamasına rağmen kesim yaptırıyor. CHP Genel Başkanı ya da Saray Partisi'ne birkaç bin oy kazandırmak dışında hiçbir şey olmayan Muharrem İnce, katledilen ormanlık alana sokulurken Yeşil Sol Parti'nin eş başkanı ve milletvekili İbrahim Akın jandarma şiddetine, gazlı saldırısına maruz kaldı. Keza yine Yeşil Sol Parti milletvekilleri Perihan Koca ve Burcugül Çubuk da öyle.
Devletin "ikili hukuk" sistemi gereği olarak psikolojik harp da sürdürülüyor bir taraftan. Valilik açıklama yaparak İkizköylüleri ve onlarla birlikte Akbelen'i savunmaya giden yurttaşları "terörist" ilan ediyor. Kömür ocağının yuttuğu köylerin eski sakinlerinden oluşan işçilere "ekmeğimizle oynamayın" eylemi yaptırılıyor. Sosyal medya trolleri #Akbelengerçeği diye etiket açıyor. Devletin bütün aygıtlarıyla Akbelen'e saldırıp yok etmesini meşrulaştıracak hiçbir hukuki gerekçesi olmadığı o kadar açık ki, şirket, sahneye emrindeki işçileri sürdü, eylem yaptırdı. Yetmedi, "YK Emekçileri" diye bütün yandaş basına tam sayfa ilan verdi.
Akbelen direnişini karalamak için devreye sokulan psikolojik harp, devletin rutin işlerinden biridir. Bu bir paket programdır. Bu paket program, yüzyıldır tedavüldedir. Örneğin 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'daki Rum ve Ermeni halkına karşı yapılan pogromda başarılı bir şekilde çalışmıştır. Yakın dönemde ve çevre hareketi içinde ise ilk olarak 90'lı yıllarda başlayıp 2006 kadar süren Bergama köylülerinin direnişinde, Artvin'de yirmi yıl süren Cerattepe direnişinde ve son olarak da Çanakkale'de Kazdağları'nda Alamos Gold'a karşı gerçekleştirilen direnişlere de aynı psikolojik harp paket program ile saldırıldı. Direnen köylüleri "ajan", "terörist" ilan et, el mahkum işçilere eylem yaptır, yandaş medyada şirketin ne kadar iyi niyetli olduğunu, fakirler için iş ekmek kapısı açmaktan başka bir niyetinin olmadığını, cami bile yaptırdığını –burası önemli!- anlatan derin yazılar, haberler...
"Türkiye Yüzyılı"nın "muasır medeniyet" tahayyülü
Peki bir küçük Akbelen Ormanı'nı yok etmek için neden bu kadar büyük bir Devlet operasyonu yapıldı? Bu sorunun cevabı iktidarın "Türkiye Yüzyılı" programında var. "Türkiye Yüzyılı"nın "muasır medeniyet" tahayyülü "küçük Çin" olmak. Türk burjuvazisinin "birinci yüzyılı"nın "muasır medeniyet seviyesi" "küçük Amerika" olmaktı. Bunun artık hayalinin bile mümkün olmadığı kabul edildi. Bundan da öte Türk burjuvazisinin "ikinci yüzyıl"da da egemenliğini sürdürebilmesi bakımından bu vaadin sürdürülmesi doğru da değildi. Şimdi can kurtaran olarak ekonomi bakanı yapılan Mehmet Şimşek'in yine aynı görevi ifa ederken söylediği gibi, "Çin gibi üretmek" ile "küçük Amerika gibi yaşamak" mümkün değildir.[1]
"Küçük Çin" hayalinin esin kaynağı olan Çin, son 20-30 yılda otomotivden tekstile hemen her konuda bir dev fabrika haline gelerek küresel piyasanın tedarikçi firması haline geldi. Hatırlayacağınız gibi, COVID-19 pandemisinin ilk görüldüğü kent olarak tanıdığımız Vuhan, 2000'e kadar bir tarım bölgesiyken Orta Çin'in siyasi, ekonomik, finansal, ticari, kültürel ve eğitim merkezi haline gelmiş, Fortune Global 500 firmasından 230'unun yatırımlarının olduğu, başlıca sektörleri arasında optik-elektronik, otomobil imalatı, demir-çelik imalatı, yeni ilaç sektörü, biyoloji mühendisliği, yeni malzeme endüstrisi olan bir "serbest ticaret merkezi". Dongfeng Honda, Citroen, Shanghai GM, DFM Binek Aracı ve Dongfeng Renault dahil olmak üzere 5 otomobil üreticisinin merkezi kenti idi.
Çin'in üretim üssü haline gelmesinin birkaç temel nedeni var: Birinci temel nedeni kuşkusuz madenleri. Çin, dünyada maden kaynaklarının zengin, maden çeşitlerinin fazla olduğu az sayıda ülkeden biridir. Araştırılmış olan rezervlere göre Çin'deki 45 çeşit önemli madenden 25'i dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Bununla birlikte Çin'deki alçı, vanadyum, titanyum, tantal, volfram, granit, antimon da dahil olmak üzere 12 çeşit maden bakımından dünyada birinci sıradadır. Ayrıca bu dev fabrikanın ihtiyaç duyduğu enerjinin kaynağı olan petrol, doğalgaz ve kömür yataklarına sahip olması yani enerji kaynakları açısından da güçlü olması...
Çin'in gücünün ikinci kaynağı ise emeğin ve doğanın "ucuzluğu" oldu. Çin Komünist Partisi'nin resmi görüşüne göre, ülkede 40 yıldır, önce ekonomik olarak kalkınmak, sonra da sosyalleşmek stratejisi uygulanıyor. Bunun anlamı işçilerin pencereden, bacadan ölmeyi göze alarak kaçtığı, fazla çalışmaktan dolayı intihar ettiği bir emek rejimidir. Dünyanın ucuz işgücü olarak yaşamaya çalışıyor Çin'de işçiler.
Dünyanın bütün vahşi şirketlerini evine davet eden Çin'in ağır sanayide yaşadığı büyüme aynı zamanda hava kirliliğine, temiz su varlıklarının kirletilmesine, tarım ve orman alanlarında kayıplar gibi ekolojik tahribatlara neden olmuştur. Üretimin ihtiyaç duyduğu işgücü ihtiyacı için tarımsal nüfusun kentlere göçertilmesiyle yaşanan hızlı kentleşme sebebiyle orman ve tarım alanlarında kayıplar artmıştı.[2]
Çin bu sayede dünyanın tedarikçisi oldu; siyasi, askeri ve ekonomik olarak güçlendi. ABD ve AB, 2000'lerin başından beri küresel pazarlarda yaşadıkları kârlılık, pazar daralması gibi birçok nedenden dolayı Rusya ve Çin'i gerileterek, kendi egemenliklerini derinleştirerek devam ettirmek istiyorlar. Bunun için de ticaret yasakları, ambargolar, Ukrayna'da Rusya ile sıcak savaş, Tayvan'ın silahlandırılması gibi hamleler yapıyorlar. Bu adı konmamış bir dünya savaşı. Öyle ki, nükleer silahların bile kullanılmasının yeniden üst perdeden telaffuz edildiği bir durum.
Rusya ve Çin'in geriletilmesi, onlarla yapılan ticaretin tedrici olarak başka "dost" ülkelere kaydırılmasına bağlı. Enerji alanında ABD kendi fosil yakıt rezervlerini ve nükleer felaket santrallarını yeşil enerji sınıfına dahil ederek vb., AB'yi Rusya'ya bağımlılıktan vazgeçmesi konusunda ikna etmeye uğraştı ve büyük oranda başardı. AB'nin ihtiyaç duyduğu bazı hammaddelerin ve ara malların tedariki için de başka "kaynak ülkeler" aranıyor.
Bu "kaynak ülkeler"den biri de Türkiye. Geçen sene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşen ve Anıtkabir'i ziyaret eden elektrikli otomotiv devi Tesla'nın sahibi Elon Musk, Türkiye'de Tesla Motorları adıyla şirket kurdu. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings'in analizine göre, Türkiye, Avrupa'da tedarik zincirlerindeki değişimden en fazla kazanç elde edecek ülke konumunda.[3]
Türkiye'yi Çekya, Polonya ve Romanya izliyor. Kuzey Amerika'ya satış yapan şirketlerin emek-yoğun üretimi Çin'den Meksika'ya ve Orta Amerika'ya kaydırmaya; Batı Avrupa'da kullanılan malzemeleri tedarik eden şirketlerin de üretimlerini Doğu AB ülkeleri, Türkiye ve Ukrayna'ya konumlandırmaya başladığı görülüyor.
"Türkiye Yüzyılı"nın emek ve doğa rejimi
Ve Türkiye'de ardı ardına yüzlerce maden arama ihalesi yapılıyor, ruhsatlar dağıtılıyor. Yandaş basında neredeyse her gün, özellikle İç Anadolu'da yeni devasa maden sahaları keşfedildiği haberleri yapılıyor. Malatya, Elazığ, Yozgat, Kayseri, Antep, Maraş, Sivas, Erzincan gibi kentlerde sürekli maden ruhsatları dağıtılıyor. Seçimlerden birkaç hafta önce 17 Nisan'da MAPEG, 701 adet maden sahası ilanı açtı. En çok maden ihalesi dağıtılan kentler aynı zamanda AKP-MHP iktidarının en çok oy aldığı yerlerdi. İktidar Akbelen ormanını yok etmek için seferberlik hazırlığı yaptığı esnada 51 ilde, 55 bin hektarlık 200 adet 200 adet maden sahası için ihale duyurusu yaptı.[4]
TEMA Vakfı'nın araştırmasına göre, Türkiye'nin yalnızca 24 ilinde madencilik çalışmaları için 20 bin maden ruhsatı verildi.[5] Yine bu araştırmaya göre, tüm ormanların yüzde 58'inin, tarım alanlarının yüzde 60'ının, önemli doğa alanlarının yüzde 64'ünün, Milli Parklar'ın ise yüzde 51'inin madencilik için ruhsatlandığı ortaya çıkıyor. Kısacası yaşam alanlarımızın yüzde 63'ü ruhsatlı maden sahası. (Kaz Dağları Yöresi'nin yüzde 79'u, Ordu'nun yüzde 74'ü, Artvin'in yüzde 71'i Muğla'nın yüzde 59'u Maraş'ın yüzde 58'i, Erzincan-Tunceli'nin yüzde 52'si madenler için ruhsatlandırılmış.) Buralar aynı zamanda neoliberal politikalarla tarımın bitirilip insanların biçare bırakıldığı, boşaltıldığı, nüfusun yaşlandığı kırsal yerler.
Türkiye'nin küresel Batı sermayesinin "küçük Çin"i olması şirketlere en ucuz yatırım ve işletme imkanları tanıyacak bir emek ve doğa rejimi kurmasına bağlı. Bu asgari ücrete tabi tamamen güvencesiz bir istihdam politikası ile asgari korumaya, tamamen kullanmaya tabi bir doğa politikası demektir. Bu emek ve doğa rejiminin bir uygulaması olarak Akbelen Ormanı'nı savunan İkizköylüleri ve onlarla birlikte olanları jandarma şiddetiyle "ezdi geçti."
Akbelen Ormanı'nın bir kısmı katledildi. Sırada İkizköylülerin ve civar mahallelilerin tehcir edilmesi var. Fakat burada durmayacaklar elbette. Akbelen'e reva gördükleri "ikili hukuk"u "Türkiye Yüzyılı"nın öngördüğü emek ve doğa rejimine karşı direnişe geçen her yerde tekrar tekrar devreye sokacaklar. Bu yüzden de başka bir "yüzyıl" tahayyülü olanların Akbelen'deki direniş çizgisini berkitmekten başka şansı yok.
Dipnotlar:
[1] https://www.dunya.com/ekonomi/kuresellesmeye-karsi-kaygilar-var-haberi-335652
[2] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/929372
[4] https://www.mapeg.gov.tr/Home/Announcement/2601
[5] https://yetkinreport.com/2022/05/26/yasam-alanlarimizin-yuzde-63u-maden-ruhsatli/
(CA/VC)