114 sporcu ile adımımızı attığımız Londra 2012 Olimpiyatları başladığı görkemle bittiğinde, geriye acı ve tatlı birçok deneyim bıraktı. Açılış gösterisinde; geçmiş askeri başarılar temaları yerine sağlık, eğitim, çocuk/genç edebiyatı, müzik akımları gibi başlıkları görünce bize "Vay be, savaştan ve toprak ele geçirmeden başka şeyler de tarihte yer alabiliyormuş" dedirten 2012 Londra Yaz Olimpiyatları, süresi boyunca özellikle internet ve geleneksel medya kanallarına temposu hiç düşmeden yansıdı. Madalyaların sayısı ile katılımcıların oranı hayal kırıklıklarına sebep olsa da, tatlı deneyimler yok değildi tabi. Yola bu deneyimlerle çıkar isek,
114 sporcu Türkiye tarihinde bir ilk ve en yüksek katılım olarak görülebilir. Ülkemiz insanlarının varlığını çoğu zaman unuttuğu jimnastik gibi dallarda bile boy gösteren, "ata sporları" ya da "devşirme masa tenisi" dallarından başka yerlere burnunu sokmuş durumda. Bu da çok yönlülük açısından takdir edilebilecek bir nokta.
Başka bir nokta ise, devlet erkanının sporcuların başarıları ne olursa olsun en azından olimpiyat süresince desteklerini çekmemiş olmalarıdır. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın Olimpiyat Köyü'ne yaptığı geziler, ardından yine kendisinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın telefon üzerinden verdiği desteklere de yine bir dereceye kadar saygı duymak, görmezden gelmemek lazım.
Son olarak da bu olimpiyatlarda ilk kez yeni ve farklı dallarda yarışan atletlerin "Türkiye buralarda da var ey insanlık!" diyebilmiş olması önemlidir. "İman gücü" ile ilkinde tüm altın madalyaları toparlayıp sporcuların eve dönmesini öngören kitleler var mı bilmiyorum, ama ben bunun muhteşem bir tecrübe olduğu konusunda insanlar ile hemfikirim. Çünkü yapay olarak yaşatamayacağınız bazı duygular vardır, bunlar ancak ve ancak birinci elden tecrübe edilebilir. Bir olimpiyat atmosferini de rahatlıkla bu kategoriye alabiliriz diye düşünüyorum.
Gelelim olayın acı, üstelik sadece Olimpiyat süresine değil devamında da iz bırakacak deneyimlere. 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonasında Nevin Yanıt'ın fotoğrafı üzerinden başlayan "kadının vücudunun gözüken kısımları" karmaşası toplum tarafından yeterli oranda yerilemedi gibi görünüyor ki, benzer konular Londra Olimpiyatları'na sıçradı.
Milli voleybol takımının kısa şortlarından, yaptıkları makyajdan tahrik olan insanlarımızın yanında, haltercilerin kadınsı bakımları ile dalga geçenlere kadar sosyal medyada ülkemiz insanlarının gerçek yüzlerini görmüş olduk. Bunun üstüne atletizmde altın ve gümüş madalya sahibi sporcularımızın omuzlarını tahrik olmamak için sansürlemeyi uygun bulan www.habervaktim.com sitesine maruz kaldık. Birbirine sarılan iki sporcunun omuzlarını görüp de sokağa fırlayan aç bir erkek toplumumuz olduğunu bize hatırlatan siteye teşekkürü bir borç bilmeliyiz yine de. Onlar olmasaydı, biz nefsimize nasıl hakim olup kurallar içinde yaşayan bir toplum olabilirdik ki?
Bütün bu sessiz çirkinliklerin arasına bir de Sabah gazetesi yazarı Yüksel Aytuğ damgasını vurdu. Artık Sağır Sultan'ın bile duyduğu iki çirkin yazısı ile önce kadınların vücut yapılarının nasıl olması gerektiğinin kendince diktesi ile herkesi şaşkına çevirmiş, sonra da pişkince okuyanların anlama kabiliyetlerini sorgulayarak yarım bir özür ile işi geçiştirmişti. Üstelik bu sözde özründe önceki yazısının ne kadar beğenildiğini de bir ek olarak iliştirmiş olması, "özrün" samimiyetinin pek de olmadığını kanıtlar nitelikteydi.
Kadınların kıyafetlerinin çekiştirilmesi ile başlayan bu acı deneyimler, sonunda tecrübeli bir köşe yazarının kadınların toplum görevini "zarif olmak, anaç olmak" gibi basma kalıp ve sınırlayıcı tabirlerle sıkıştırmasına kadar gitti. Dahasının da geleceğinden korkmuyor değilim.
Bütün bunların ardından 2020 olimpiyatlarında adaylığı konusunda direten Türkiye için toplumsal anlamda yol hiç de parlak görünmüyor aslında.
Evet, İstanbul altyapı olarak bir olimpiyata ev sahipliği yapabilir.
Evet, İstanbul halkı kendi hakları ellerinden alınıp misafirler 15 dakikada bir stada yetiştirildiğinde kızıp bağırsa bile sineye çeker.
Evet, İstanbul (ya da bu sekiz sene içinde kalkındırılacak başka şehirler ağı) altyapısal olarak öyle ya da böyle bir olimpiyata ev sahipliği yapabilir.
Ama Türkiye insanı, bu sergilediği bakış açısı ile uluslararası bir olimpiyata ev sahipliği yapmayı hak etmiyor benim gözümde.
Burada olimpiyatlarda yarışan amatör sporcuları giyimlerine göre tartan, gördükleri her kol ve bacaktan tahrik olmaya meyilli insanlarımız kadar, bu insanlarla uzlaşmaya çalışmayıp onları oldukları halde bırakan merkezi hükümet de hatalıdır.
Başbakan ve ekibinin de Olimpiyatları uluslararası bir buluşma, iletişim ve performans sergileme platformu olarak görmek yerine turist çeken, prestij için göz boyayan ve üçüncü şahıs sponsorları zengin eden bir etkinlik olarak görüyor olmaları, davranışları (daha doğrusu hareketsizlikleri) dikkate alındığında belki de en mantıklı çıkarımdır. (SK/HK)