Ülke olarak en son banka hortumlamalarından hatırladığımız, bir zaman için unutmaya başladığımız, bir dönem ise krizden, yoksulluğa her olumsuzluğun müsebbibi olarak gösterilen yolsuzluk olgusu bu aralar yeniden ülkenin gündeminde yer almaya başladı. Bir yandan Dengir Fırat’ın hayali ihracata karışıp karışmadığı sorusu diğer yandan Deniz Feneri ya da “İslami” sermayeye yönelik yolsuzluk suçlamaları bir zamandır gündemin önemli bir öğesi haline geldi. Bu durumun nedenini halkın yükselen ahlak arayışı ile açıklamak ne iyi olurdu, ancak açık ki bu ilgi AKP-CHP arasındaki politik bir mücadele ya da bu partilerin destekçileri arasında bir haklı çıkma arayışından hareket ediyor. Böylesi bir durumda ne yazık ki yolsuzluğun kınanması için yolsuzluğu kimin yaptığı birinci derecede önemli oluyor.
Bu tartışmaların bir yanı, Dengir Fırat’ın AKP yönetimindeki görevinden ayrılması ile bir noktaya evrilmiş görünüyor. Deniz Feneri ya da “İslami” sermaye bağlamında öne çıkan yolsuzluk iddialarında ise her zamanki gibi adaletin gereğini yapacağı belirtiliyor.
Sermaye birikimi ve yolsuzluk
Bu süreç bana ilki bundan birkaç yıl önce düzenlenmiş olan Karaburun Bilim Kongresi’nde yolsuzluk ve yolsuzluk çalışmanın yöntemi üzerine yapmış olduğum sunuş sırasında aldığım bir tepkiyi hatırlattı. O sunuşta yolsuzluk olgusunu ele alma yönteminin kapitalist iktidarı nasıl meşrulaştırdığı üzerinde durmuştum. Yolsuzluk olgusunun ilgili literatürün genelde yaptığı üzere, salt devlet, hukuk, ahlak, kültür gibi dinamikler üzerinden anlaşılamayacağını vurgulamış, alternatif bir yaklaşımın bütünlüklü olarak kapitalist sermaye birikim süreci üzerinden hareket etmesi gerektiğini vurgulamıştım. Bunun aynı zamanda kapitalist iktidarın bir eleştirisini de verebileceğini ileri sürmüştüm. Yolsuzluğun kapitalizme ilişkin olduğu vurgum üzerine panelistlerden biri sanki ben “yolsuzluk sadece kapitalizmde olur” demişim gibi “ama sosyalist ülkelerde de yolsuzluk var!” diye bir çıkış yapmıştı. Açık ki bu reaksiyoner bir tavırdı. Bunun bir başka ölçekteki karşılaştırması yolsuzluk AKP’de var da CHP’de yok mu düşüncesidir.
Oysa, yolsuzluğun kapitalizme ilişkin olduğunu söylemek, yolsuzluk sadece kapitalist ülkelerde olur demek değildir. İçinde yaşadığımız ülkede ve dünyada yaşanan yolsuzluk ilişki ve süreçlerinin kapitalist sistemin temel mekanizmaları ve gelişme süreçleriyle ilişkisi var demektir. Bu savın bugün yaşanan süreç için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Dışa açılma
Türkiye’de yolsuzluk meselesinin ayyuka çıktığı 1980 sonrası dönemin politik iktisadi görünümüne baktığınızda ilk söyleyeceğiniz şey Türkiye’nin dışa açıldığıdır. Dışa açılma aslında sermaye birikim sürecinde üç köklü dönüşüm anlamına gelir. İhracata yönelik sanayileşme, finansal deregülasyon ve kamuya ilişkin olarak yapılan düzenleme ve özelleştirmeler. Bu dinamikler farklı tarihlerde farklı tesirlerle öne çıksa da özü itibariyle 1980 sonrası içine girilen kapitalist sermaye birikim sürecinin genel nitelikleridir. 1980 sonrası dışa açık sermaye birikimi sürecinin, yukarıda belirtilen temel unsurlarının ihracat, finans ve kamuya ait dönüşümleri içermesi, 1980 sonrası Türkiye’sinde yolsuzluk olgusunun açığa çıktığı alanların da hayali ihracat, banka skandalları (hortumlama vb..) ve kamu ihale yolsuzlukları (özelleştirme) gibi bu dönüşümlerle birebir ilişkili alanlar olması, olgusal düzeyde açığa çıkan bu yolsuz ilişkilerin kapitalist sistem ile sermaye birikim süreci-biçimi bağlamında ilişkisine işaret etmektedir. Diğer bir deyişle yolsuzluk kapitalist sermaye birikim süreci ile ilişkili bir olgudur. Bu tespit yolsuzluk biçimlerinin farklarına odaklanmadan yolsuzluğu ezel ebed varolan tarih dışı bir kategori olarak tanımlayan kavrayışlardan ayrıldığı gibi yolsuzluk biçimlerindeki genel eğilimlerin de, kapitalist sistemde sermaye birikim sürecinin niteliğine, birikim sürecindeki dönüşüm ve farklılaşmalara bağlı olarak farklılaştığına işaret eder.
İslami sermaye
Bugün yaşanan durum bu tespiti doğrulamakta mıdır? Bugün sermaye birikim sürecinde iki dinamiğin belirgin olduğu konuyla ilgili herkesçe kabul edilebilir. Birincisi yükselen “İslami" sermaye, bunların şirketleri ve örgütleri, ikincisi ise 1980 dönüşümü ile devletin sosyal niteliğinin giderek zayıflaması ve bunun sonucu olarak toplumsal politik koşullarla iç içe bir şekilde ortaya çıkan cemaat tarzı örgütlenmeler ve bunların dayanışma-yardımlaşma ağları. Bugüne rengini veren yolsuzluk formlarına baktığımızda da sermaye birikim sürecinde meydana gelen bu farklılık ve sürekliliklerin iz düşümleri karşımıza çıkmaktadır. Bir yandan sermaye birikim sürecinde 1990’ları takiben önemi ve ağırlığı giderek artan “İslami” sermaye ve bunların şirketlerinin parasal donanımlarını arttırmaları bağlamında açığa çıkan yolsuzluk ilişkileri, diğer yandan da Deniz Feneri örneğinde olduğu gibi insani değerlerin şirketlerde sermayeleşme süreci içinde bulunduğumuz dönemin başat yolsuzluk formlarıdır.
Bugün Türkiye’de yaşanan-tartışılan yolsuzluk süreci basit bir AKP-CHP meselesi ya da salt siyasi düzleme ait bir olgu olarak anlaşılmamalıdır. Süreç Türkiye’de kapitalist sermaye birikim sürecinin özgün dinamikleri ile ilişkilidir. Bu dinamikler, 1980 sonrasında devletin sosyal boyutunun daraltılması ve “İslami” sermayenin Türkiye kapitalizminde birikim sürecinin aktörü olarak artan önemidir. Bu zeminde yolsuzluklar, sosyal devletin açığını doldurma çabasındaki cemaat tarzı örgütlenmelerin dayanışma-yardımlaşma ağlarının yaygınlaşması ve “İslami” sermayenin şirketlerinin, sermaye donanımlarını arttırma arayışlarının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
Açıktır ki yolsuzlukla nasıl mücadele edilebileceği, onun nasıl anlaşıldığına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle kapitalizmi sorunsallaştırmadığımız sürece yolsuzluk türlü halleriyle karşımıza çıkmaya devam edecektir. Yaşanan süreç de bunu göstermektedir. O halde yapılması gereken yolsuzlukla mücadeleyi, kapitalizmle mücadele politikaları ile birlikte düşünmektir.(EK)