Suriye’deki “iç” savaş dördüncü yılına girdi. En büyük zorla yerinden edilme hareketlerinden birine sebep olan savaşın, zorunlu göçe maruz bıraktığı insan sayısı milyonlarla ifade ediliyor.
Yaşanan zorunlu göç, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütünün (BMMYK-UNHCR) tarihinde gördüğü en büyük göç hareketi olarak değerlendiriliyor. BMMYK, zorla yerinden edilenlerin sayısındaki bu keskin artış konusunda endişelerini dile getirirken AntónioGuterres [1] sorunun çözümü için politik bir çaba ve istek gerektiğini belirtiyor. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’de neredeyse nüfusun yarısı zorunlu göçe maruz kaldı.Yerinden edilen Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor [2]. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülke içerisinde yer değiştirirken 2 buçuk milyon Suriyelinin yüzde 97’si komşu ülkelere sığındı [3].
Savaştan kaçan Suriyeli mülteciler, biran önce savaşın bitmesini ve ülkelerine dönmeyi beklerken durum bunun tersi yönde ilerliyor. Dördüncü yıla giren savaş bitmek bilmiyor. Bu durum zor şartlarda yaşayan ve milyonlarla ifade edilen Suriyeli mülteciler açısından geleceğe dair büyük bir kaygı oluşturuyor. Onlar sığındıkları ülkelerde yaşadıkları zorluklardan kurtulmanın yolunu Suriye’ye dönmek olarak görürken bu ihtimalin gün be gün azalması yaşadıkları ekonomik, sosyal, ruhsal sorunların daha da büyümesi anlamına geliyor.
Türkiye, Suriyeli mülteci sayısının en yoğun olduğu ülkelerden biri. Suriyeli mülteciler için açık kapı politikasını uygulan Türkiye, ilk zamanlar Suriyeli mültecileri büyük bir ilgiyle karşıladı. Aslında Suriyeli mülteci sayısının kırmızı çizgi diye tabir edilen 100 bin eşiğini geçmesine, buna paralel Türkiye’nin Suriye’yle ilgili beklentilerinin gerçekleşmemesine ve hazırlanan konteyner kentlerin yetersiz kalmasına rağmen Türkiye’nin kapıları Suriyeli mültecilere kapanmadı. Ama başta gösterilen ilgi yitip gitti ve “açık kapı”dan geçtikten sonra karşılaşılan sorunlarla başa çıkma Suriyeli mültecilerin becerisine bırakıldı [4]. Böylece savaştan ailesini, hayatını kurtarmaya çalışan Suriyeli mülteciler onlarca sorunla kendi başlarına mücadele etmek durumunda kaldı.
Erkekler tarafından savaşta üstünlük kurmanın ödülü olarak görülen, tacize, tecavüze uğrayan kadınlar sadece Suriye’de mağdur durumda değiller. Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci kadınlar Mehveş Evin’in Suriyeli mülteciler konulu yazı dizinde belirttiği üzere Türkiye’deki erkekler için daha ucuza ikinci, üçüncü evlilik anlamına gelip ticari bir konu olarak değerlendirilebiliyor.
Yaşam şartlarının Türkiye’yle kıyaslanmayacak kadar ucuz olduğu Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin zengin bir azınlık dışında kalanı açlıkla boğuşuyor. Suriye’de kendince bir düzeni olan el açmaya, dilenmeye alışık olmayan insanlar ya kabul edilemez derecede düşük ücretlere çalışmak zorunda kalıyor ya da etrafındaki insanların yardımı olmadığında aç kalıyor. Dilenen Suriyeli mülteciler dikkat çekse de Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı düşünüldüğünde dilenenlerin abartılacak düzeyde olmadığını belirtmek gerekiyor.
Çocukların yaşanan savaştan etkilenme durumlarıysa telafisi imkansız sorunlara yol açıyor. Egemenlerin çıkar savaşları nedeniyle çocukların hayatlarından çalınan dört yılın telafisi anlamına gelebilecek kayda değer bir çalışmayı ne Türkiye’de ne de sığındıkları başka bir yerde görmek mümkün değil.
Suriyeli mülteci çocuklar gelişimlerini destekleyecek sağlıklı koşullar bir yana, eğitim alamadan ve yaşadıkları travmayı atlatmalarına yardım edecek herhangi bir destek, organizasyon olmadan yaşamlarını sürdürüyor.
Mete Çubukçu “Üç günde Şam üç yıl oldu” başlıklı Radikal İki’deki yazısında Suriyeli mültecilerle ilgili şunları belirtiyor:
Türkiye’nin birçok şehrinde onlara rastlamak mümkün. İstanbul’un Sirkeci ve Fatih’inde, Hatay’ın şehir merkezi ya da varoşlarında, İzmir Alsancak’ta, Diyarbakır sokaklarında. Birçoğu apartmanların bodrum katlarında, loş, güneş görmeyen evlerde ama en azından ölüm korkusundan uzak yaşıyor. Genelde çocuklar ama çaresizlikten ailece sokaklarda dilenenler var. Biraz parası olanlar, iyi kötü bir dam altı bularak ortalarda görünmemeye çalışıyor. Daha zenginlerine Gaziantep’teki lüks restoranlarda rastlayabiliyorsunuz. Bazıları günlük 5-10 liralık ücretlerle çalışıyor. Ailelerin parçalandığını duyuyoruz ya da daha da acısını, kadınların çaresizlikten fuhuşa yöneldiğini.
Suriye’de yaşanan savaşın sebep olduğu devasa göç hareketi durumun sürekli istatistiklerle değerlendirilmesini beraberinde getiriyor. Oysa durumun yalnızca istatistiki verilerle açıklaması Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını gölgeliyor. Bu nedenle her ne kadar bazen istatistiklerin kullanımı mecburi olsa da istatistiklerle belirtilenlerin insan olduğu ve bunun istatistiki veriden daha fazla anlam ifade ettiği gözden kaçırılmamalıdır. Bu durumdan hareketle yazıma bazı Suriyeli mültecilerin hikayeleriyle devam etmek istiyorum.
Savaş ve zihinsel engelli Mustafa
Zihinsel engelli olan 8 yaşındaki Mustafa, Halep’te günlerce savaşın içinde yaşadı. Suriye’de ölen binlerce çocuktan biri olmadığı için şanslı sayılırdı. Ama yaşadıkları, gördükleri hayatına kalıcı izler bıraktı.
Ailesinin belirttiğine göre savaştan bu yana Mustafa’nın durumu daha kötü. Ailesiyle Türkiye’ye sığınan Mustafa, savaştan kaynaklı yaşadıklarına ve engelli durumuna rağmen ne sağlıklı bir ortamda yaşıyor ne de engellilere verilen bir hizmetten faydalanabiliyor.
Mustafa, anne, babası ve biri dört aylık bebek olmak üzere üç kardeşiyle beraber baraka olarak tabir edilebilecek bir yerde yaşıyor. Baba kalp hastası olduğu için ağır işler yapamıyor ve nadiren bulabildiği temizlik vb. günübirlik işler aileyi geçindirmeye yetmiyor. Mustafa’nın kardeşleri eğitim alamıyor. Çoğu zaman dört aylık kardeşi için bez ve mama almak da mümkün olmuyor. O ve kardeşleri bazen aç yatıyorlar.
Mama alacak para yok
Suriye’deki savaş uzun süreden beri devam ediyordu. Bomba, silah sesleri ve ölümler sıradanlaşmıştı. Ama bu kez farklıydı. Birkaç aylık bebeği kucağındayken etrafında bombalar patlamış her yeri toz duman kaplamıştı. Patlamaların yarattığı kaosun içinde bebeğini yere düşürmüştü. Hiçbir şey görünmüyordu. Toz, dumanın içinde el yordamıyla bebeğini sağ salim bulduğunda çok mutlu olmuştu. Ama bu yaşadıklarının bir bedeli vardı. Yaşadığı korku bebeğini emzireceği süte mal olmuştu.
Bebeğini emziremediği için mama almak zorunda. Ama aile mama alacak parayı bile çoğu zaman bulamıyor. Şimdi Van’da deprem izlerini taşıyan hasarlı ve toprak yapılı, damlı bir evde, kocası ve bebeğiyle beraber kalıyor. Benzer durumda harabe görünümündeki hasarlı evlerde bir kendisi gibi başka çaresi olmayan Suriyeli mülteciler bir de Vanlılar kalıyor.
Suriye’deki savaşı Türkiye’deki yaşama tercih etmek
Eşi ve çocuğuyla Türkiye’ye sığınmıştı. Ailenin geçimini sağlayabilmek için inşaatta çalışmaya başladı. Ama inşaatta çalışırken ayağı yaralandı ve uzun bir süre çalışamadı. İnşaatta çalışmasının amacı para kazanmaktı ama inşaat, ona fazladan bir masraf çıkarmıştı. Zaten geçinemiyordu. Suriye’de 1 TL’ye aldığı ilacı burada 30-40 TL’ye almak zorunda kaldığını söylüyordu. Ayağındaki yara nedeniyle çalışamadığı zamanlar yardımla geçindi. Ama Türkiye’de yaşamın zorluklarına daha fazla direnemediğinden, buradaki hayatı Suriye’deki savaşa tercih edip, ailesiyle Suriye’ye geri döndü.
Sığındığı Türkiye’de ölmek
Jouma, (Cuma) ailesiyle Suriye’nin Rakka şehrinden Kobani’ye göç ettiğinde savaştan uzakta, güvende olduklarını düşünmüştü. Ama bir kere göç etmek yetmedi. Bu sefer Suriye’yi terk ederek Türkiye’ye gelmek zorunda kaldı.
Nefes darlığı rahatsızlığı ilerliyor fakat tedavi ücretini ödeyemeyeceğini düşünerek uzun süre tedavi olmadan yaşadı. Durumu kötüleşince hastaneye başvurup ücretsiz bir şekilde tedavi olabildi. Ama hastalığı ilerlediği için birçok ilaç ve günde 16 saat oksijen makinesi kullanması gerekiyordu. Sadece bir battaniyeyle geldikleri Türkiye’de zaten bayat ekmek yiyerek besleniyorlardı.
Haliyle ilaçları ve oksijen makinesini alamadılar. İlaçlarını ve günde 16 saat kullanması gereken oksijen makinesini alamadığı için günlerce tedavisiz kalıp ölümle burun buruna geldi. Gönüllü bir çabayla oksijen makinesi bulunup Van Eczacılar Odasının desteğiyle ilaçlar temin edildiğinde Cuma’nın durumu iyice kötüleşmişti. Yaşadıkları sefaletten ve çocuklarına duyduğu mahcubiyetten kaynaklı yazın çocuklarıyla beraber Urfa’ya gidip pamuk tarlasında çalışıp hayatlarını düzene sokacağını söyleyen Cuma, ilaçları ve oksijen makinesini kullandıktan bir hafta sonra öldü.
Milyonlarla ifade edilen her Suriyelinin bir hikayesi var. Onların durumlarını yaşadıklarıyla değerlendirmek gerekiyor. Savaşın sürmesine ve sığınma arayanların artmasına sebep olan ve buna rağmen mültecilere ev sahipliği yapmakla övünen yaklaşım, mültecileri onlarca sorunla baş başa bırakıyor. İnsanları ve hakları sadece bir retorik olarak ele alan, gerçek anlamda insan haklarını önemsemeyen, bir anlamda yangını söndürmek yerine körükleyen anlayış, Suriyeli mültecilerin durumunu iyileştirmiyor. Onlar sorunlardan kurtulmanın yolunu ülkelerine dönmekte görürken bu tür yaklaşımlar onların ülkelerine geri dönüşünü bir bilinmeze öteliyor. Belki en çok da bu yüzden Türkiye’nin Suriye’ye ve dolayısıyla Suriyeli mültecilere ilişkin politikasını eleştirmek gerekiyor.
* Senar Ataman, Multeci.net sitesi
[1] BM Mülteciler Yüksek Komiseri
[2] ECRE/ELENA Information Note on SyrianAsylumSeekersandRefugees in Europe - November 2013
[3] Bu vesileyle AB ve başka ülkelerin kabul ettiği Suriyeli mülteci sayısının %3’lük bir orana denk geldiğini, AB ülkelerinin 2014 yılında kabul edecekleri Suriyeli mülteci sayısının yine bu civarda olduğunu, AB’ye ulaşma yolunda birçok Suriyeli mültecinin öldüğünü ve bir çabayla Bulgaristan’a ulaşanların oradaki kamplarda çok zor şartlarda yaşadıklarını belirtelim. Bkz.
[4] Bu noktada eleştirinin Türkiye’nin açık kapı politikasını sürdürmesine, başlarda Suriyeli mültecileri iyi karşılamasına ilişkin olmadığına aksine Türkiye’nin bunları Suriye’deki “iç savaşı”na yönelik politikasının bir ayağı olarak yapması ve oradaki savaşın sürmesindeki rolüyle ilişkili olmasına yapıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Bkz.