Suriye krizinin başladığı Mart 2011’den bu yana ABD ile Türkiye arasında öncelik ve tehdit algılamasında çelişkiler var. Türkiye, Esad rejimiyle çok yakın ilişkiler içinde olmasına rağmen çok şaşırtıcı bir şekilde Esad’a karşı durmuş ve dünya kamuoyunun da Suriye’ye bir an önce müdahalede bulunmasını istemişti. Buna karşın ABD, Irak’ta içine düştüğü hataları tekrarlamamak ve Rusya-Çin bloğunun bölgeye doğrudan müdahil olmasını önlemek için daha temkinli bir politika izledi. Nihayetinde de yine ABD’nin de onayıyla Haziran 2012’de gerçekleştirilen Cenevre görüşmeleriyle Esad’lı siyasi çözümler gündeme gelmişti. Şüphesiz bu, Türkiye’nin asla istemeyeceği bir durumdu.
Bunun yanında IŞİD’in ortaya çıkması dengeleri değiştirmiş ve bu da ABD’nin öncelikli tehdit algılamasında değişikliğe neden oldu. Böylece IŞİD’e karşı Kürt gücü olarak YPG/YPJ’nin başarılı olmasıyla dolaylı olarak PYD ile ABD arasında bir müttefiklik durumu oluştu. Tam da bundan rahatsız olan Türkiye, ABD’ye tampon/güvenli bölge ve eğit-donat planını sundu. Amaç, Kürtler ABD2’nin önemli bir müttefiki haline gelmeden yeni bir aktör yaratmaktı. Sonuçta Türkiye başta olmak üzere bazı tarafların Cenevre görüşmelerine ve Kürtlere olumsuz yaklaşımları neticesinde bu siyasi çözüm gündemden düşmüş ve savaşın uzamasıyla yüz binlerce insan ölmüş, milyonlarcası da evlerini terk etmek zorunda kaldı.
ABD ne diyor, Türkiye ne anlıyor?
Türkiye ile ABD arasındaki anlayış farkı, YPG’nin Tel Ebyad’ı almasıyla stratejik alan haline gelen Cerablus-Efrin bölgesiyle ilgili gelişmelerde daha net görüyoruz.
Temmuz 2015 başında gerçekleşen ABD-Türkiye görüşmelerinde her ne kadar bir mutabakattan bahsedilse de hangi konularda anlaşıldığına dair kafa karışıklığı devam ediyor. Türkiye kamuoyuna bakarsak ABD; Cerablus-Ezaz arasında güvenli bölgenin oluşturulması, ılımlı muhaliflerin bu bölgeye yerleştirilmesi, Türkiye’nin havaüslerinin IŞİD’e karşı kullanılması, sığınmacıların bu bölgeye gönderilmesi, PYD’nin bu bölgeye yaklaştırılmaması, Türkiye hava üslerinden uçakların YPG’ye destek sunmaması gibi konularda Türkiye ile mutabakata vardı.
Buna karşın ABD, bu konularda Türkiye ile anlaşmaya varıldığına dair bir açıklama yapmadı. Tam tersine ABD Dış İşleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner gayet açık bir şekilde "Herhangi bir bölge konusunda herhangi bir anlaşma yok. IŞİD'le mücadelede anlaştığımız konu Türk üslerini kullanmak. Baştan beri güvenli bölge, güvenli alan gibi tanımlayıcı sözcükler kullanmama konusunda duyarlıyız, odağımız IŞİD'in bölgeden çıkarılması" diyor.
Cerablus-Ezaz hattında Türkmen formülü
ABD’nin temel politikasının “IŞİD’in bitirilmesi” olmasından dolayı, Kürtler doğal bir sonuç olarak ABD ile yakınlaşmaktadır. Bunu fark eden Türkiye, kendi denetimindeki örgütlerin sahada IŞİD’e karşı başarılı olup ABD’nin dikkatini çekmesini istiyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin destekleyeceği örgütlerin Cerablus-Ezaz hattında IŞİD’e karşı başarılı olmaması durumunda PYD’nin bu bölgeye girmesi beklenebilir. Ki her ne kadar Türkiye, PYD’nin bu bölgeye girmesi durumunda ABD’nin buna engel olacağını söylese de ABD, bu konuda hiç de Türkiye gibi düşünmüyor. Buna karşın Türkiye, bölgede yaratmak istediği aktörlerden dolayı kendi projesi olan eğit-donatı da işlevsizleştirdi. Öyle ki eğit-donat kapsamında eğitilen ilk 60 kişilik grup daha Suriye topraklarına basar basmaz bir kısmı El Nusra tarafından kaçırılırken bir kısmı da öldürüldü.
Bununla birlikte çok ilginç bir şekilde El Nusra, Ezaz ve çevresinden çekildiğini söyledi. Bu da doğrudan, Türkiye destekli Türkmen örgütlerin oraya yerleştirilmesi anlamına geliyor. Bugün basına yansıyan bir haber de Türkiye’nin El Nusra, Ahrar-ı Şam, Cephe Şamiye, Cephe İslamiye, Sultan Murat Grubu, Fatih Sultan Mehmet Grubu, Cundil Aksa ve Liwa Tevhid gibi örgütlerle toplantı yaptığını belirterek Cerablus-Efrin arasından başta El Nusra olmak üzere diğer örgütlerin çekileceğini ve Türkiye tarafından bu bölgeye Türkmen örgütlerin yerleştirileceğini belirtiyordu (Özgür Gündem, 12.08.2015).
Ortak düşman: Kürtler
Bu noktada Türkmenler üzerinde durmak gerekiyor. Bilindiği gibi Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesi’ne karşı uzun yıllar Irak Türkmen Cephesi’ni (ITC) kullandı. Şimdi ise Türkiye ile Irak Kürtleri arasında gelişen siyasi ve ekonomik ilişkilerle ITC adeta miadını doldurarak pasifize oldu. Buna benzer şekilde özellikle son zamanlarda Suriye’de Türkiye destekli bir aktör olarak Türkmenlerin ön plana çıkartılmaya çalışıldığını görüyoruz. ÖSO içinde mücadele eden Türkmenler varsa da başat bir rol üstlenemeyen Türkmenler, IŞİD’in Rakka’dan başlayıp kuzeybatı yönünde ilerlemesiyle çoğu Türkiye’ye geçti.
Hal böyleyken Temmuz 2015 başında ABD-Türkiye görüşmelerine paralel olarak Gaziantep’te Suriye Türkmen Meclisi öncülüğünde bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Suriye’nin farklı yerlerinden 150 temsilci katıldı. Buradan bir askeri konseyin kurulması sonucu çıkıyor. Buna göre adları Fatih Sultan Mehmet, Sultan Murat, Süleyman Şah vb. olan Türkmen tugaylarının tek çatı altında birleştirilmesi kararlaştırılıyor. Bunun sonucunda da birleşik bir “Türkmen Ordusu” amaçlanıyor.
Bu toplantıda yapılan konuşmada Türkiye’nin politikasına paralel iki yaklaşım fark ediliyor. Birincisi, IŞİD ile PYD aynı kefeye konuluyor. İkincisi, IŞİD ile birlikte PYD de temel tehdit olarak görülüyor. Diğer bir nokta da Türkmen tugaylarının adlarına da bakılırsa AKP’nin neo-Osmanlıcı politik amaçlarıyla örtüştüğü anlaşılıyor.
Türkmenler dışında ilerleyen süreçte ismini duyabileceğimiz bir diğer örgüt ise Halep’in kuzeyi ve İdlip civarında etkinliği olan ve Türkiye’ye dostluk mesajları veren Ahrar’uş-Şam olacaktır. Kimi El Kaideci örgütleri de içeren İslami Cephe içinde yer alan Ahrar’uş-Şam’ın lideri Ebu Cabir’in de Suudi Arabistan’ın denetiminde olan İslam Ordusu’nun lideri Zahran Alluş ile Türkiye’de bir araya geldiğini çeşitli kaynaklardan okuyoruz. Dolayısıyla Türkiye, örgütlerin diplomatik ilişkilerini kurdukları bir üs olarak da dikkat çekiyor. Ebu Cabir’in yaklaşımına göre; Türkiye’nin kendisi için tehdit gördüğü her kesim onlar için de ortak düşmandır. Ebu Cabir, bu anlamda Türkiye ile paralel bir politika çizerken Türkiye’nin kendi güvenliğini koruma hakkına sahip olduğunu bu bağlamda Ahrar’uş-Şam’ın Türkiye’nin haklarını da koruyacak güçte olduğunu belirtmiştir. Ki son açıklamasında Ahrar’uş-Şam, Türkiye’nin güvenli bölge planını askeri ve insani açıdan faydalı bulduğunu, hiç alakası yokken “PKK gibi örgütlerin tehdit oluşturduğunu” belirterek Türkiye’ye göz kırptı. Dolayısıyla buradan Ahrar’uş-Şam’ın da Türkiye ile paralel olarak ortak tehdit algılamasında Esad ve IŞİD’ten sonra YPG’nin yer aldığını söyleyebilir.
Türkiye ile paralel bir politika belirleyen diğer bir oluşum da ÖSO’dur. Her ne kadar Esad’a karşı Suriye muhalefetinin ortak askeri çatı örgütü olsa da başarılı olamadı. ÖSO’nun bağlı bulunduğu Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Dr. Ahmet Toma’nın değineceğimiz ifadeleri, PYD’ye yaklaşımı ortaya çıkaracaktır. Öncelikle belirtmeliyiz ki, Gaziantep’te kendilerine tahsis edilen büyük bir binada Suriye Geçici Hükümeti çalışmalarını yürütüyor. Bir röportajda Toma, Türkiye’nin tampon bölge oluşturmak amacıyla Suriye’ye girmesini arzuladıklarını, bunun Kürt devletini engelleyeceğini belirtirken “PYD, IŞİD’e karşı savaşırken eski projesini gerçekleştirmek istiyor. Bu proje Türkiye sınır hattında bir Kürt devleti kurmaktır. Bu bizim için çok büyük bir risk taşıyor, aynı zamanda Türkiye’nin milli güvenliği açısından da sakıncalıdır.” sözleriyle de Türkiye’yi Kürtlere karşı kışkırtıyor. Esas olarak Toma, uluslar arası güçlerden Esad ve IŞİD’i bitirmek için yardım istiyor. Öyle ki Toma, Esad ve IŞİD’i bitirdikten sonra adeta “PYD’nin icabına bakarız” dercesine “Sonra biz PYD ile nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz” tehdidinde bulunuyor.
Gündemde IŞİD olmalı
Sonuç olarak Suriye krizinde kartlar yeniden dağıtılıyor, yeni denklemler oluşturuluyor. Bu denklemde şüphesiz Türkiye, sahip olduğu coğrafi konum itibariyle stratejik bir önemdedir. ABD ve diğer güçler, uzun vadeli planları sebebiyle Türkiye’den vazgeçemiyorlar. Bunun farkında olan Türkiye de şımarık çocuk edasıyla iç kamuoyuna mesaj veren hamasi hamlelerde bulunuyor. Ama hiçbir koşulda Türkiye, Ortadoğu politikasında içine saplandığı yanlışları örtemiyor. Bunun gün yüzüne çıkmasıyla da Türkiye kamuoyuna karşı bilinçli bir manipülasyonun başladığını biliyoruz.
Tam da gündemin Rojava ve IŞİD’e karşı mücadele olmasını beklerken inanılmaz bir şekilde gündem sadece “PKK ile mücadele” oldu. Türkiye gelinen süreçte kendi yurttaşları olan Kürtlerle barışmadığı sürece bölgede rasyonel bir politika gerçekleştiremez. Doğru olan, içte Kürt sorununun çözmek, dışta Kürt güçleriyle ittifak içinde olup IŞİD’e karşı birlikte mücadele etmektir. (İG/HK)
* Fotoğraf: Salih Mahmud Leyla - Halep/AA