2017 yılı Küresel Duygular Raporu’ndan (Global Emotions Report) bahseden bir yazıdan aktarayım. Rapor, 2016 yılında 142 ülkeden 149 bin kişiyi kapsayan bir anket. İnsanlara, bir önceki gün ile ilgili sorular sorarak ruh hallerini tespit etmeye dayalı bir yöntemi var.
Rapora göre Türkiye hayatından memnun olmayanların oranının en yüksek olduğu ilk 10 ülke içinde yer alıyor. Birinci Yemen, ikinci Türkiye, üçüncü ise Irak. Türkiye bir önceki yılda da sıralamada aynı yerdeymiş. Yemen ise yedinci sırada. Ancak Yemen’de iç savaşın şiddetlenmesi, üzerine kolera salgını “eklenmesiyle” 2017 raporunda Yemen 1. sıraya gelmiş. (Eskiden birinci Suriye’ymiş ama artık çalışmaya dahil edilmiyor). Sonuç Türkiye istikrarlı olarak “en mutsuzlar listesinde ikinci sırada”.
Ne demek hayatından memnun olmak ya da olmamak?
Ortalama bir dünyalıya göre daha az gülümsüyor, kendimizi daha az saygın, daha fazla yorgun, daha fazla mutsuz hissediyoruz. Ve hayatımızı ilginç bulmuyoruz…
2006-2016 kesitine bakınca AB ülkelerinde hayatından memnun olanların oranı yüzde 70’lerde dalgalanırken, Arap ülkelerinde bu oran yüzde 60’larda dolanıyor. Türkiye’de ise dalgalanma yüzde 50 etrafında. Türkiye en altta yer alıyor. 2006-2016 arasında hep en altta.
Aşağıdaki grafiğe dikkat edilirse Türkiye 2013’den sonra iniş çıkışı/dalgalanmayı da bırakmış 50’ye/dibe demir atmış.
Benzer yaklaşımla bir önceki güne ait negatif ruh halini de sorgulamışlar ve “dün hiç fiziksel acı hissettiniz mi?”, “hiç öfkelendiniz mi?”, “endişe, üzüntü duydunuz veya streslendiniz mi?” diye sormuşlar. Dünya ortalaması yüzde 28 çıkmış. Orta Doğu’da bu oran yüzde 40’a vurmuş.
Türkiye? 2016 itibariyle Orta Doğu!
Aşağıdaki grafikte de görüleceği gibi 2013’ten itibaren Türkiye’de “öfke” dalgalı bir seyir izlemeyi bırakmış ve yüksekte sabitlenmiş.
Özetleyerek alıntıladığım yazıda yorum şöyle yapılmış: “2006-2012’den 2013-2016’ya öfke katsayımız bir tık daha artmış ve oynaklığı azalmış gibi duruyor. İlk dönemde, öfkemiz bir artıp sonra bir nedenle boşalırken sanki ikinci dönemde yalnızca birikiyor… Bir yandan hayattan kâm almazken, öte yandan da tahammül gücümüz azalıyor… kamu politikası tasarımının giderek daha zorlaştığı bir sürecin içinde(yiz…yani) milleti idare etmek zorlaşıyor”
Hekimler…
Raporda ruh hali yansıtılan Türkiye’de yaşıyor hekimler de. Anketi
Bir gün önce hiç gülümsediniz mi?
Dün kendinizi iyi dinlenmiş hissediyor muydunuz?,
Dün bütün gün saygıyla muamele gördünüz mü?,
Dün ilginç bir iş yaptınız mı ya da bilmediğiniz ilginç bir şey öğrendiniz mi?
Dün eğlendiniz mi?”
Dün hiç fiziksel acı hissettiniz mi?
Hiç öfkelendiniz mi?
Endişe, üzüntü duydunuz veya streslendiniz mi?
sorularıyla Türkiye’deki hekimlere yapsak sonuçlar -en iyimser tahminle- benzer çıkar.
Hekimleri ayırarak dikkat çekme gerekçemiz çok taze: 30 Ekim’de iki hekim ve bir tıp fakültesi öğrencisi intihar etti.
Aynı gün içerisinde üç hekimin intiharı yarattığı üzüntünün yanı sıra, bekleneceği gibi, tepkileri/yorumları da beraberinde getirdi.
Sağlık Bakanı tvit attı, derin üzüntü duyduğunu ifade etti, çözülemeyecek sorun yoktur diyerek sorunların el ele verilerek çözüleceğini belirtti ve ekledi: “Ben hekim arkadaşlarım ve sağlık çalışanlarına; onların yetenek ve azimlerine güveniyorum.”
TIKLAYIN - Doktor İntiharlarının Ardından Sağlık Emekçileri Çalışma Koşullarını Anlattı
Sağlıkla ilgili meslek örgütleri ve sendikalar da kendi meşrebince tepki gösterdi, açıklama yaptı.
Kuşkusuz Bakanlık, ne yazık ki, sorunu Türkiye tablosu ve özel olarak izlediği sağlık politikaları, ortamı, sağlık emekçilerinin durumuyla bağ kurarak analitik olarak ele alan bir yaklaşımdan uzakta. Bunun bir sonucu olarak tvitte de hekimlerin ve sağlık çalışanlarının yetenek ve azimlerine güven öne çıkmış durumda.
Bakanlık çevrelerince kamuoyu önünde çok dillendirilmese de kapı arkasında intiharların çalışma koşullarıyla ilişkilendirilmesinin zorlama olduğu, kimi kötü niyetlilerce istismar edildiği de söyleniyor, olabilir. Oysa sağlık çalışanları arasında ağırlıklı görüş bu intiharların çalışma koşullarıyla ilgisinin çok kuvvetli oranda geçerli olduğudur; çünkü herkes içinde bulunduğu koşulları biliyor!
İnsanı, sağlık emekçilerini içinden çıkılamaz bir çaresizliğe sürükleyen gerekçelerden önde geleni olumlu gelişmelere dair beklentisizlik, umutsuzluk. Bu anlamda Bakanlıktan beklentisi de, henüz 100 günü “yeni” dolmuş bir Bakana rağmen, yok. Nedeni açık:15 yıl artı 100 gün olduğu biliniyor. Bakan “hekimlerin ve sağlık çalışanlarının yetenek ve azimlerine güven” duysa da sosyal medyada yazılan çizilenlerden anlaşılan sağlık emekçileri bakanlara/bakanlığa güven duymuyor.
Bakanlık/lar böyle olabilir ama beklenti/umut mücadele ile ilgili aynı zamanda.** Biz ne yapabiliriz? Sağlık emekçilerinin örgütleri, sendikaları, özel olarak da hekimlerle ilgili meslek örgütleri mücadele açısından beklenti ve umut olma durumundalar mı? Biliyoruz ki mücadele insanı yaşama bağlar. Mücadele programı oluşturmak ve ete kemiğe büründürmek aynı zamanda öncelik belirlemeyi ve gündeme aldığın konuya odaklanmayı gerektirir.
İntiharlar vesilesiyle kendimizi gözden geçirmekte yarar var. (EB/HK)
* İlgilisi için Güven Sak: "Türklerin yarısı bir önceki gün hayatından memnun değilmiş" ve "Türkler hem daha mutsuz hem de daha tahammülsüzler".
* Kamu Hastane Birlikleri’nin bağlı kuruluş olmaktan çıkarıldığı Kanun Hükmünde Kararname’de “bağlı kuruluş” olmaktan çıkartılarak doğrudan Bakanlık teşkilat şemasına alınması muhtemelen sehven atlanan “sendikayı” konu dışı bırakıyoruz.
Manşet fotoğrafı: AKP iktidarı boyunca sağlık bakanları Prof. Dr. Recep AKDAĞ (2002- 2013 ve 2016-2017) Dr. Mehmet Müezzinoglu (2013-2016), Dr. Ahmet Demircan (2017-)