Malum Mart 2014 yerel seçimlerine ramak kaldı. Siyasi partiler hızla ve aday profilleri üzerinden mevzileniyorlar. İşin başında söyleyeceğimi söyleyeyim ki; AKP iktidarı bu seçimlere siyaset yerine “Devlet” kimliğiyle girmeyi tercih etmiş görünüyor. Birincisi muktedir olarak “Devlet dili”ni kendinden hayli emin edayla kullandığı aşikâr. Muhalif muhataplarını hem küçümseyip kale almayarak, hem de yer yer tehditler savurarak devlet dilini kullanıyor. İkincisi adaylarını devlet bürokrasisi ve bakanları üzerinden tercih hakkını kullanarak gerçekleştiriyor ve halka adeta “Bakın ben artık ‘devletim’ işte kanıtı” dercesine davranıyor. Hem bu durum sadece batı yakada değil, Kürdistan’daki belediye başkan adayları için de böyle. Valiler, Emniyetçiler, vekiller ve diğerleri…
Batı yakada devlet ve iktidar birlikteliği tutabilir. Ama doğu yakada ters teper, bunu muktedir çok iyi bilir, en azından kendi deneyimlerinden. Hafızayı bir miktar geriye sarıp önceki iki yerel genel seçime baktığınızda fark edilir ki; Başbakan “istiyorum, Van’ı, Diyarbakır’ı, İzmir’i istiyorum” diyordu.
Bu seçimlerde farklı bir üslup egemen. Kürt siyasetinin pek ağırlığının olmadığı batı yakadaki illerde mağrur ve egemen bir muktedir dille muhaliflerine meydan okurken! Kürdistan’da daha mütedeyyin bir çıkışı tercih etmiş görünüyor iktidar.
Bunun ilk sinyallerini Diyarbakır’da bir dizi açılış için bulunduğu gün ilk ziyareti Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine yaparak işaret fişeğini tetikledi. Daha önce malumunuz, belediyeyi “hizmette başarısız”, başkanını da “terörist” olarak dillendiriyordu.
İkinci sinyalini Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı için AKP’li vekil Galip Ensarioğlu’nu aday göstererek verdi. Galip Ensarioğlu ve Diyarbakır’ın Dicle (Pîran) ilçesinden olan ailesi, bölgede de siyasi arenada da tanınan bilinen bir aile. Tercihlerini 1965’li yıllardan bu yana 2000’lere kadar, önce Adalet Partisi, sonra da muadili Doğru Yol Partisinden yana kullanmış / kullandılar. Demirel, sonrasında Çiller ve diğerleri ile siyasal arenada boy göstermiş bir şeyh ailesi. Fakat bir farkları var: AKP’nin siyasal İslam geleneğinden gelmiyorlar. Bu açıdan AKP’ye sonradan eklemlenmiş bir görüntüleri var. İşte sanırım asıl mesele burada! AKP görüntü itibariyle devasa bir kitle partisi olarak gözükse bile dar anlamda aslında bir kadro partisi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı günlerinden adım adım ördüğü bir dar kadro partisi.
Adalet ve Kalkınma Partisi; Diyarbakır’da Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker veya eski İl Başkanı ve milletvekili Abdurrahman Kurt gibi politik kadro figürlerinden biri üzerinden Diyarbakır siyasetine soyunup daha çok edeceği kelamı varken ve belki birkaç puan fazla oy alması mümkünken, siyaseten ifade edebileceği pek sözü kalmamış ve AKP’nin parti politikası açısından daha güçsüz bir aday üzerinden Diyarbakır sahnesine çıkmaya karar vermekle kanımca iki önermede bulunuyor Kürt siyasetine…
Birincisi “bakın ben genel olarak Kürdistan’da, özel olarak da Diyarbakır’da zaten kazanamayacağımı biliyorum. Bu sebeple asli kadrolarımı harcamayıp geleceğe bırakıyorum. Sizi de zayıf bir aday’la yarıştırıyorum. Alan sizin” demeye getiriyor. İkincisi de “seçimler sonrası Kürt sorununun çözümünü birlikte gerçekleştireceğiz. Bu sebeple birbirimizi hırpalamamalıyız” diyor.
1990’ların Türkiye ve Kürdistan Siyasetine kazandırdığı şiddetin jargonu şuydu: “Orada, düşük yoğunluklu savaş hâli var”. Evet, savaş hali vardı yirmi yıl boyunca. İşte bu ifadeden günümüz siyasetine bir uyarlama yapmak durumunda kalırsak bu seçimler Türkiye Kürdistan’ı için “düşük yoğunluklu seçim” olarak tarihe geçecek.
Şimdiden söyleyeyim seçimlerin pek bir heyecanı olmayacak. Sonucu önceden belli bir seçim yaşanacak Kürdün coğrafyasında. Öteden beri Kürt siyasetinin şahsiyetler ve şahsiyetlerin kimliği üzerinden değil, Kürdün siyasal ve örgütlü iradesinin belirleyiciliği üzerinden zuhur eden seçim siyasetinin bir örneğini daha yaşayacağız.
Kürt siyaseti de göründüğü kadarıyla genel anlamda kadroları üzerinden değil, Gültan Kışanak gibi istisnalar olmakla birlikte “yedek kulübe”dekiler üzerinden bir seçim stratejisi uygulayarak demeye getiriyor ki; aslolan Kürdün siyasal iradesidir, işte kanıtı.
Yani ez cümle; Kürt coğrafyasında, sonucu ayan beyan belli ve pek fazla heyecanı olmayacak, Kürt siyasal iradesinin mührünü vuracağı bir seçim olacak önümüzdeki yerel genel seçimler.
Ama şunu da vurgulayayım ki; bu haliyle yaşayacağımız son seçim olacak gibi. Mart 2014 seçimlerinden sonraki yerel seçimler, siyasetin bunca baskın ve belirleyici olacağı seçimler olmayacak. Siyasetinin yanında mutlaka birey kimliğinin de belirleyici olacağı, projelerin tartışılacağı, hizmet akitlerinin de mutlaka dile geleceği /getirileceği seçimler olacak bundan sonrakiler… (ŞD/HK)
* Şeyhmus Diken, 06 Aralık 2013 Dîyarbekir