Hep deriz ya "milliyetçilik, kafatasçılık, köktencilik zehirdir ve vücuda girdikten sonra panzehirini bulmak da zordur" diye. Günlerdir benzer bir durumla karşı karşıyayız. Olayın kaynağı düşünülürse çok da alışık olmadığımız, sadece Türkiye'yi değil, dünyayı da şaşırtan bir üslup, kesif bir diplomatik nezaketsizlik. Düşman ülkeler arasında bile yaşanması pek mümkün olmayan tuhaf bir durum. Büyükelçi Oğuz Çelikkol'u alçak bir koltukta oturtup, aşağılama çabası, yok efendim yalnızca İsrail Bayrağı koymalar falan. Türkiye Büyükelçisi Çelikkol, muhatabı gazetecilere İbranice bir şeyler söylerken, bir miktar mütebessim ama belli ki durumdan pek hoşnut değil, çevresinde olan biteni anlamakla uğraşıyor. Yaşadığı deneyim bir yüzyıl boyunca Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler fakültelerinde ders olacak bir vaka: "Diplomaside müptezellik"...
Ergen diplomasisi
Haydi saygınlığı, diplomatik teamülleri filan bir tarafa koyalım. Çok çocukça gelmedi mi size de bu tavır? Beni ilk duyduğumda "hadi be, olur mu öyle şey?" diye güldüren bir olay bu. İstanbul merkezli çalışan bir gazeteci olarak Ankara'nın diplomasi koridorlarında layıkıyla gezinmediysem de pek çok defa, dışişleri bakanı, başbakan ya da cumhurbaşkanının dış ziyaretlerini takip ettim, haberleştirdim, izlenimlerimi aktardım. Onca zaman içinde böyle şey ne gördüm ne işittim. Bırakın bir başka ülkenin en üst düzeydeki diplomatik temsilcisi yoluyla bir ülkeye hakaret etmeyi, oluşması beklenen o meşhur "ulusal onur refleksi"ni bir tarafa, kimse Japon kale maç yaparken gol yemiş gibi bile hissetmedi bana kalırsa. Zira dünya işleri "Nasıl çaktık size!" diskuru ile idare edilmiyor. Bunu Türkiye halkı da çok iyi biliyor artık. İsrail Dışışleri'ninki ise tipik "ergen davranışı". Bu çocukça kibirin altında yatanları da anlatacağım ama önce İsrail dış politikasındaki tuhaf dönüşümün mimarlarına bir göz atalım.
Aşırı sağ "tıkanıklığa" neden oluyor!
Olayın "baş kahraman"ı, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı, İsrail'in eski Washington Büyükelçisi, deneyimli diplomat ve... Ve İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın liderliğini yaptığı Yisrael Beiteinu, yani Evimiz İsrail Partisi'nin milletvekili.
Evimiz İsrail Partisi ne peki? İsrail Hükümetini oluşturan koalisyonun en küçük halkası. Aşırı sağcı bu parti kısaca Ortadoğu sorununun çözülmemesi için ne gerekiyorsa yapanların hareketi. Düşünsenize başbakan ve Likud Partisi Lideri "Bibi" nam Benyamin Netenyahu'dan bile sağda duran bir oluşum. Gelin Batı Şeria, İsrail İşgali altındaki Doğu Kudüs'te Filistinlilerin tahliye edilmesi, Gazze saldırıları gibi konulardaki tavrını siz düşünün. Bir ipucu: Mesela dünya yıkılsa, karanlıklarda yapayalnız kalsa yine de İran ile savaşmak gerektiğini düşünüyor. Onun İran ile ilişkisi, tıpkı "Siyonist İsrail yıkılmalıdır" diyenler ile kendi ülkesi arasındaki münasebeti hatırlatıyor. Onun yönettiği İsrail Dış politikası, tam da lideri gibi düşünen deneyimli diplomat, acemi siyasetçi Dani Ayalon'a bu saçma işi yaptırıyor. Türkiye soğukkanlı bir tavır içinde, 24 saat de süre verip, "resmi özür" istiyor, yoksa büyükelçinin geri çekileceğini söylüyor. İsrail de sure dolmadan resmi özrünü diliyor. Türkiye'nin Telaviv büyükelçisi daha çok yeni atandığı görev yerinde kalıyor. İsrail için durum beter. Sokak ağzıyla söylemek gerek, diplomatik tabirler bunu tam karşılamıyor çünkü: İsrail diplomamsisi "karizmayı çizdiriyor". Nitekim uluslararası basın olayı manşetlerinee taşıdı. Ülke içerisinde siyasi çalkalanmalar yaşanması da şaşırılacak bir durum değil. Yıllardır İşçi Partisi'ni destekleyen Seferadlar ile Likud, Kadima, Evimiz İsrail gibi sağ partilere yandaş olmayı seçen Aşkenazlar arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesi sonucunu ortaya çıkarabilecek bir süreç bu aynı zamanda.
Peki bütün bu olanların asıl sebebi ne biliyor musunuz? Su katılmamış ırkçılık, Filistinliler'e karşı duyulan faşizan kin, aşırı milliyetçilik. Bütün bu olumsuz özellikler bir araya gelince ortaya çıkan şey ise bir diplomatik nezaketsizliğin en kötü örneklerinden biri.
İsrail'in düş kırıklıkları
İsrail'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın meşhur "Van Minüt" çıkışına sebep olan ve sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın asabını bozan 2008 sonundaki Gazze saldırıları sonrasında İsrail'in yaşadığı siyasi izolasyon milliyetçi İsraillilerin dengesini bozdu. 2009 yılının Temmuz - Eylül döneminde hız kazanan ve Ortadoğu'da kapsamlı barış ve istikrarın sağlanması gibi ütopik bir başlığı olan görüşmeler sırasında Obama yönetiminin tavrını İsrail bir türlü kabullenemedi.
Batı Şeria'da yerleşim birimi inşasının durdurulması, Doğu Kudüs'teki statükonun korunması, Filistinlilerin konutlarından zorla tahliye edilmesine son verilmesi gibi konuların masaya yatırılması İsrail'de ciddi sıkıntılar yarattı. İsrail, varlıkta, yoklukta herşeyini paylaştığı Bush yönetiminin ardından ciddi bir düş kırıklığı yaşıyordu.
İttifak dağılır mı?
İsrail'in kuruluşundan bu yana devam eden Türkiye - İsrail ittifakı dağılıyor mu? Bu sorunun yanıtını vermek için Türkiye'nin son yıllarda giderek artan yeni arayışşlarına bakmakta fayda var.
Türkiye diplomasisinin Davutoğlu'nun başbakan başdanışmanlığı günlerinden bu yana Ortadoğu, Kafkaslar, Afrika ve İslam coğrafyasında eskiye oranla daha aktif bir siyaset izlemesi, Golan meselesinin hallinde üstlenmek istediği arabulucu rolü ve Gazze'de yaşananlara karşı sessiz kalmaması, başbakanın zaman zaman İsrail'in saldırgan tutumunu "devlet terörü" diye nitelemesi de çok uzun zaman sonra iki ülke ilişkilerini son derece gergin bir noktaya taşıdı. Ağırlıkla Ortadoğu ülkeleri ile imzalanan karşılıklı olarak vize uygulamasına son verilmesine dair mutabakatlar, gözünü sadece batıya değil, yıllarca ihmal ettiği doğuya da çevirme yönündeki yeni diplomasi manevrası, Irak'ı sadece PKK ve pek sevilen adıyla "Türkmen kartı" üzerinden değerlendirmekten vaz geçme ve Irak topraklarının bütününe yönelik siyaset üretme girişimleri, Gürcistan - Rusya savaşına denk gelen bir süreçte ortaya atılan Kafkasya'da istikrarı arayan yeni stratejik birliktelikler oluşturma projeleri, Ermenistan açılımı derken, Türkiye'nin siyasi rolü de değişiyor. ABD ne derse yine onu yapıyor ama bu kez "stratejik ortak" vasfını gerçekten hak edebilmek için "bölgesel güç" olmak gerektiğini biliyor. İslam coğrafyası, yıllar boyunca Türkiye'yi İsrail'in kollayıcısı olarak görmekten uzaklaşıp dost oluyor. Yeni ABD yönetiminin İsrail'e karşı tutumunu da bildiğinden Türkiye İsrail'e artık daha yukarıdan bir üslupla bakıyor. Hatta planlı ortak tatbikatlar iptal ediliyor. İlişkiler gergin ama kimse merak etmesin, ittifak dağılmıyor, milyar dolarlık askeri - teknik işbirliği anlaşmaları yerli yerinde duruyor. Türkiye yukarıda tarif ettiğim yeni diplomatik konumunun verdiği özgüven ile İsrail'e karşı artık daha buyurgan bir tavır ile yaklaşma cesaretini gösterebiliyor.
Öte yandan Türkiye böyle davranarak Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri gibi pro-Amerikan Ortadoğu coğrafyasının sessizliğini bozup hep bir adım öne geçmek istiyor.
"Davos ruhu"
Batı dünyası, Türkiye ile ilgili olarak "İsrail'in nüfusunun çoğu müslüman olan bölgedeki tek müttefiki" olarak görkmeye alıştığı Türkiye'nin durumunu sorguluyor. Hem Türkiye'deki muhalefet, hem de Avrupa, artık farklı bir gözle izliyor Türkiye'yi. Erdoğan'ın "One minüt" çıkışı ile Ayalon'un tavrını terazinin iki ayrı kefesine koyma gibi bir eğilim var. Ancak ince bir farkı gözden kaçırıyorlar bunu yaparken. Zira Erdoğan, Peres'e sesini yükseltirken, aslında diplomasi değil, siyasetçi olarak "bireysel" tepkisini ortaya koyuyor. Nitekim Erdoğan'ın "daha gitmeyeceği" Davos'a Maliye Bakanı başta olmak üzere pek çok siyasetçi Türkiye'yi temsilen katılıyor mesela. Türkiye, az once de sözü geçen ulusal refleks eşiğini düşürüyor yani. Başbakan gitsin ya da gitmesin, Davos'un Ankara'dan pek çok üst düzey ziyaretçisi olacak. Zira Davutoğlu'nun "stratejik derinliği" fevkalade pragmatik denklemlere dayanıyor.
Bölgesel dengeler değişiyor. Pragmatizm, haritaya daha geniş ölçekte bakmayı gerektiriyor. Farklı bir döneme geçişin sancıları Ortadoğu siyasetinin milliyetçi, ırkçı, antisemit her türlü aktörünün başına dert olmaya başladı. Obama'nın yarattığı Ortadoğu manevrasının önemli aktörü haline gelmeye can atan Türkiye diplomasisi de talep ettiği ve sonunda aldığı son özürle birlikte daha bir kendine güven kazandı. Türkiye Ortadoğu denkleminin bir parçası olma yolunu yarıladı.(MU/EÜ)