Türkiye, bundan dokuz yıl önce, 2003 yılındaki Irak İşgali öncesinde de 4. Maddeyi kullanarak başvurduğu NATO'dan Türkiye'ye "Irak'ın olmayan kimyasal silahlarına" karşı korunması için beş adet Patriot hava savunma sistemi ve üç adet AWACS uçağı gönderilmişti.
O zaman ilişkiler bu kadar iyi değildi. NATO bu sistemleri epey bir nazlanarak ve geçici olarak vermişti. Zaten, sonrasında da TBMM'den ABD'li 40 bin askerin Türkiye üzerinden geçişine izin çıkmamıştı.
Bir rivayete göre, Başbakan Tayyip Erdoğan vekilleri gevşek bırakmış ve TBMM'den çıkan ret kararı iktidar partisi dahil herkesi hayrete düşürmüştü fakat sonuçta TBMM "halkın iradesi"ydi.
Bir başka rivayet daha var. Bu versiyona göre fiyatta anlaşılamamıştı. Dönemin Türkiyesi 40 bin ABD askerinin Irak'a Türkiye üzerinden geçişi için 25 milyar dolar istemişti, ABD kabul etmemişti ve sonuçta ABD başka yollar kullanmak zorunda kalmıştı. Sonrasını biliyorsunuz: Çuvallar, olaylar, olaylar...
Velhasıl, aradan çok sular aktı. Zamanında kuruluşunu kuzu kuzu izlemek zorunda kaldığı Kürdistan Bölgesel Yönetimi şimdi Türkiye'nin en büyük ticari partnerine dönüştü. Ve Türkiye artık askerlerin geçişine izin vermesi istenen pasif bir ülke değil, stratejik bir ortak. Gelişmekten kasıt buysa; evet, Türkiye çook gelişti.
Çünkü artık Türkiye'ye füze savunma sistemleri göndermelerine gerek yok, sistemin en alası zamanında, yani geçen yaz, ortaklık anlaşması ilan edilirken Kürecik'e yerleştirilivermişti.
Ve bağlantılı olarak; füze savunma siteminin kumanda merkezi Monterrey US gemisi İskenderun'a demirledi, Predatörler İncirlik'te konuşlandırıldı ve Suriye üzerine çalışıyorlar, PKK üzerine değil, İran'la ipler koptu, Kandil'e limitsiz hava harekatı izni çıktı, Roj TV kapatıldı, Abdullah Öcalan bir yıldır tecritte, Kürtler üzerine baskı zulüm sindirme almış başını yürümüş ve Türkiye en ufak bir dış baskıya muhatap olmuyor...
Al gülüm ver gülüm. Muktedirler tıpkı Suriye halkının demokratik talepleri üzerinden olduğu gibi Kürt halkının temel hakları üzerinden de kirli alışverişler içindeler.
Sadede gelelim. Kimse gerçekte Suriye'deki uçak düşürme olayının nasıl olduğuyla ilgilenmedi. Wall Street Journal'ın haberi bile Türkiye'ye bir uyarıdan başka bir şey değildi.
NATO neler olduğunu bile sormadan açıklama yaptı: "Müttefikler bu konudaki gelişmeyi çok yakından takip edecekler, bu tür bir olay bir daha tekrarlanırsa, NATO harekete geçecek."
Bu desteğin ardından Türkiye'nin açıklaması şöyle oldu: "Türkiye, yerini, zamanını ve yöntemini kendisi tayin ederek, bu haksızlığa karşı uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanacak, gereken adımları kararlılıkla atacaktır."
Bu da yaklaşık olarak şu demek: Suriye'ye sınırı olan tek NATO üyesi Türkiye teklifi kabul ettiğini kamuoyuna deklare etti. Türkiye önden gidecek. Mermiyi namluya sürüp bekleyecek. Bu arada "Suriye'ni Dostları" uçuşa yasak bölge, tampon bölge, BM'den harekat izini için çabalayacaklar. ABD-NATO'dan işaret gelince, tasarlanmış bir sürtüşme yaşanacak. Türkiye'nin ve NATO'nun geriden ve havadan desteklediği İslamcı milisler ilerleyecekler.
Kağıt üstünde böyle görünüyor. Gerçekte nasıl olacağı ise asla bilinmez. Planlar her zaman Phantom hikayesindeki gibi işlemez. Bir şey olur, arkanda NATO'yu göremezsin. Karşında dövüşerek ölmekten başka çaresi kalmamış bir halkla kalakalırsın.
Söylenecek çok şey var ama şu son iki gelişme; savaş tacirlerinin Cenevre Buluşması ve siyaset dilencilerinin Kahire Buluşması bir şeyin altını bir kez daha çizdi. Bize Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu olarak sunulan yapılar, destekçilerine bile güven vermeyen darmadağın haldeler.
Bütün makyaja, sunuma, stratejik, ekonomik ve medyatik desteğe rağmen iflah olmaz derecede parçalılar. Görünenden kat kat daha dağınıklar. Bu da şu demek; Esad'ın yıkılması halinde Suriye'nin tek bir devlet olarak devam etmesi neredeyse imkansız görünüyor.
Ve Türkiye'nin -başka pek çok hesabın yanı sıra- bir hesabı da, bu parçalanmayı Irak'taki gibi kuzu kuzu izlememek. "Türkiye'deki Kürtleri, onların temel insan haklarını inkar etmek yetmez; Suriye'deki Kürtleri de, onların haklarını da inkar etmeliyiz" diyor. "Irak'tan sonra Suriye'de bir Kürdistan Özerk Bölgesi'ne daha müsaade edemeyiz" diyor.
Türkiye heyecanlı, Türkiye pasif kalmak istemiyor, Türkiye bölgedeki gelişmeleri kendi lehine çevirmek istiyor. Suriye Ulusal Konseyi'ni (SUK) destekliyor, yönlendiriyor, manipüle ediyor. Özgür Suriye Ordusu'nu (ÖSU) misafir ediyor, eğitiyor, silahlandırıyor. Türkiye ne yapıyor? Konjonktüre bakalım:
Aradan çok kanlar aktı. Irak'ın işgalinden bu yana geçen dokuz yıllık işgal 1 milyondan fazla Iraklının hayatına mal oldu. Irak özgürleşmedi. Irak'a demokrasi de gelmedi. Boğazına kadar kana batan ABD pılısını pırtısını topladı ve 2012 itibarıyla Irak'ı terk etti. Neden terk etti acaba? Madem sıradaki hedef Suriye idi, ABD neden Irak'ı terk edip başrolü Türkiye'ye bıraktı?
"İyiliğin ve barışın hizmetkarı" ABD savaş stratejisini değiştirdi. Irak'taki ABD askerleri tahliye edildi. Afganistan'daki 90 bin askerin 2014'de 20 bine indirilmesi planlanıyor. Artık "iyilik" ve barış"ı İHA'larla taksim edecek ABD.
Yakındaki üslerden kaldırılabilen ve çok çok uzaklardan kumanda edilebilen ve hedefi gören ve hedefe ateş eden İHA'lar var. 40 bin ABD askerinin işini onlardan kat kat ucuza yapmaya amade taşeron düzenli ordular var. Savaşmaktan ve ölmekten başka işe yaramayan, bu konuda eğitilebilir yoksul Müslüman kitleler var.
Ve hepsinden önemlisi, paranın insandan kat kat değerli ve itibarlı olduğu bir neoliberal sistem var. (BK/HK)