*Fotoğraf: Anadolu Ajansı
11 Şubat 2021 tarihinde Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Temsilcisi olarak göreve yeni başlayan Philippe Leclerc'i makamında kabul etti ve kendisine sunduğu güven mektubunu aldı. Bakan Yardımcısının resmi Twitter hesabından yaptığı paylaşıma göre, görüşmede iki taraf da 1951 Mülteci Sözleşmesi'ne aykırı olarak gerçekleşen geri itmeler konusunda endişelerini dile getirdiler. Sosyal medya paylaşımında hangi geri itmelerin konuşulduğu ifade edilmese de, konunun Ege Denizi'nde ve Meriç kara sınırında Yunanistan tarafından gerçekleştirilen geri itmeler olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu paylaşıma BMMYK Türkiye hesabının verdiği yanıt ise oldukça ilginçti. Temsilcilik, Türkiye'nin mültecilere karşı ev sahibi konumundaki sorumlu tutumu nedeniyle dünyaya örnek olduğunu belirtip teşekkür ediyordu.
19 Şubat tarihinde ise, bu defa Dışişleri Bakanlığı BMMYK Türkiye Temsilciği ve BM Kalkınma Programı ile ortaklaşa Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve diğer kamu kurumları ile 2021-2022 Suriye Krizi'ne Cevap (3RP-Regional Refugee Resilience) Programı'nı açıkladı. Program onuncu yılına giren "Suriye krizi" için birtakım stratejik hedefler belirliyor. Bunlardan biri de mültecilerin kendi başına ayakta kalmasına destek olmak. Bu paylaşımda iki nokta dikkat çekici. Bir tanesi yine BMMYK tarafından Türkiye'nin dayanışma ve ev sahipliğinin övülmesi, diğeri ise Dışişleri Bakanlığı tarafından o tarih itibari ile 420 bin Suriyelinin güvenli ve gönüllü bir şekilde kendi ülkelerine geri döndüklerinin belirtilmesi ve bunda Türkiye'nin ülkenin kuzeyinde yürüttüğü terörle mücadele operasyonlarının etkisinin büyük olduğunun vurgulanması.
BM'ye bağlı uluslararası örgütlerin mülteciler konusunda Türkiye övgüsü bu iki örnekle sınırlı değil. Diğer ilginç bir örnek, Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Türkiye Ofisi'nin 18 Şubat 2021 tarihinde Ankara'da organize ettiği ve BM Göç Ağı'nı (UNNM) kuran toplantı. Bu girişim 2018 yılında BM tarafından kabul edilen Güvenli, Kurallı ve Düzenli Göç Mutabakatına dayanıyor. Bu metin ve ikizi olan Mülteci Mutabakatı, 2015 "Avrupa'nın Mülteci Krizi"ne cevap olarak 2016'da New York'ta toplanan göç üzerine özel bir BM oturumu sonucu çıkan kararla hazırlanmışlardı. 1951 Mülteci Sözleşmesi'nin açıklarını gidermeyi ve günümüzün savaştan kaçan sığınmacılarına yeni bir koruma sistemi oluşturmayı hedefleyen tartışmalar, uluslararası hukukta bağlayıcılığı olmayan ve Batılı devletlerin son dakika imzalamaktan çekildikleri bu iki Mutabakat metni ile son buldu. İşte 18 Şubat'ta IOM tarafından düzenlenen toplantı ile Türkiye bu Ağın oluşumuna ev sahipliği yapmış oldu. Yine bu toplantıda IOM Türkiye Temsilcisi'nin mülteciler ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü üzerine söyledikleri oldukça dikkat çekici: "Türkiye'nin ve kurumun mültecilere yaklaşımı diğer üye ülkeler için mükemmel bir örnek teşkil ediyor." 12 Mart 2021'de BMMYK'nın yaptığı Suriye Krizi'nin onuncu yılı açıklamasında da, 5,5 milyon mültecinin büyük kısmına ev sahipliği yapan Türkiye, Ürdün ve Lübnan ile birlikte gösterdiği cömertlik ve dayanışma ile tekrar kutlanıyor.
Avrupa Birliği (AB) tarafına bakacak olursak, orada da 30 Mart 2021'de düzenlenen 5. Brüksel-Suriye'nin ve Bölge'nin Geleceği Konferansı'nda Türkiye'nin dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip ülke olarak sağlık, eğitim ve belediye hizmetleri ile iş piyasasına erişim konularında çok büyük bir finansal yük altına girerek tüm dünyaya "iyi örnek" teşkil ettiği ifade ediliyor.
Son olarak 4 Haziran 2021'de Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM), IOM ve BMMYK ortaklığında AB fonu ile desteklenen "Geri Gönderme Merkezlerinin Kapasitelerinin Desteklenmesi ve İdare Gözetime Alternatiflerin Geliştirilmesi" Projesinin açılışını yapıyor. AB Delegasyonu Başkanı, projeyle merkezlerin kapasitesinin arttırılmasını amaçladıklarını ifade ederken bir yandan da idare gözetime alternatifler geliştirmeyi ve kapatılan kişilerin hak ve hizmetlere erişimlerinin iyileştirilmesini planladıklarını söylüyor.
Bu noktada bir durup Türkiye'nin sığınma sistemine bakmak ve gerçekten de uluslararası örgütler -BM- ve özellikle de AB tarafından ülkenin neden dünyaya "iyi örnek" olarak reklamının yapıldığını düşünmek gerek.
Kısaca bir özet geçecek olursak, Türkiye 2011 yılı Bahar aylarında ülkeye gelmeye başlayan Suriyeli mültecilerle 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi'nde verilen bir brifing ile BMMYK tarafından dünyada en fazla mülteci barındıran ülke ilan edildi. O günden bugüne de bu gerçek değişmedi. Bugün GİGM verilerine göre, "geçici koruma" altında tanımlanan Suriyeli mülteciler Temmuz ayı başı itibariyle 3 milyon 688 bin 093 kişi. Türkiye'nin 2014 yılında tüm hükümleri ile yürürlüğe giren ilk iltica kanunu, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'na göre ikili bir sığınma sistemi var. Bu sistemin ilk ayağını "Uluslararası Koruma" altında üç statü oluşturuyor, bunlar: Mültecilik, şartlı mültecilik ve ikincil koruma. Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi'nin orijinal metninde taraf olacak devletlere tanınan bir seçenekle, Sözleşme korumasını imza ve onaydan beri coğrafi sınırlama ile uyguluyor. Bu coğrafi sınırlama sonucu sadece Avrupa Konseyi üyesi bir ülkeden gelen sığınmacı Türkiye'de "mülteci" statüsü kazanabiliyor. GİGM istatistiklerine baktığımızda ülkede kanuna göre Avrupa'dan gelip de statü alan kaç mülteci var bilemiyoruz. Herkesçe bilinen bir gerçek ki, Türkiye en fazla uluslararası koruma başvurusunu Doğu sınırlarından gelen/giren sığınmacılardan alıyor. 2020 yılı sonu itibariyle de en çok şartlı mültecilik için başvuru alınan ülke 22.606 kişi ile Afganistan. Bu Türkiye'ye gelen sığınmacılar içinde en çok Afganların korumaya ihtiyacı olduğunun bir göstergesi.
Coğrafi sınırlamanın en önemli sonucu şartlı mültecilik statüsü kazananların da Türkiye'de geçici bir korumaya sahip olması. Türkiye'de Sözleşme'nin tanıdığı (ki metinde vatandaşlığa çok yakın haklar tanımlanıyor ve vatandaşlık kazanmaya dönük entegrasyon öngörülüyor) haklara erişemeyen ama mülteci statüsü belirleme mülakatı (RSD) sonucu Sözleşme'nin mülteci tanımı kapsamında sayılan şartlı mülteciler, geçici bir süre Türkiye'de yaşayıp üçüncü bir ülkeye yerleştiriliyor. Ancak bu yerleştirme işlemi tamamen ülkelerin göç politikalarıyla alakalı. Türkiye'de mülakattan geçip statü almış bir mülteci, üçüncü ülkenin istediği "göçmen" profiline de uymak zorunda. Bu yüzden her şartlı mülteci için yeniden yerleştirme bir seçenek değil. Ülkelerin kotaları ve istedikleri bir mülteci profili var. Bu profil büyük ölçüde o ülkenin vatandaşlık tanımı ve anlayışı ile bağlantılı. İranlı Hristiyan bir mültecinin Amerika Birleşik Devletileri'ne (ABD) yerleştirilme olasılığı, bu dine mensup olmayıp siyasi nedenlerle kaçmış bir İranlı mülteciye göre çok daha yüksektir demek yanlış olmaz.
GİGM istatistiklerinde uluslararası koruma başvuru sayıları olsa da, her yıl kaç ret, kaç kabul, redde bağlı kaç sınırdışı kararı alındığına ve bu kararın kaçının işleme konulduğuna, kaç kişiye ikincil koruma verildiğine dair veriler yok. Bu verilerin açıkça paylaşılıyor olması bir ülkenin sığınma sisteminin iyi işleyip işlemediğinin en önemli göstergelerinden biri. GİGM web sitesine baktığımızda özellikle 2015-2016 sonrası azalan bir uluslararası koruma başvuru sayısı eğilimi var. Bu AB ile yapılan ve hukuken bir anlaşma sayılmayan 2016 Mutabakatı ve öncesindeki pazarlığa denk gelen bir dönem. Tersine 2015 sonrası ise, tablolarda artan oranda yakalanan/durdurulan düzensiz göçmen sayısı görüyoruz. Diğer bir deyişle sığınma başvuru sayısı azalırken yakalanıp sınırdışı amacıyla idari gözetime (kapatmaya) alınan göçmen sayısı ve sonuç olarak da sınırdışı edilen kişi sayısı artıyor. En çok yakalanan/durdurulan düzensiz göçmenler de, ne tesadüf ki, Afgan uyruklular. Öyle ki sırasıyla 2018 ve 2019 yıllarında önce 100 bin 841, sonra da 201 bin 437 Afgan yakalanıyor. GİGM web sitesinde birden fazla yakalama istatistiği var. Bunlardan hangisinin sınırda durdurulan ve sınırdışı edilen göçmen sayısını gösterdiğini bilebilmek mümkün değil çünkü buna dair bir açıklama yok.
2007 yılından beri sığınma ve göç alanında çalışıyorum. Doktora tezimi yazdığım ve Ege kıyılarında ve Van'da saha çalışması yaptığım 2008-2010 yılları arası durumla karşılaştırdığımda şunu iddia edebilirim ki, ne zaman yakalama (kapatma) ve sınırda durdurma artsa ülkede kabul edilen sığınma (şartlı mültecilik) başvuru sayısı da azalmıştır. Türkiye'nin sığınma sisteminin en büyük sorunlarından biri, 2013-2014'te yürürlüğe giren Kanun öncesi de, "iltica hakkına erişememek" olmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne göre iltica aramak bir haktır ama bu hakkı tanımak, bir kişiyi sınırdan içeri almak devletlerin egemenlik yetkisi kapsamındadır. Bir kişinin 1951 Sözleşmesi'ndeki mülteci tanımını karşılamasının ilk koşulu uluslararası bir sınırı geçmiş olmasıdır. Bugün sadece Türkiye'nin sınırlarında yaşananlarda değil, Akdeniz'de yaşanan ölümlü kazalarda da en büyük sorun; sığınmacıların ekonomik zorluklar, vize alma şartlarının sıkılaştırılması ve yolcu taşıma şirketlerine yüklenen mali ve cezai sorumluluklar ve benzeri göç yönetimi teknikleri ile devletler tarafından güvenli ve düzenli yollardan seyahat etmelerinin ve bir ülke sınırını geçip sığınma arama hakkını kullanabilmelerinin engellenmesidir.
Türkiye, 1951 Mülteci Sözleşmesi'ni coğrafi sınırlama ile uygulamasına ve ülkede sağlanan mülteci koruması (hem Suriyeliler hem de diğer başvurucular açısından) sadece geri gönderme yasağı ile bağlı geçici bir nitelikte olmasına rağmen yine de ilk başta aktardığımız gibi BM ve AB tarafından dünyaya örnek ülke olarak gösterilmektedir. Suriyeli mültecilerin haklara erişim sorunları ile uluslararası koruma başvurusu yapmış ve yine geçici bir statü kazanmış veya yıllarca sadece bekleyerek yaşamış ve en sonunda ret kararı alarak sınırdışı edilme korkusu başlamış tüm uluslararası koruma başvuru sahiplerinin yaşadıkları BMMYK tarafından göz ardı edilmektedir. Ülke içinde ve sınırda yaşanan ihlaller konusunda bir izleme faaliyeti yürütmesi gereken BMMYK Türkiye Ofisi ve diğer BM organlarının ülke temsilcilikleri uzunca bir süredir sadece Türkiye güzellemesi yapmaktadır. Özellikle nedense sadece 'Avrupa'nın Mülteci Krizi' olarak anılan 2015 yazı ve sonrasındaki gelişmeler ile, ülkede yaşanan mülteci hakları ihlalleri açıkça görmezden gelinir olmuştur. Ben bu durumu mültecilerin araçsallaştırılması ile açıklıyorum. Araçsallaştırma Türkiye'de yeri geldiğinde iç politikada kullanılırken ilk başta Suriyeli mültecilerin gelişi ve varlığı üzerinden dış politikada uzunca bir süre kullanılmıştır. Bu terimle neyi kastettiğimi ve şu sıralar yaşadığımız Afgan zorunlu göçünün bu kapsamda nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bir sonraki yazımda açacağım.
Dipnotlar
[1] "Türkiye: Mülteci haklarını ihlalde şampiyon mu? Yoksa dünyanın en iyi 'ev sahibi ülkesi' mi?" başlığı ve yazı içeriği Uluslararası Çalışmalar Derneği'nin (ISA) 14-16 Haziran tarihleri arasında düzenlediği 7. İnsan Hakları Konferansı'nda sunduğum bildiriden alınmadır.
[2] https://twitter.com/UNHCRTurkey/status/1359871103792013313?s=20 (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[3] https://twitter.com/UNHCRTurkey/status/1362667682018033664?s=20 (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[4] https://www.iom.int/news/un-network-migration-established-worlds-largest-refugee-hosting-country (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[5] https://www.unhcr.org/news/press/2021/3/604b9fd44/decade-death-destruction-displacement-must-sap-solidarity-syrians.html (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[6] https://eeas.europa.eu/headquarters/headquarters-homepage/95999/co-chairs-statement-brussels-v-conference-supporting-future-syria-and-region_en (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[7] https://twitter.com/IOMturkey/status/1399612394922557440?s=20 (Son erişim: 26 Temmuz 2021)
[8] https://www.unhcr.org/admin/hcspeeches/54ef20579/united-nations-security-council-7394th-meeting-open-briefing-humanitarian.html?query=Turkey%20biggest%20refugee (Son erişim: 27 Temmuz 2021)
[9] https://www.goc.gov.tr/duzensiz-goc-istatistikler (Son erişim: 27 Temmuz 2021)
(CS/DŞ)