Türkiye bir kez daha toplumsal kutuplaşmanın var ettiği akıl tutulmasına kapıldı: bir yanda kapalı ortamda tütün ürünü kullanan insanları “terbiyesiz” olarak tanımlayan totaliter bir iktidar, diğer yandan bu iktidara karşı özgürlük savaşını sigara içmeye indirgeyen müzmin kaybedenler. İyi ama Türkiye bu iki akıl dışı iki taraftan birisine mahkûm mu? Gerçekten bu iki olmayan seçeneğin dışında bir yol yok mu?
Var!
Çünkü bizler biliyoruz ki; tütün salgını yirminci yüzyılda yüz milyon kişiyi öldürdü. Dahası eğer sorunun nedenine yönelik etkili bir mücadele yapmazsak bu yüzyılda bir milyar kişi ölecek. Hal böyleyken sanal medyada tütün ürününü kullanarak totaliter bir iktidara “savaş açmak” hangi aklın ürünü/yansıması?
Ama yine bizler biliyoruz ki; dünyada her gün 12 bin insanı öldüren bu sorunun nedeni “tütün” değil. Çünkü tütün bitkisi tarlada insan öldürmemekte. Zaten Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de “Bütün salgın hastalıklarda bir bulaşma yolu vardır ve hastalık ve ölümlerin yayılmasına yol açan bir de aracı vardır. Tütün salgını konusunda bu araç bir virüs, bakteri veya bir başka mikroorganizma değildir -bu araç bir endüstri ve çalışma stratejisidir.” ifadesiyle sorunu yaratan tütün endüstrisine dikkat çekmekte. Hal böyleyken bir milyar insanı öldürecek tütün endüstrisini göz ardı edip tütün ürünü kullanan insanları “terbiyesiz” olarak suçlamak hangi aklın ürünü/yansıması?
Hâsılı kelâm görmek zorundayız ki; iki yanlış bir doğru etmiyor...
“Küresel düşün yerel davran”
Çok uzun bir zamandır biz Türkiye toplumu olarak, ulusal sınırlar içerisinde düşünüp yeri geldiğinde oldukça otoriter icraatlar sergiliyor olsak da dünya çoktandır “küresel düşünüp yerel davranan” bir modele evrildi/evriliyor: Tütün salgını ve bu salgının kontrolü konusu, bu yeni modelin belki de ilk adımlarından birisini oluşturdu/oluşturuyor. Çünkü Soma ve Ermenek deneyimlerinden de yakından kanıtlandığı üzere ulusal devlet modeli, şirketlerin “kazanç, daha çok kazanç” baskılarına teslim oluyor ve yapılması gerekenleri önceden yerine getirmiyor. Bu deneyim tütün kontrolü alanında da aynen yaşandı ve yaşanıyor. Gerçekten de tütün “piyasası”na sahip çok uluslu şirketlerin ekonomik ve siyasi güçleri karşısında ulusal hükümetlerin tek başlarına önemli bir başarı sağlayamadığı pek çok ülkede geçmiş yüzyılda kanıtlandı. Bu nedenle DSÖ 2003 yılında “Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi (TKÇS) adını verdiği bir rehber hazırladı. Söz konusu rehber önce DSÖ’nün Genel Kurulu’nda kabul edildi, ardından DSÖ’ye üye ülkelerin Sağlık Bakanları tarafından imzalandı ve en sonunda da ulusal parlamentolarda kabul edilmeye başlandı. Sözleşmeyi parlamentolarında kabul eden ülke sayısı kırk olduktan sonra sözleşme “Uluslararası Yasa” özelliğini kazandı. Türkiye, TKÇS’yi Nisan 2004’te imzaladı ve sözleşme Kasım 2004’te Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde kabul edildi. TBMM’nin söz konusu Sözleşme’yi kabulü sonrasında 1980’li yılların ortalarında başlayıp 90’lı yılların ortalarında yasal güvence altına alınan ulusal tütün kontrol programı Türkiye’de hız kazandı. Ne sevindiricidir ki; Türkiye, bugün itibarıyla “terbiyesiz” diliyle değil, bu konuda yaptığı faaliyetlerle DSÖ’nün raporlarında tütün kontrolü açısından diğer ülkelere ders alınacak bir başarı örneği olarak sunulmakta. Hiç kuşkusuz ulaşılan bu başarının arkasında kamu ve sivil yapılanmalarıyla otuz yıldır Türkiye’de sergilenen bir mücadele yatmakta.
Ancak dünyaya örnek gösterilen bu başarılı mücadeleye rağmen, zaman içerisinde piyasaya sunulan ürün çeşitliliği ve ihracatın artmasıyla sorunun temelini oluşturan endüstriyi Türkiye’de kontrol altına alabilmek mümkün olmadı. Ve açık ki tütün ürünleri kullananlara hakaret ederek de insanları öldüren bu endüstriyi kontrol altına alabilmek mümkün değil (Şekil 1).
Şekil 1: Türkiye’de Sigara Üretimi (2008-2013)
Dünyanın en kötü gelir dağılımına sahip ender ülkelerinden birisi olan ve toplumun en zengin %1’inin gelir artışının son on yılda dünya birinciliğine oynadığı bu ülkede bir kazananın da tütün endüstrisi olduğunu görmek gerekiyor. (Şekil 2 ve 3).
Şekil 2: Türkiye’de Sigara Perakende İç Satış Hâsılatı (2003-2013)
Şekil 3: Türkiye’de Sigara İhracat Bedeli (2006-2013)
Bir parça düşünmek iyidir
İyisi mi tüm bunların ardından oturup düşünelim:
Soma’da ya da Ermenek’te daha çok kazanç uğruna öldürülen insanlarla tütün şirketlerinin daha çok kazanç uğruna öldürdükleri insanlar arasında fark var mıdır?
Soma’da ve Ermenek’te yaşanan cinayetler sonrasında “dayıbaşı”lara ve “maden ağa”larına isyan ederken, tütün “piyasası”nın ağalarına ve dayıbaşılarına neden tek bir laf etmiyoruz -ve hatta kimi zaman devlet olarak onlara ödüller veriyoruz?
Soma’da ve Ermenek’teki insanlık dışı çalışma koşullarında insanlar öldürülmeden devletin neler yapması gerektiğini yani sorumluluklarını neden konuşmuyoruz -tıpkı tütün ürünlerinin üretilmesinin azaltılmasını yani sermayenin kâr etmesinin kısıtlanmasını konuşmadığımız gibi?
Özetle; hangi alanda olursa olsun sermayenin doymak bilmez kâr hırsı karşısında insandan ve insanlıktan yana taraf olma anı geldiği zaman siyasi iktidarın topu taca atması tesadüf mü? Örneğin; Soma sonrası gündeme gelen “yaşam odaları” Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedilmesi ile “tarafsız” olmaya yemin etmiş bir cumhurbaşkanının Ermenek’te suçüstü yakalanan devleti kurtarmak için toplumu bir kez daha kutuplaştırmaya çalışması arasında hiç ilişki yok mu? Varsa neden bu kutuplaştırmaya balıklama atlıyoruz?
“Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”
Hâsılı kelâm artık bu memleketin temel sorunlarından birisinin Gezi’de de, Soma ve Ermenek’te de, tütün köylüsünün yok edilmesinde de, yani her yerde ve her alanda, doğası gereği kârdan başka bir şey düşünmeyen sermaye olduğunu görmek ve bu saldırıya karşı kent, sağlık ve yaşam hakkı savunuculuları olarak “şah çekmek” zorundayız.
Her ne kadar neoliberal ideolojiye esir düşen mevcut siyasi iktidar, hiçbir şeyin değeri bilinmese ve her şeyi üç kuruş bir fiyata kurban etmiş olsa da; insanlığın kadim savaşının sorumluluğu biz yaşam savunucularının omuzlarındadır. Oynadığımız bu satranç oyununda belki ilk “şah çekme”de sermayeyi mat edemeyeceğiz. Ama hiç şah çekmezsek, bu oyunun sonu hiç gelmeyecek ve kâr uğruna insanlar Gezi’de, Soma’da, Ermenek’te ve bil cümle her yerde ölmeye ve sakat kalmaya devam edecektir.
O halde insanlığın kadim sorusu hâlâ yanıtlanmayı bekliyor: Ölüm ve sakat kalışları seyredecek miyiz? (OE/HK)
[1] Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi