Taksim Meydanı’nda cereyan eden toplumsal tarihi incelediğinizde, ülkenin sahip olduğu siyasal rejimlerin hareket tarzlarına ve niteliklerine bağlı olarak demokrasi ile barışık olmadıkları sonucuna ulaşırsınız.
Siyasi şiddet, fiziksel şiddet, hukuksuzluk, cezasızlık ve cezalandırmalar ile insan hakları ihlaller bütünselliğinde bakıldığında ülkedeki rejimin oligarşik yapısını ve faşizmle kurduğu güçlü bağı anlayabiliyoruz.
Taksim’de 27 Mayıs 2013’te Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilerek yerine Topçu Kışlası yapılmasına karşı başlayan, daha sonra adalet, demokrasi, özgürlük talebiyle tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Direnişi’nin üzerinden tam 11 yıl geçti. Gezi Davası tutuklularının iki yıldır hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulmaları Taksim’den yükselen demokrasi talebinin cezalandırılmasıdır.
1977 1 Mayıs Katliamı’nda,
Sekiz kadın, bir çocuk, 24 erkek...
Altı öğretmen, yedi öğrenci, 16 işçi, üç sağlıkçı, bir polis memuru...
Beş kurşunlanma, 29 ezilme ve ezilmeye bağlı hasarlar...
Ve cezasızlık!
Otopsi raporuyla nüfus kayıtlarıyla bilinen 34 insan, birinin kimliği belirlenemedi. Yaralılar, hapisler, sorumluların değil maruz kalanların yargılandığı mahkemeler...
AKP’nin inşa etmek istediği rejimde çıplak gözle görülüyor. Son yerel seçimlerde ortaya çıkan siyasi irade rejime 'dur' mesajı vermiştir. Ancak siyasi iktidarın bu mesajı anlayacağı demokratik kültüre sahip olmadığı defalarca test edilmiştir.
Bu durum karşısında demokrasi için mücadele edenlere yüklenen sorumluluk en geniş mücadele birlikteliğinin inşa edilmesidir.
Otoriter devletlerin siyasi tarihi kozmik odalarda kapalı bir kutu olma özelliğini hep koruyacaktır.
1 Mayıs 1977 katliamının hafızamızda en büyük 'derin' tertip olarak kalmasının gerçek nedeni Türkiye’nin siyasi panoramasıdır. Yakın ve uzak Türkiye siyasi tarihine damgasını vuran olaylarda devletin durumu hep şüphelidir.
Devletin bekasını devam ettirmek için meşru gördüğü devlet 'sırrı' ve derin ilişkileri çok yazıldı, anlatıldı ve tartışıldı. Ülkemizde bu tartışma demokratik bir dönüşüm gerçekleşmediği sürece, 1 Mayıs 1977 katliamından önceki tertipler ve olaylardan günümüze kadar devam eden katliam ve olaylar hiç bitmeyecektir.
Meydanın tam ortasında bulunan yeraltı tren durağından her gün iş yerlerine ulaşabilmek için bu güzergâhı kullanan binlerce emekçinin 1 Mayıs günü hariç meydana çıkma hakları vardır.
Taksim Meydanı toplumsal hafızanın en önemli mekânlarındandır. Tarihsel olarak hiçbir zaman demokratik rejimlerin muhatabı olamayan meydan, dönemin rejimleri tarafından asimilasyona tabi tutulmaktan kurtulamamıştır.
Anıt
9 Ağustos 1928’de inşa edilen ve Taksim’e meydan özelliği kazandıran anıt, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya halktan bağış toplanarak İtalya’da yaptırıldı. 184 ton ağırlığındaki anıt Roma’dan İstanbul’a gemi ile taşındı. Anıtta dikkat çeken Kızıl Ordu’nun kurucularından olan ve az sayıda askeriyle Ekim Devrimi’ne yaptığı katkıyla tanınan Frunze’nin Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile aynı karede olması. Genç Cumhuriyet’in politik fotoğrafının Taksim Meydanı’ndan verilen mesajı olarak yorumlayabiliriz.
Taksim Meydanı, adını Maksem’e (su deposuna) gelen suyu çevredeki çeşmelere ve diğer yerlere taksim edilmesinden aldı. Su dağıtımının idare edildiği merkez olması nedeniyle de Sular İdaresi olarak bilinir. Hafızamızdaki yeri ise 1977 1 Mayıs Katliamı’nda kitlelerin üzerine ilk ateş edilen yer olması. Sırtınızı Sular İdaresi’ne dönmeden önce sol tarafa bakarsanız, Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’ni görürsünüz (Ayia Trias Kilisesi olarak da bilinir). Bizans mimarisi ile modern mimarinin bir kompozisyonu biçiminde projelendirilmiştir. Yine Taksim’den İstiklal Caddesi’nin girişinde sağ tarafta, yeni yapılan caminin hemen yanında, Surp Ohan Voskiperan Ermeni Katolik Kilisesi bulunuyor. Kiliselerin etrafı plansız yapılarla adeta örtülmek istenmiş gibidir. Şimdi ise caminin gölgesinde bırakılmış durumdalar.
27 Kasım 1970’te, o zamanki adı İstanbul Kültür Sarayı olan yapı yakılmıştı. 1973’te Atatürk Kültür Merkezi (AKM) adını aldı. Onarımın ardından 6 Ekim 1978’de açılabildi. Bu yangın devletin deriniyle mi yoksa İslamcı hareketlerin azmettirmesiyle mi gerçekleşti, hiçbir zaman açığa çıkmadı. Bilinen tek şey arka planında bir rejim hesaplaşmasının olduğudur.
Amele Bayramı’ndan Kanlı Pazar’a
Bir pazar günü devrimci üniversiteli gençler 6. Filo’nun İstanbul’a gelişini protesto etmek için toplandılar. Üniversite öğrencilerinin 16 Şubat 1969’daki eylemine Taksim Meydanı’nda sağcıların saldırması sonucu iki kişinin öldüğü ve 200 kişinin yaralandığı olay yaşandı. Ve tarihe “Kanlı Pazar” notu düşüldü. Saldıranlar, tekbirler eşliğinde göstericilerden Ali Turgut Aytaç’ı ve Duran Erdoğan’ı bıçaklayarak öldürdü. Böylelikle Taksim Meydanı kanlı bir pazar gününe şahitlik etti.
1 Mayıs'larda üretenlerin yönetenlere karşı eşzamanlı olarak dünyanın her yerinde politik gösterilere girişmesi, tarihsel olarak kapitalist devletleri her zaman tedirgin etmiştir. İşçi ve devrimci örgütler ve sosyalistler ile devletlerarasında var olan çelişkinin çatışmaya dönüştüğü gün, hep 1 Mayıs olmuştur. Türkiye emekçileri 1923’te resmen “Amele Bayramı” olarak ilan edilen 1 Mayıs’ın kitlesel bir halde kutlanabilmesi için yaklaşık 50 yıl kadar bekledi.
Meydandaki ilk kitlesel 1 Mayıs
İlk kitlesel 1 Mayıs kutlaması, 1976’da Taksim Meydanı’nda gerçekleşti. DİSK’in öncülüğünde gerçekleşen 1976 1 Mayıs’ına 150 bin kişi katılmıştı. İşçi sınıfının ve sosyalist hareketlerin moral bulduğu 1 Mayıs, toplumsal muhalefeti umutlandırırken sistemi ve devleti tedirgin etti. Bu moralle 1977 1 Mayıs’ına hazırlanıldı. İki kutuplu dünyada, Türkiye tarihinin en gergin ve çatışmalı siyasal ortamında, 500 bin emekçi meydanı doldurdu. Provokasyona açık olan 1977 1 Mayıs’ı katliamla sonuçlandı. Katliamdan sonra 1978’in 1 Mayıs’ı, meydanda yapılan son 1 Mayıs oldu. 1979’da Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Mayıs’ı yasakladı.
Ve General Evren, Taksim’de
12 Eylül darbesine uzanacak olan yolun ilk taşları Taksim Meydanı’ndan döşenmeye başlamıştı. 16 Mart Katliamı, bazı kişilere gönderilen bombalı paketler, Sivas, Maraş ve Çorum’da devlet destekli planlı faşist saldırılar, Fatsa operasyonu, Abdi İpekçi suikastı ve yüzlerce cinayet sonrasında darbeci generaller yönetime el koydu. Cuntacı General Kenan Evren, 4 Kasım 1982’de dönemin devlet başkanı olarak Taksim’e çıktı. Kürsüsü AKM’nin önüne kuruldu.
“Ya ya ya şa şa şa Evren Paşa çok yaşa!” çığırtkanlıkları arasında paşa kürsüye çıktı. İlk sözü, “Her taraf Türk bayraklarıyla donatılacağına kızıl bayraklarla donatıldı”, “Eğer 12 Eylül harekâtı yapılmasa veya onlar bu harekâtı yapıp muvaffak olsalardı bu meydanın ismi Kızıl Meydan olacaktı” oldu.
32 yıl sonra 2010’da emekçiler Taksim’de
Meydan yıllarca 1 Mayıs gösterilerine yasaklandı. Uzun mücadeleler sonunda KESK ve DİSK’in kararlı duruşu ile 32 yıl sonra 2010’da 1 Mayıs Taksim’de kutlandı. İşçi sınıfının önemli kazanımı maalesef korunamadı. 2013 yılında 1 Mayıs’tan dört ay önce Taksim’i yayalaştırma projesi çalışmaları bahanesi ile 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması tekrar yasaklandı.
Kazancı Yokuşu
Ve emekçiler, yıllardır çöp tenekelerinin neredeyse yanında, bankamatiğinin önünde, katliama neden olan o zamanki adı Intercontinental Oteli’nin (Bugün The Marmara Oteli) üst katlarından da ateş açılan binanın yanı başına, karanfil bırakarak arkadaşlarımızı hak etmedikleri bir mekânda anmayı kanıksamış durumdayız. İşçi sınıfı tarihi ve yaşamını kaybeden insanlarımız bunu hak etmiyor.
Profesör Mete Tunçay, Taksim Meydanı’nı, yaklaşık 200 yıldır Türkiye’de varlığını sürdüren üç siyasal akımın etkileriyle, kırılma yaşadığı ve birbirleriyle çatıştığı bir alan olarak değerlendiriyor. Bu akımları İslamcı, Pozitivist-Batıcı ve Sosyalist olarak niteliyor ve Taksim Meydanı’nı derin devletin de dahil olduğu 'er meydanı' olarak tanımlıyor.
Ve 'er meydanı'na yapılmak istenen Topçu Kışlası, Haziran Direnişi’yle büyük bir mücadeleye sahne oldu. AKP iktidarının bocaladığı demokratik muhalefetin geleceğine sahip çıkması meydanın asimilasyonu engelledi. Ancak tek adam rejiminin adeta intikam alırcasına uygulamaya koyduğu siyasi kararla hukuk katledildi ve arkadaşlarımız yıllardır cezaevinde.
'Külliye' rejiminin hız kesmeden muhalefeti dağıtma, otoritesini mutlaklaştırma çalışmaları devam ederken, yerel seçimleri kaybetmesi muhalefetin yeniden toparlanmasını sağlarken Taksim Meydanı ile ilgili temayülü ortada kalmış durumda.
Ermeni mezarlığı
Meydandan Şişli tarafına yönelirseniz, onlarca defa basın bildirisini okuduğumuz Gezi Parkı merdivenlerine ulaşırsınız. Merdivenleri çıkarken basamakların mezar taşlarından yapıldığı bilinince, bir tuhaflık oluşuyor insanda. 1939’da tamamen istimlak edilen Surp Agop Ermeni Mezarlığı ve bu alanda bulunan Surp Krikor Lusavoric Kilisesi’nden geriye hiçbir iz kalmadı. Mezarlığın büyük bir bölümüne binalar yapıldı, bir kısmı park olarak kaldı, kilisenin ve mezarların taşları ise merdivenlerde kullanıldı. Bir tarihten geriye kalan, geçmişi unutturulmaya çalışılan mermer basamaklar…
Ve bugün mermer basamaklardan meydana haykıran Gezi tutsakları hala cezaevinde
1 Mayıs Katliamı’nda kaybettiklerimizin isimleri şimdiden unutulmaya başladı. Benim de katkı sunduğum ve bianet muhabiri Tuğçe Yılmaz’ın hazırladığı "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyası bu konuda hazırlanmış en kapsamlı çalışmadır.
Sahip çıkmazsak, unutturacaklar. Seçimlerde demokratik muhalefetin lehine çıkan yeni politik atmosfer işçi sınıfına ve demokratik muhalefete birleşik yeni bir mücadele sorumluluğu yüklemiştir.
Her şey meydanda…
(SE/VC)