Tarımdaki çözülme hızlandı, tekstil sektörü daraldı, kamu sektörü küçüldü, sosyal güvenlik haklarında erime hızlandı. Bu programın en “şaşaalı” beş yılında, yani 2002-2006 döneminde yüzde 7’yi aşan ekonomik büyüme yeterince istihdam yaratamadı. Şimdi düşük büyüme safhasındayız ve işsizlik hızlanmaya başladı.
Bütün bu saydığım alanlarda, kadınlar kriz sonrası yeniden uyumun maliyetlerine katlanmak ve hayatta kalma stratejileri geliştirmek zorunda kaldılar. Öte yandan, sermaye birikiminin hiçbir şekilde formel ücretli emek piyasası içine çekilmeyecek, ücretsiz/karşılıksız emek olarak kalacak ya da geçimlik üretimle hayatını sürdürmeye çalışan emeğe ihtiyaç duyduğunu biliyoruz.
Bu ihtiyaç sürdükçe kadınlar bundan sonra da iktisadi yaşamın temel bileşeni olmaya devam edecek. Avrupa Birliği uyum sürecinin de etkisiyle, kadın istihdamı ve girişimciliğinden sık sık söz edileceğini duyacağız. Ya da, AKP’nin yoksullukla mücadelede sihirli değnek misali sunduğu mikrokredilerin öznesi olarak kadınlar yine öne sürülecek.
Bütün bunlar bir yana, 2000'li yılların en hareketli, en militan kesimini de yine kadınların oluşturduğunu teslim etmek gerekiyor. Medeni Kanun değişiklikleri, Novamed direnişi, sosyal güvenlik yasa tasarısı ve istihdam yasasıyla ilgili sürdürülen kampanyalar, hak ihlalleri takibi ve taleplerin oluşturulmasında feminist mücadelenin ve kadınların emeği göz ardı edilemez.
Neoliberal devlet ve kadınlar
Mine Eder, neoliberal devleti tanımlarken, üç farklı yanına dikkat çekiyor.(1) Bunlar kolaylaştırıcı/eyleyici devlet, zorlayıcı/zor kullanan devlet ve kayıtdışı devlet.
Devlet bütün bu özellikleriyle, kanunilik ve kanundışılık, kayıt altında olma ile kayıtdışılık arasındaki çizgileri yeniden biçimlendiriyor, üretiyor. Daha çok ikinci ve üçüncü özellikleri nedeniyle neoliberal devlet günümüzde daha fazla kriminal, kanundışı ve kayıtdışı hale geliyor.
Bu kanundışılığın artışı iktisadi alanda enformel sektörün genişlemesinde, uluslararası ve iç göçün hızlanmasında kendini gösteriyor. Ve kadınlar bu alanların hepsinin merkezinde yer alıyorlar. Öyle ki, bu iktisadi alanlarda kadınların yarattığı değer ülkelerin temel gelir kaynağı haline gelebiliyor.
Dünya Göç Raporu’na (2005) göre uluslararası göçmenlerin yüzde 49’u kadın. Göçmen gelirleri azgelişmiş küçük ülkelerde gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 30’unu aşıyor. Güvencesiz çalışmanın, hak gasplarının yoğun olduğu enformel sektörün büyüklüğü de tarım dışı istihdamda yüzde 70’lere, tarım istihdam dahil edildiğinde yüzde 80’lere ulaşıyor (ILO 2002).
Enformel sektör daha çok kadın emeği deposu olarak işlev gören bir alan. Gelişmekte olan ülkelerde tarım dışında kalan enformel sektörde kadın istihdamı yüzde 60’ın üzerinde. Örneğin Çin mucizesi denen fenomene yol açan faktörlerden biri özel ekonomik bölgeler denen ihracata dönük üretim alanlarında kadın emeğinin sömürülmesi.
Göç olsun, serbest bölgeler ya da enformel sektör olsun, bu alanlarda devlet belirleyici. Emeğin ucuzlaması, özellikle kadın emeğinin ucuzlatılmasıyla elde edilen rant, devletin bu alanlardaki hak ihlallerine göz yummasına neden oluyor. Ne yazık ki, Türkiye’de enformel sektörle ilgili bütünlüklü istatistiki veri bulamıyoruz. Ancak, biliyoruz ki Türkiye’de de iç göç, dış göç ve enformel sektör üçgeninde, ucuz kadın emeği üzerinden önemli bir rant alanı oluşmuş durumda.
Öte yandan, yukarıda saydığım kriminel alanlarda ya da Türkiye’nin dünya işbölümünde aldığı konuma bağlı olarak, ihracat bölgelerinde veya serbest bölgelerde kadın istihdamı artacak gibi görünüyor.
Oysa, Türkiye’de kadın istihdamı başlıbaşına sorunlu bir alan. İşsizlik verilerindeki kötüleşmeden kadınlar erkeklere göre daha fazla pay alıyorlar.
Bir kez daha tekrar etmekte yarar var: Kadınlar istihdam alanında yoklar. 25 milyon çalışabilir yaştaki kadının 19 milyonu işgücüne katılmıyor; bunun 12 milyonu ise kayıtlarda ev kadını olarak yer alıyor. Her beş kadından sadece birinin çalıştığı ülkemizde çalışan 5 milyon kadının yüzde 40’ı tarımda ücretsiz aile işçisi. 2008’in ilk çeyreğinde (geçen yılın aynı dönemine göre), toplam istihdam erkeklerde az da olsa artarken (+188 bin), kadın istihdamı azalmış; bu daralma tamamen tarım sektöründeki 209 bin kişilik azalmadan kaynaklanmış.
Hemen hemen sadece çalışanlar üzerinden tanımlanan sosyal politikaların görmezden geldiği bu 12 milyon kadın için “ev kadını” olmanın ağır sonuçları var. Sosyal güvenlik sisteminin dışında bırakılmak, hastalıkta, yaşlılıkta çok büyük mağduriyetler demek. Sistemin dışarıda bıraktığı kadın kitlelerine ulaşmak, bütünlüklü bir sosyal politikanın önemli bir ayağı, sol bir siyasetin temel hedeflerinden biri olmak zorunda.
AKP, sosyal politika ve kadınlar
Bugün AKP, bütünlüklü bir sosyal politikası olmadığı, üstelik kamu harcamalarını kısma ve iş dünyasının ihtiyaçları doğrultusunda önceki hükümetlerden çok daha gözü kara davrandığı halde, güçlü bir halk desteğine sahip görünüyor. AKP’nin sosyal politikadan anladığı STKlar ve yerel yönetimlerle işbirliği yapıp, sosyal güvenliği sivil topluma havale etmek; bu arada da sosyal güvenlik reformu gibi uygulamalarla kamu harcamalarını muhasebe mantığına uygun olarak kısmaktan ibaret. (2)
AKP bugüne kadar ders kitaplarının parasız dağıtılması, şartlı nakit transferi, eğitime yüzde 100 destek kampanyası gibi uygulamalar dışında fazla bir şey yapmış değil. Ancak, dayanışma, hayırseverlik ve cemaat ilişkilerini hareket geçirerek, örgütlü, muhafazakar, yeni sermayedarların üretim saflarına –toplu namazlar, işe alımlarda dini cemaatlerin etkisi gibi- dini motifleri entegre etmesinden yararlanarak, neoliberal uygulamaların etkisini azaltmayı başardığı muhakkak. Sadece bu kadar bir farklılık bile, şikayet ve direnişin soğurulmasına yetebiliyor.
Yeni sosyal güvenlik yasa tasarısı da –önceki yasa gibi- kayıtlı, çalışan ve prim ödeyebilen kesimler üzerinden tasarlandığı için, kadın nüfusunun önemli bir bölümünü –başta ev kadınları olmak üzere, kayıtsız, tarımda, genelevde, ev hizmetinde çalışan kadınları- sosyal güvenliğin dışında bırakıyor. Kuramsal olarak sosyal güvenlik sistemine prim ödeyerek dahil olma seçeneği ödeme güçlüğü nedeniyle pratik olarak pek çok kadın için mümkün görünmüyor.(3)
Kadınların hem sosyal güvenlik dışına itilmesi, hem de yakınlarının haklarının törpülenmesi ev içinde kadınların üstlenmek zorunda kaldığı bakım ve üretim yükünü kaçınılmaz olarak artıracaktır.
Ne var ki, bu sonuçlar, AKP’nin kadının öncelikli yerinin evi, vazifesinin ise annelik olduğu şeklindeki muhafazakar söylemiyle son derece uyumlu ve tutarlı. Bu açıdan, kadın istihdamının azalması da, sosyal güvencelerinin aşınması da AKP hükümetinin öncelikli sorunlarını oluşturmadığı gibi, AKP politikaları aile merkezli muhafazakarlığı pekiştirmeye de hizmet ediyor. İş yasası ve sosyal güvenlik yasa tasarılarının alt metninde, kadın ve erkek arasında varolan eşitsizliklerin korunduğu, kadının erkeğe bağımlı kılındığı ve bakıma muhtaç görüldüğü anlayışı okumak mümkün.
Sonuç yerine
Kadınlar bu iktisadi sistemin en önemli bileşeni ve Türkiye’nin küresel iktisadi sistem içindeki işbölümüne bağlı olarak önemlerini sürdürecek. Feminist mücadele bu eksende kadınların mağduriyetlerini gidermeye, hak ihlallerini takip etmeye, taleplerini ve ajandasını oluşturmaya devam edecek. Halihazırda istihdam ve sosyal politikalar meselesinde çalışmalar sürüyor.
Muhalif kesimleri, dolayısıyla feministleri de zorlayan alanlardan biri, ne yazık ki, enformel sektörde çalışanlara ulaşabilmek. Bu, tüm dünyada emek üzerine çalışan kesimleri meşgul ediyor. İnsanların yaşamlarında ufak da olsa, değişimler yakalanabildiği ölçüde, katılımcı siyasetler güçlenebilir. Bu çerçevede, sosyal güvenlik politikaları ve enformel sektör en büyük mücadele alanları olarak önümüzde duruyor.
Bundan başka, tarımda olup bitenleri izlemenin ve bu alanda bugüne kadar oluşmuş ve bundan sonra oluşacak olan mağduriyetlere yönelik bir siyaset oluşturmanın da önemli olduğu şüphe götürmez.
Türkiye tarımında kriz sonrasında, hükümetin de izlediği –teşviklerin azaltılması ve özelleştirme uygulamaları gibi- politikalara bağlı olarak hızlı bir çözülme yaşanıyor. Bu çözülme, küçük köylülüğün dağılması ve orta ve büyük işletmelerin önem kazanması şeklinde cereyan ediyor. Tarımdan çözülen kitleler şehirlere yığılıyor ama kentlerin yaşam alanı ve iş potansiyeli çok sınırlı. Türkiye’de tarım sadece kadınların istihdamının yüksekliği nedeniyle değil, hayatta kalma nedeni, kalkınma/zenginleşme için önemli bir araç olduğu için de önemli. (YY/TK)
* Yelda Yücel, Dr. Bilgi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü.
(1) Mine Eder, “Moldovyalı Yeni Göçmenler ÜzerindenTürkiye’deki Neo-Liberal Devleti Yeniden Düşünmek”, Toplum ve Bilim, Sayı 108, 2007.
(2) Ayşe Buğra, “AKP Döneminde Sosyal Politika ve Vatandaşlık”, Toplum ve Bilim, Sayı 108, 2007.
(3) “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı Kadınlara Nasıl Bir 'Sosyal Güvenlik' Vaat Ediyor?”, Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG) yayını, Mart (2008).