"Çatışma haberlerinde iki ateş arasında kalanların bahsi geçmiyor pek; kadınlarla çocukların. Ben o çocuklardanım, savaşa doğanlardan..."
Adı, Lawîn. 23 yaşında. Diyarbakırlı, Kürt. Bir yaşında köyleri boşaltılınca ailesiyle önce ilçeye oradan da şehir merkezine göç etmiş. Son durak, İstanbul.
"Askerler köyümüzü boşalttı. Biz ilçeye taşındık. Çatışmalar da evin bütün erkekleri gözaltına alındı. İlk babamı bıraktılar; o da hepimizi önce Diyarbakır merkeze sonra İstanbul'a taşıdı. Babamın korkusu, hiç geçmedi."
Lawîn, dokuz yaşından beri İstanbul'da. Babaannesi, babası, annesi ve üç kardeşiyle birlikte yaşıyor. Ağabeyi Almanya'da mülteci. İstanbul'u "yalnızlık"la tanımlıyor:
"Türkçe bilmediğim ilk günler çok zordu. Sokağa çıkamazdım, okulda Kürtçe yasak olduğu için Kürtlerle bile arkadaşlık edemezdim. Derin bir sessizlik. Hâlâ sessiz rüyalar görürüm bazen."
Anne baba işsiz, çocuklar çalışıyor
Babası İstanbul'da iş bulmuş ama Lawîn, "Ağabeyim para göndermese geçinemezdik" diyor. Babasının kazandığı yetmese de annesi çalışamazmış; Lawîn'in annesi ve babaannesi de diğer Kürt kadınları gibi ne okuma yazma biliyormuş ne de Türkçe:
"Annem köyden gelmişti, şehirde ne yapacak? Erkekler de büyük kentte eşlerini -kızlarını kontrol edememekten korktu, eve kapattı. Kadınlar sonraları evden dikiş dikmeye, el işi yapmaya başladı. Anne babalar çalışamayınca iş çocuklara düştü. Sokaklarda, atölyelerde güvencesiz, sağlıksız çalıştılar. Okula gidemediler"
Resmi olmayan rakamlara göre, Türkiye'de 1984-1999 arasında 3 bin 500 köy ve mezra güvenlik gerekçesiyle boşaltıldı. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 358 bin 335, sivil toplum kuruluşlarına göreyse 1-4 milyon kişi zorunlu göçe maruz kaldı. Bu insanlar konut, gıda, nakit, eğitim imkanları, sağlık hizmetleri ve istihdam açısından hiçbir yardım göremedi. Sonuçta, kent yoksulları arasında yerlerini aldılar.
Diyarbakır'da savaş, İstanbul'da önyargılar
Lawîn, İstanbul'da karşılaştıkları bir başka önemli soruna daha dikkat çekiyor:
"Orada savaş, burada önyargılar… Kürtsen ilkelsin, cahilsin, potansiyel hainsin, çok çocuk yaparsın, Türk'ün ekmeğini yersin. Kürt kadınıysan dağa gidecek kadar bağımsızsın ama asli görevin evde oturup onlarca çocuk doğurmaktır."
"Peki gerçekte kimdir Kürt kadını?"
"1980'lerde acılı anne, pasif eş. 1990'larda dağda gerilla, lider, sokakta gösterilerin en önünde. Evde erkeğin namusu, geleneklerin uygulayıcısı, erkek şiddetinin mağduru. 1990'ların sonlarında sivil toplum alanında ve siyasi partiler içinde aktif, yeri geldiğinde erkeklere muhalefet eden siyasi özneler. Şimdi Parlamentoda 20 Kürt milletvekilinden 8'i kadın."
Lawîn'e göre, 1998'de silahlı çatışma ortamının yumuşamasıyla kadının rolü ve beklentileri değişti. Kürt hareketiyle sokağa çıkan kadınlar evlerine dönmeye zorlandıysa da kendi taleplerini öne çıkartmaya başladılar.
Lawin, bugün Kürt hareketini "erkek egemen" diye tanımlıyor:
"Aşiret ilişkileri, aile bağları ve liderlik önemsendi. Son sözü söyleyenler hep erkeklerdi. Kadınlarsa evden ve ev içi şiddetten kurtulamadı."
Kadınlar kendileri için çalışıyor
Kürt kadınları kadına yönelik şiddetle mücadele için 11 yıl önce Diyarbakır'da Kadın Merkezi'ni (KA-MER) kurdu. Bugün Doğu ve Güneydoğuda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 23 ilde KA-MER vakfı olarak "töre ve namus cinayetleri" yani kadın katliyle, çok eşli evlilik - zorla ve erken yaşta evlendirme ve kadına yönelik şiddetle mücadele ediyor.
Diyarbakır KA-MER Acil Yardım Hattı'na, 1997-2007 arasındaki başvurularda destek alan 2 bin 527 kadının tamamı psikolojik şiddet mağduru. Onu sözel, ekonomik, fiziksel, cinsel şiddet izliyor.
Evli kadınların yarısından çoğu görücü usulüyle evlenirken berdel, kocası öldüğünde kocasının kardeşiyle evlendirme, beşik kertmesi gibi uygulamalarla azalma eğilimi gösterse de çok eşlilik sürüyor. Evlilikler, 14-20 yaş grubunda yoğunlaşıyor. Başvuran kadınların yüzde 85'i gelir getirici bir işte çalışmıyor.
KA-MER, bölgedeki kadın örgütlerinden belki de adını en çok duyuranı ama, bölgede ve Kürtlerin yoğun yaşadığı metropollerde Kürt kadınlarının sorunlarıyla mücadele eden kadın platformları ve kadın örgütlenmelerinin sayısı hiç de az değil.
Barış uzakta mı?
Lawîn, durumunu "aklım karışık" diye özetliyor:
"Önceleri çok öfkeliydim. Şimdi gerillanın annesinin acısının asker annesininkinden daha haklı olmadığını anlıyorum. Taraf olmak istemiyorum."
Lawîn "barış istiyoruz" diyor, açıklıyor:
"Çünkü savaşı iyi biliyoruz. İntikam sadece ölüm getirir. Acıların dinmesi için şiddetin her türlüsüne karşı durmak gerek."
Lawîn'in hikayesi de, resmi – gayri resmi istatistikler de tek bir şey söylüyor aslında: Haklı-haksız ayrımı gözetmeksizin, savaştan en çok etkilenenler her zaman çocuklarla kadınlar. Onlar hep ilk kaybedenler, gözden çıkarılanlar, mağdurlar oluyor. Lawîn'in "barış" sözü de işte en çok bu nedenle anlam kazanıyor. (BB/GG)