Hollandalı gazeteciler, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu konusunda oldukça endişeli ve Türkiyeli gazetecilerle dayanışma konusunda da oldukça istekliler.
Geçtiğimiz hafta sonu Röportaj adlı gazetecilik örgütünün daveti üzerine gazeteci Burcu Karakaş ile birlikte Amsterdam’da hem Türkiye’de basın özgürlüğünü hem de bu halde kadın gazeteci olmanın nasıl bir şey olduğunu anlattık.
“Nasıl dayanıyorsunuz” dışında en çok sorulan soru, mevcut durumu değiştirmek için ne yapmak gerektiğiydi, ki bu soru karşısında kelimeler anlamsızlaştı. Türkiye’de yaşanan absürtlüğü anlamak da anlatmak da kolay değil. Ama rasyonel çözüm önerilerinin Türkiye’de pek de geçerli olmadığı konusunda anlaştık…
Türkiye’deki basın özgürlüğüne destek: Röportaj
Röportaj, 1996’da gazeteci Metin Göktepe’nin öldürülmesinden sonra Hollanda’da gazetecilerin kurduğu bir örgüt. 2000’in başlarında Röportaj etkinlikleri durmuş ancak 2007’de Hrant Dink cinayetinin ardından tekrar aktif bir şekilde çalışmaya başlamışlar. Hollanda’da yaşayan gazeteci Mehmet Ülger’in başkanı olduğu örgütün geri kalan tüm yöneticileri kadınlardan oluşuyor. Amaçları da Türkiye’deki basın özgürlüğünü desteklemek ve engellemeler, ihlaller hakkında Hollandalı gazetecileri ve Hollanda kamuoyunu bilgilendirmek.
En güncel çalışmaları ise “Yargıda tartışılan konut satışı” başlıklı haberde İstanbul ve Küçükçekmece’de görevli sekiz savcıya hakaret ettiği iddiasıyla 23 yıl 4 ay hapis istemiyle yargılanan Cumhuriyet gazetesi muhabiri Canan Coşkun’la dayanışma kampanyası.
Bu kampanya kapsamında, Hollandalı gazeteciler Coşkun’a destek mesajları yolluyor, “Sadece gazeteci olarak işini yaptığı için hakkında davalar açılmasını ve cezaevi tehdidiyle karşı karşıya bırakılmasını kınadıklarını” iletiyorlar.
Bu ne işe yarar ki, demeyin. Devlet mobbingi sistematik bir şekilde sürerken işini yapmaya devam etmeye çalışmak, cezaevi tehdidiyle yaşamını sürdürmek hiç de kolay değil. Yalnız olmadığını hissetmek ve dayanışma mesajları ise güçlendirici…
Canan Coşkun ve Arzu Demir hakkındaki davalar
Burcu Karakaş ve ben, “Türkiye’de kadınlar: Kadın Gazeteciler Ateş Altında” başlıklı tartışma için oradaydık.
Gazeteci Katinka Baehr’in moderatörlüğünde gerçekleşen buluşma, Mehmet Ülger’in hazırladığı kısa bir belgesel gösterimiyle başladı. Belgeselde gazeteciler Canan Coşkun ve Arzu Demir haklarında açılan davaları, soruşturmaları ve kadın gazetecilerin yaşadığı ekstra sorunları anlattı.
Coşkun ve Demir’in anlatımları aslında Türkiye’deki durumun iyi bir özetiydi. Burcu ve ben de onların anlattıklarının üzerine konuştuk, “Anlatılanların her kelimesine katılıyoruz” diye başlayarak… Uluslararası Af Örgütü’nün Hollanda’daki Türkiye koordinatörü Marjanne de Haan ile birlikte bir tablo çıkartmaya çalıştık.
Sorular, sorunlar…
Elimizde sayfalarca veri ve ifade özgürlüğü raporuyla gittiğimiz tartışmada sorular ve cevaplar dört ana başlıkta yoğunlaştı:
* Nuray Mert, Rengin Arslan, Selin Girit, Melis Alphan, Mehveş Evin, Amberin Zaman ve Nevşin Mengü gibi, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ve diğer AKP yetkilileri tarafından hedef gösterilen kadın gazeteciler ve ardından sosyal medyada başlayan linç kampanyaları.
* Siyasi baskılar sonucu işten atılan gazeteciler ve işsizlik sorunu. (Tabii gazetelerin kovmaya kadın gazetecilerden başladığı dipnotuyla…)
* Gazetecilerin havuz medyası tarafından hedef gösterilmesi ve “Onlar gazeteci değil terörist” söylemi.
* Kadın gazetecilerin önündeki en büyük engellerden biri olan cam tavan.
* Ve son olarak Kadın Gazeteciler Takipte ve Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ Komisyonu gibi oluşumların çalışmaları.
Baskılar, sansür, soruşturmalar ve davalar, Türkiye’de gazetecilik yapmanın bir parçası. Öyle ki bu sorunlar gazetecinin iş tanımına eklenebilecek sıklıkta yaşanıyor.
Trajikomik hallerimiz
Etkinlik sona erdiğinde katılımcıların suratındaki “ayy yazık” ifadesi, artık her şeye gülerek tepki vermeye alışmış bizi yine gülümsetti. Söylemeden edemeyeceğim, Hollanda Gazeteciler Sendikası temsilcilerinin “Türkiye ve Mısır gibi ülkelerde, basın özgürlüğü…” diye başlayan cümlesini de yine trajik bir gülümseme haliyle karşıladık. Yurtdışındaki gazetecilerle konuşurken karşılıklı yaşanılan “kültür şoku” beni hep güldürmüştür zaten.
Röportaj’dan sevgili Astrid van Unen ve Mehmet Ülger’e, bizim için bir nevi terapi seansı gibi geçen bu etkinlik ve basın özgürlüğü için verdikleri mücadele için teşekkürler… (ÇT)