Bugün kaleme alacağım yazının başlığı bu soru cümlesinden oluşuyor; “Türkiye’de Her 1000 Kişiden 992’si Müslüman mı?” Yazıya bir soruyla başladığımıza göre, sorunun yanıtıyla devam edelim.
Hayır, Türkiye’de her 1000 kişiden 992’si Müslüman değil. Ortaya çıkan bu çarpıklık bir araştırma bulgusunun değil, araştırmanın saptırılmış ve çarpıtılmış sunumunun bir ifadesi.
15 Temmuz Salı günü Diyanet İşleri Başkanlığı “Türkiye’de Dini Hayat Araştırması”nın sonuçlarını açıkladı. Açıklanan rapor özetinin birinci maddesi “Ülkemizde yaşayan kişilerin yüzde 99,2’si İslam dinine mensup olduğunu belirtmişken sadece yüzde 0,4’ü İslam dışındaki diğer dinlere mensup ya da herhangi bir dine mensup olmadığını ifade etmiştir” diye başlıyor.
Oysa tasarlanan ve yapılan araştırma, kendini Müslüman olarak tanımlayanların dini hayatlarına ilişkin bir araştırma. Yani Hıristiyanları, Yahudileri ya da kendini herhangi bir dine mensup saymayanları kapsamına almayan, onlara inançları konusunda hiçbir soru sormayan, kendini İslamiyet mensubu olarak tanımlayanlar dışında kalan tüm kesimleri yok sayan bir araştırma
16 Temmuz tarihli gazetelerde yer alan araştırma bulgularının sergilenme biçim ve yapısı, istemli ya da istem ve bilgileri dışında birçok gazete, radyo ve TV kanalı -kendilerine sunulan “özet” ve raporla yanıltılarak-, âdeta kamuoyu pazarlama ajanı konumuna sokulmuş oluyor. Bu olgu gazetecilik mesleğinin etik değerleriyle ne oranda çakışıyor bilemiyorum. Ve ayrıca ben bunu tanımlayacak konumda da değilim. Ama gazeteciliğin, tahrif edilmiş gerçekleri doğruymuş gibi kamuoyuna aktarma aracı olmadığı konusunda -az/çok, doğru/yanlış- bazı fikirlere sahibim. Onun için bu noktada gazetecileri de uyarmak istiyorum.
Müslümanlar için Türkiye’de dini hayat araştırması
Diyanet İşleri Başkanlığı ile TUİK’in birlikte gerçekleştirdiği “Dini Hayat” araştırması olasılığa dayalı ‘çok aşamalı, tabakalı, kümeli ve sistematik rastlantısal hane / hane içinden birey seçimli’ örneklem modeliyle sağlıklı bir alan araştırma yaklaşımı sergiliyor.
Araştırma kır (20 binden az nüfuslu yerleşim yerleri) ve kent yerleşim tabakalarıyla, kadın / erkek hane seçimli kümeli bir örneklem yapısına dayanıyor. Araştırmada kent tabakası için 1.330, kır tabakası için ise 689 küme, 12’li (İBBS) İstatistik Bölge Birimleri Sınıflamasına uygun olarak seçiliyor. Seçilen 100 hanelik her kümeden de sistematik rastlantısal örneklem tekniğiyle kent tabakaları için 20, kır tabakalar için 16 hane seçilerek, her kümedeki hanelerin yarısı kadın, yarısı da erkek uygulama birimi olarak tanımlanıyor. Böylece kent tabakalarında 26.600 hane, kır tabakalarında da 11.024 hane olmak üzere toplam 37.624 hane veri derleme birimi olarak seçiliyor. Seçilen hanelerin yarısında, hanede bulunan 18+ yaştaki kadın, diğer yarısında ise erkek bir hane üyesinden anketle veri derlenmesi öngörülüyor.
Araştırmanın veri derleme çalışmaları, tam yapılaştırılmış soru kağıdı kullanımı ve bilgisayar destekli yüz yüze görüşme yoluyla gerçekleştirilmiş. Araştırma soru kağıdında yer alan ilk 9 soru tüm deneklere sorulan sosyo-demografik bilgilerden oluşurken, araştırmanın 10 numaralı “hangi dine mensupsunuz?” sorusu, “devam / tamam” kararının üretilmesinin belirleyicisi olarak, araştırmanın niteliğini tanımlayan soru olarak seçilmiştir.
“Hangi dine mensupsunuz?” sorusuna “İslamiyet” yanıtını vermeyenler, ki bunlar; “Hıristiyanlık / Yahudilik / Diğer dinler / Herhangi bir dine mensup değilim / Cevap vermek istemiyorum” yanıtını verenlerden oluşuyor, araştırma kapsamının dışına çıkarılıyorlar. Yani bu kesim için anket bu soruyla bitmiş oluyor. Böylece araştırmanın tüm diğer soruları, sadece “İslamiyet” yanıtı vermiş olanlara soruluyor.
Araştırma; alandan 15 Mayıs – 20 Eylül 2013 tarihleri arasında örneğe çıkan 37.624 haneden 21.600’ünde yaşayan bireylerden derlenen verilerle gerçekleştirilmiş. Yani tüm kitlenin yüzde 57,4’üyle. Araştırmada 10 numaralı sorunun sayısal dökümüne yer verilmemesi ve araştırma raporunda anket kabul ve ret oranlarına ilişkin bilgilere rastlanmaması, genel araştırma evreninde ne oranda, hangi dine mensupsunuz sorusuna İslamiyet yanıtı veren “Müslüman”a ulaşıldığını belirsiz kılıyor. Ama anket uygulama oranlarından da açıkça görüldüğü gibi toplam kitle içindeki Müslümanların ağırlığı yüzde 99,2 değil. Ama bu orana yüzde 57,4 demek de mümkün olmadığına göre, toplum içindeki Müslümanların gerçek oranı yüzde 57,4’ten büyük yüzde 99,2’den ise daha küçük bir değer.
Araştırma raporunun sayısal bilgilere hiç referans yapmadan, sadece oransal dağılım tablo ve grafikleriyle hazırlanması, ayrıca araştırmayı gazeteci ve kullanıcılarına özet bulgularla sunarken gerçeklerin çarpıtılması iki şeyi akla getiriyor.
Birincisi; Türkiye’yi tamamı sadece Müslümanlardan oluşan homojen bir din toplumu olarak sunup, dine dayalı siyasal yaklaşımlara tepki olarak oluşan her türlü karşı çıkışı Müslümanlık potasında eriterek yok etmek.
İkincisi ise; işgüzarlar tarafından manipüle edilmeye uygun olarak hazırlanan raporun yetkililerin sehven farkına varamadıkları bir konumda “Türkiye’de Müslümanların Dini Hayatları Araştırması” adıyla sunulması yerine “Türkiye’de Dini Hayat Araştırması” olarak sunulmasıdır.
Sonuç yerine
Cumhurbaşkanlığı seçimleri propaganda döneminde üç adaydan ikisinin kitlelere seslenişlerinde dualara ve dini motiflere bolca yer vermeleri, dolayısıyla iktidar ve önde gelen muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanlığı seçim platformunda dini önceliği birbirine kaptırmama çabası, acaba Müslümanların dini hayatları konulu araştırmayı “Türkiye’de Dini Hayat Araştırması” olarak sunmanın gerekçesi olarak mı karşımıza çıkıyor?
Umuyorum ki Diyanet İşleri Başkanlığı TUİK ile birlikte gerçekleştirdikleri araştırmanın sadece Müslümanları kapsadığını en kısa zamanda açıklayacak ve yanlış anlamalara neden olan “özet” ve raporun hazırlanma biçimine ilişkin kamuoyunu aydınlatacaktır.
Eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan araştırma raporu ve özetine ilişkin hatanın sehven yapıldığına ilişkin herhangi bir açıklama gelmez ise, o zaman bu yaklaşımın ‘Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasına etkileri nasıl olur?’ konusunda uzun ve ayrıntılı bir biçimde düşünmek gerek. Acaba bu etkiler Türkiye’yi nereye, nerelere götürür? (ST/HK)