Beyoğluspor Müzesinde sergilenen bir AEK topu (Fotoğraflar: Wouter Massink)
Haberin İngilizcesi için tıklayın. Haberi, bianet İngilizce editörü Pınar Erol çevirdi.
Bugünlerde insan Beyoğluspor'un önünden geçip, Taksim kalabalığı içerisindeki öğrenci barları, oteller ve bir berberin arasında gizli bu yeri hiç fark etmeyebilir. Oysa bu kapının arkasında Türkiye'nin halen varlığını sürdüren en eski spor kulübü ve Yunanistan'nın en büyük futbol kulüplerinin doğum yeri vardır.
Club Hermes 1877'de üç İstanbullu Rum aydın tarafından "Doğu'da yaşayanları entellektüel olarak geliştirmek" üzere kurulur. Kulüp en iyi yıllarını "Pera Club" adı altında yaşar, adını İstanbul'un tarihi Pera semtinden almaktadır.
1896'da kurulan ve şu anda Kurtuluş Spor Kulübü adını almış olan Tatavla Club ile birlikte bu iki klüp bir zamanlar ülkenin en gözde spor kulüpleri olmalarının yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Yunan milliyetçiliğinin taşıyıcılarıydılar.
Venizolosçuluk
19. yüzyılın sonuna doğru, 1923'ten sonra İstanbul olarak anılacak olan Osmanlı'nın başkenti Konstantinopolis'de 300.000 kadar Rum yaşıyordu ve şehirdeki nüfusun yaklaşık %35'ini oluşturuyorlardı. Şehrin entellektüel ve kültürel hayatında aktif olan Rumlar, İmparatorluğun gerileme dönemi olan bu yıllarda, birçok kültür toplulukları, yardımlaşma dernekleri ve spor kulüpleri kurmuşlardı.
Esas olarak milliyetçi amaçlara hizmet eden bu kulüpler, milliyetçi, kaybedilmiş toprakları yeniden kazanma yanlısı, adını o günkü popüler bir Yunan devlet adamından alan Venizelosçu hareketten oldukça fazla etkilenmişlerdi. Bu doktrinin amacı kültürel ve dilsel olarak Yunan olan farklı toplulukları ortak bir Helenik milli kimlik altında birleştirmek idi. Pera Club ve Tatavla Club gibi Rum spor kulüpleri bu ideolojinin ideal taşıyıcıları idiler çünkü bunlar 'antik Yunan medeniyetine' ve 1896'da Atina'da yeniden başlatılmış olan Olimpiyatların mirasına 'kültürel olarak bağlı' idiler.
Kerbela olayı
İmparatorluk içerisinde spor kulüplerinin mantar gibi bittiği bu dönemde futbol da ülkeye 1890'da İngilizler tarafından getirildi, halkın karşısına ise ilk olarak bugünün İzmir'i olan Smyrna'da çıktı. Futbol bugünün Türkiye'sinde çok popüler olsa da, bu oyunun yerli Müslüman nüfus tarafından kabul edilmesi biraz zaman aldı. Futbol, başlarda, şehirli ve Müslüman olmayan topluluklar arasında popülarite kazanacaktı.
Bu yeni spor dini ve kültürel gerekçelerle reddediliyor ve istilacı Batı kültürünün bir sembolü gibi görülüyordu. Muhafazakar olan Osmanlılar futbolcuların şort giymesini İslami giyim kural ve kaidelerinin ihlali olarak görüyordu. Ayrıca oyun sembolik olarak Kerbela olayını andırıyordu. 680 yılında Hazreti Muhammed'in torunu Hüseyin'in kafasının kesildiği ve onu öldürenlerin, kesilmiş kafası ile ayaklarıyla vurarak oynadığı iddia ediliyordu.
Ancak 1908'de, Abdülhamit'in hükümdarlık dönemi sona erdikten sonra Müslümanlar ve Türk elitleri futbolla ilgilenmeye başladılar. Modernlik yanlıları İmparatorluğu 'geri kalmışlığından' arındırmaya çalışırken, futbolun da Türk milliyetçiliğini kamçılamak için kullanılabileceğine ve 'ulusa' faydalı olacağına inandılar.
"Antik ırkımızın egemenliğini göstermek için"
O güne kadar Rum spor kulüpleri futbol alanına hakimdi. 1918-1922 arasında Pera Club başı çekiyordu ve 1922'de şampiyon olmuştu. Spor kulüplerinin yükselişi ile birlikte uluslararası oyunlar ve maçlar yapılmaya başlanmıştı. Bunlar aracılığı ile çeşitli milletler 'diğer etnisitelere fiziksel üstünlüklerini' gösterebiliyordu. Bu spor olayları, İmparatorluk içerisinde yeni ortaya çıkan toplumsal ve milli kimliklerin sürükleyiciliğinde, toplumsal gerçekliğin bir tür uzantısı haline geldi.
1920'de birkaç Rum spor kulübü tarafından, "şehrimizde yaşayan yabancılara karşı antik ırkımızın ululuğunu ve egemenliğini Yunan sporları aracılığı ile göstermek" üzere Arnavutköy'de düzenlenen 3. Pan-Konstantinopolitan Oyunları ve 1922 yılının Mayıs ayında efsanevi Taksim stadından düzenlenen 1. Uluslararası Konstantinopolis Atletik Oyunları buna örnekti.
Bu oyunlara Türk Atletik Birliği, Yunan Atletik Birliği, Ermeni Birliği, Musevi Birliği Makavi, Rus Birliği, YMCA ve İngiliz Atletik Şirketi katılmıştı ve büyük bir uluslararası topluluk bir araya gelmişti. Turnuvayı Pera Club kazandı.
Takımın o zamanki yıldız oyuncularından olan ve daha sonra AEK Atina'yı kuran Konstantinos Negrepontis 1930'da verdiği bir röportajda şunları söylüyordu, "O günlerde biz sadece takımımızın renkleri için mücadele etmiyorduk, aynı zamanda milletimizin prestiji için de mücadele ediyorduk... Anayurdumuzu temsil ediyor olduğumuz fikri bizi yenilmez kılıyordu. Şunu söylemeliyim ki Pera Club başarısını elbette sıkı çalışmasına ve disiplinine ama aynı zamanda da ırkımızın prestijini temsil ettiğimiz fikrine borçluydu. Bizim takım kazandığında bunun şehirdeki tüm Rumlarda yankılanacağını biliyorduk."
2525 sayılı yasa
Ancak Konstantinopolis'te Rum takımlarının başarısı kısa ömürlü olacak ve Venizelosçu özlemler de sarsılacaktı. 1922'deki Küçük Asya felaketi Helenizme büyük bir darbe oldu. 1923'te Lozan Antlaşması ile modern Türkiye kuruldu ve 1923 Rum-Türk nüfus mübadelesi Konstantinopolis'te Rum varlığı açısından geriye sayımı başlattı. Mübadele bir buçuk milyon insanın zorunlu yer değiştirmesi ve Rum sporcuların da büyük oranlarda şehirden gitmesi ile sonuçlandı.
Modern Türkiye'de toplulukların haklarını kısıtlayan veya ortadan kaldıran önlemlere gidildi. Örneğin 1934'te çıkarılan 2525 sayılı yasa, Rumlara, isimlerini Türk isimleriyle değiştirme zorunluluğu getiriyordu. Rum isimlerini kullanan sporcular ve spor kulüplerinin katılımı yasaklanıyordu ve bu da Tatavla Club'ün Kurtuluş S.K. ve Pera Club'ün de Beyoğluspor adını alması ile sonuçlandı. Ayrıca Rum kökenli yıldız oyuncular başka takımlarda oynamayı tercih etmeye başladılar. Örneğin Karakasis gibi kimi oyuncular, adını Karakaş olarak değiştirdikten sonra Pera Club'den Galatasaray'a transfer oldular. Türkiye'de 1950'ler ve 60'ların en iyi oyuncularından biri olan Lefter Küçükandonyadis ise Fenerbahçe'yi tercih etti, oysa abisi Pera Club'te oynamıştı.
Beyoğluspor
PAOK ve AEK
Rum kökenli iki kulüp spor faaliyetlerini sürdürseler de, egemenlikleri yavaş yavaş kayboldu. Beyoğluspor 1945'te birinci ligde 5. olmayı başardı ve 1962'te kadar birinci ligde kaldı. Kulüp diğer spor dallarında, örneğin voleybolda yüksek bir başarı çizgisini sürdürdü. 1949-1953 yılları arasında elde ettiği şampiyonluklarla da hala Türkiye'de üst üste beş yıl şampiyonluğu kazanmış olma başarısını yakalamış tek takım ünvanını taşıyor. Masa tenisi takımı da hala Süper Lig'de mücadele ediyor.
Kurtuluş S.K. da benzer şekilde 1930'lar ve 40'larda görece başarılı yıllar geçirdikten sonra spor başarılarında hızlı bir düşüş yaşamış. Kulüp şu anda gönüllü bağışlarla ayakta kalmayı başarıyor.
Ancak Türkiye'deki birçok Rum takım sönümlenmiş olsa da, onların modern Yunanistan'da yeniden kurulmuş muadilleri başarılı oldular.
Konstantinopolis'ten sürgün edilenler esas olarak iki büyük Yunan şehrinde yerleştiler, Selanik ve Atina. Buralarda yeni spor kulüpleri açtılar. Bunların en başarıları PAOK Selanik (Konstantinopolislilerin Pan-Selanik Atletik Kulübü) ve AEK Atina, yani Konstantinopolis Atletik Birliği oldu.
Yunanistan Süper Lİginin dev takımlarının mirası kısaltmalarında ve amblemlerinde yaşıyor. Ve bu takımlar ne zaman İstanbul'da oynayacak olsalar, kökenlerinde olan kulüpleri, Kurtuluş S.K. ve Beyoğluspor'u ziyaret ediyorlar. (WM/VK/PE/EMK)