Yazının İngilizcesi için tıklayın
|
Geçtiğimiz ay, Türkiye'den, bianet, Gazete Duvar, Sendika.org ve Mezopotamya Ajansı'ndan yedi kişiyle Montenegro’ya, "Propaganda ve nefret medyası ve modelleri, nefret medyasının mülkiyeti, nefret anlatıları, dezenformasyon ve propaganda, haberlerin doğruluğu, güvensizlik" konularının işleneceği bir atölyeye katıldık. Balkanlardaki meslektaşlarımızın yaşadığı sorunları dinlerken tarifi zor duygular yaşadık. Bir noktada "sizin sorunlarınız bizim varmaya çalıştığımız yer" diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Atölye sırasında Kuzey Makedonya TV24'te bir tartışma programı sunan gazeteci Ognen Janeski, sosyal medya üzerinden, ev adresinden arabasının plakasına kadar ifşa edilip tehdit edildiği bir durumu anlattı. Janeski bu olay üzerine derhal İçişleri Bakanı'na gidip, bizzat görüşüp bakandan "Merak etme. Sosyal medyada hiçbir şey birkaç günden fazla gündemde kalmaz. Birkaç güne unutulur. Sana koruma sağlamam mümkün değil" cevabını aldığını anlattı. O sırada bizler, Türkiye'de her gün bizzat İçişleri Bakanı tarafından asılsız suçlamalarla itham edilen gazeteciler, Janeski'nin asıl şikayeti olan, sosyal medyadaki geçiciliğe ya da bakanın umursamaz tavrına çok da odaklanamadık. Bizim gerçekliğimiz bambaşkaydı. Biz her gün, devletin ve anı akım medyanın yaydığı dezenformasyonla mücadele ediyor ve doğruları söylediğimiz için cezalandırılıyorduk.
Bunlardan birini, geçen sene Eylül- Ekim aylarında yaşanan ve dünya gündeminde de kendine yer bulan Van'da iki köylünün askerler tarafından gözaltına alınarak helikopterden atılması ve takip eden olaylar çerçevesinde, devlet tarafından yayılan dezenformasyonu ve etkilerini anlatmaya çalışacağım.
Nasıl başlamıştı?
Mezopotamya Ajansı (MA), 13 Eylül 2020 tarihli haberiyle, Van'ın Çatak ilçe kırsalında Servet Turgut ve Osman Şiban adlı yurttaşların, 11 Eylül’de operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alındığını yazdı. Gözaltına alınan iki Kürt köylüden ancak iki gün sonra haber alınabilmiş, Mezopotamya Ajansı her ikisinin de Van'da bir hastanenin yoğun bakımında olduğunu ortaya çıkarmıştı. Hemen ertesi gün, konuyla ilgili bilgi almak için Şiban'ın kardeşiyle görüşen MA, Şiban'ın kardeşi Cengiz Şiban'dan, tarlada çalıştıkları esnada askerlerin geldiğini, Osman Şiban ve Servet Turgut'u alarak ileride bekletilen askeri helikoptere götürüldüklerini ve her ikisinin de helikoptere bindikleri sırada gayet iyi durumda olduklarını öğrendi.
"Aldıklarında sapasağlamdı"
Cengiz Şiban, MA’ya verdiği röportajda şu sözlere yer verdi; “Osman gözümün önünde gözaltına alındı. Köydeki işler için Mersin’den buraya beş ay önce gelmişti. Servet Turgut, 11 Eylül günü sabah saatlerinde tarlalarında saman toplarken askerler tarafından gözaltına alınıp bulunduğumuz köye getirildi. Bizim yanımızdan Osman’ı da alıp helikoptere götürdüler. Operasyon olduğu için hiçbir yere çıkamadık, bilgi de alamadık. İkisinden de uzun zamandır haber alamadığımız için ben bir süre sonra kent merkezine gelmedim ve askeriyeyi aradım. Bana ağabeyimin yoğun bakımda olduğunu söylediler. Onlara abimi aldıklarında sapasağlam olduğunu, ne olup da yoğun bakıma düştüğünü sordum ama bana cevap vermediler. Kardeşimi gözaltına alıp helikoptere götürdüklerinde bir şeyi yoktu. Onlara helikopterde işkence mi yaptılar bilmiyoruz. Giderken silahın namlusunu Servet’in sırtına dayamışlardı. Askerler Servet’i getirdiğinde vücudunda herhangi bir yara yoktu. Benim gördüklerim bunlar. Bunları kendi gözlerimle gördüm.”
Dilekçe verildi
19 Eylül günü Şiban ve Turgut’un ailesi Van Barosu İnsan Hakları İhalleri Komisyonu’na başvuruda bulundu. Ailelerin avukatları sorumlu askerler hakkında ‘kasten yaralama’, ‘kasten öldürmeye teşebbüs’, ‘görevi kötüye kullanma’ ve ‘işkence’ suçlamalarıyla Van Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe verdi. Avukatların verdiği dilekçede çok önemli tanık ifadeleri yer alıyordu.
Tanıklar anlatıyor
Dilekçede tanıklar kırsal mahalleye helikopterle gelen askerlerin köy halkını meydanda topladığı ve kimlik kontrolü yaptıkları, o sırada iki köylünün askerler tarafından darp edildiği ifade ediliyordu. Askeri yetkililerin sürekli "Acımız var, öfkemizi sizden çıkarmayıp kimden çıkaracağız, köyünüzü yakacağız" tehditlerine yer verilen dilekçede, yurttaşların dizüstü çöktürülerek kimlik kontrolü yapıldığı, aynı gün içinde 15 askerin tekrar mahalleye geldiği ve bu sefer Osman Şiban ve Servet Turgut’u gözaltına aldığı ifade ediliyordu.
Görgü tanıklarının ifadelerine göre yazılan dilekçede, köylülerin Şiban ve Turgut’un gözaltına alınmasına tepki göstermesinin üzerine askerlerin "Sizi tararız" dediğine yer verilmiş, ve şunlar eklenmişti: “Şiban ve Turgut götürülürken diz üstü durumda bekletilen köylüler, asker uzaklaşınca nereye götürüldüklerine bakmak için tepeye çıkmış, Turgut ve Şiban’ın askeri helikoptere bindirildiklerini görmüşlerdir.”
"Yüksekten düşme" raporu
Bu esnada Van Cumhuriyet Savcılığı, gözaltında yoğun bakımlık hale gelmiş iki köylü hakkındaki gözaltı kararını bilinmeyen bir nedenle kaldırmıştı. MA, yaptığı araştırma sonucunda, 16 Eylül'de yayınladığı haberle, Osman Şiban'a ait darp raporuna ulaştı. 17 Eylül'de ise Servet Turgut'un darp raporuna ulaşan MA, aynı tarihli haberinde, Turgut için darp raporunda “İsimsiz hasta yüksekten düşme sebebiyle getirildi” yazdığını duyurdu.
MA, yine aynı gün Osman Şiban'ın gözleri kan çanağı halde fotoğrafına ulaştı. Şiban, gördüğü işkenceden kaynaklı hafıza kaybı yaşıyordu. Olayın üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen henüz hiçbir devlet kurumundan bu iki kişinin neden gözaltına alındığına dair bir açıklama yapılmamıştı.
MA, 20 Eylül tarihinde hastanenin epikriz raporuna ulaştı. Rapor her iki kişinin de 'yüksekten' düştüğünü doğruluyordu.
Valiliğin açıklaması
Olayın üzerinden 10 gün geçmiş, anaakım medya ve ilgili devlet kurumları sessizliğini koruyordu. 21 Eylül 2020'de, Halkların Demokratik Partisi (HDP) konuyu meclis gündemine taşıyarak bir soru önergesi verdi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik verilen soru önergesinde, bu iki yurttaşın neden gözaltına alındığı, gerçekten gözaltına alınıp alınmadıkları ve alındılarsa nereye götürüldüklerinin yanı sıra hastaneye kim tarafından getirildikleri soruluyordu. HDP, yine önergesinde, iddialara ilişkin bir açıklamanın ne zaman yapılacağını soruyordu.
Anaakamın ilgisini çekiyor
Epikriz raporuyla işkencenin belgelenmesi sonucunda alternatif basın konuya ilgi göstermeye başlamıştı. Aynı gün Van Valiliği bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Valilik Turgut'un askerlerin "dur ihtarına uymadığını", !kaçarken kayalıktan düştüğünü" ve "bir teröristin etkisiz hale getirildiği bir alanda gözetleme yaptığı ve şüpheli hareketler sergilediğini" iddia ediyordu. Oysa Turgut ve Şiban'ın gözaltına alındığına tanıklık eden onlarca insan, her iki adamın da helikoptere bindirildikleri esnada sapasağlam olduğunu ifade ediyordu.
Valilik açıklaması ardından olay yerine giden MA muhabirleri, iki yurttaşın gözaltına alındığı alanda kayalık bulunmadığını fotoğraflarla tespit etti. Valilik Şiban için ise, 'yardım yataklık ettiği' iddiasında bulunmuş ve buna karşılık 'usulüne uygun olarak' gözaltına alındığını savunmuştu. Şiban'ın gördüğü işkence hastane raporlarına yansımış, gözlerinin işkenceden kan çanağı olduğu fotoğraf da basına yansımıştı fakat valilik Şiban'ın 'usulüne uygun' bir şekilde gözaltına alınırken nasıl bu şekilde yaralandığına değinmemişti.
Uluslararası basına yansıyor
25 Eylül'de konu artık uluslararası basına da yansımış, Uluslararası Af Örgütü işkence iddialarının soruşturulması çağrısı yapmıştı. Buna karşılık ilgili devlet yetkilileri 21'inde yaptıkları açıklamadan başka herhangi bir açıklama yapmamakta ısrarlıydı. Verilen soru önergeleri ve uluslararası kurumlardan yapılan çağrılar görmezden geliniyordu.
Turgut öldü
Takvim yaprakları 30 Eylül'ü gösterdiğinde, Turgut gördüğü işkencenin sonucunda hayatını kaybetmişti. Turgut'un ölümünün ertesi günü, 1 Ekim'de, Van Cumhuriyet Başsavcılığı dosyaya ilişkin soruşturmada gizlilik kararı aldı ve yayın yasağı getirdi.
Van MA basıldı
Gizlilik kararı ve yayın yasağından beş gün sonra, 6 Ekim'de, haberi takip eden büromuz olan Van büro polislerce basıldı. Baskında, haberi ilk gününden beri takip eden dört gazeteci, MA muhabirleri Adnan Bilen ve Cemil Uğur, Jinnews muhabiri Şehriban Abi ile gazeteci Nazan Sala gözaltına alındı. Ajans ile birlikte, dört gazetecinin evleri de basılmış, didik didik aranmış, Van bürodaki ve evlerdeki fotoğraf makinaları, kameralar ve teknik malzemelere el konulmuştu.
HDP Ağrı Milletvekili Abdullah Koç, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün yanıtlaması talebiyle soru önergesi vererek, "Osman Şiban ve Servet Turgut ile ilgili iddia edilen işkence veya diğer kötü muameleyi gerçekleştirdiğinden şüphelenilen kişiler adil şekilde yargılanmak üzere adalet önüne çıkarılacak mı?", "Konuya ilişkin soruşturma açılan kamu görevlisi var mı?", "Servet Turgut’un ölümünde işkence ve ihmal olduğunu düşünüyor musunuz" diye sordu.
Yanlış bilgi
Bu önerge de geri kalan pek çok önerge gibi yanıtlanmadı. Devlet kurumları ve anaakım medya, yaşanan ihlalle ilgili sessizliğini koruyordu. Kamuoyu olaydan bihaberdi. Olay anaakıma ancak valilik açıklaması düzeyinde yansımış ve haberi anaakımdan takip eden insanlar, haklarındaki gözaltı kararı hastanede ortaya çıkmalarıyla beraber kaldırılmış iki yurttaşla ilgili tamamen yanlış bilgiye sahip olmuşlardı. Olayı anaakım medyadan takip edenler, Şiban ve Turgut'un "teröristlerin’ etkisiz hale getirildiği alanda gözetleme yaparken asker tarafından fark edildiğini, ve dur ihtarına uymayıp kaçarken kayalıktan düştüğünü" biliyordu.
Bu arada haberi takip eden dört gazeteci ve Yeni Yaşam gazetesi dağıtımcıları hala gözaltındaydı ve gözaltı kararı veren savcının aynı zamanda dosyaya gizlilik kararı getirmiş olması nedeniyle ne sebeple gözaltına alındıkları bilinmiyordu. İlginç bir şekilde, gazetecilerin dosyasına bakan savcı İsmail Köker, aynı zamanda Servet Turgut ve Osman Şiban olayında kolluk görevlileri hakkında açılan soruşturmayı da yürüten savcıydı.
Gazeteciler tutuklandı
Haber yaptıkları için tutuklanan gazeteciler Adnan Bilen, Şehriban Abi, Nazan Sala ve Cemil Uğur.
Olayın gerçekleştiği 11 Eylül'den gazetecilerin gözaltına alındığı 6 Ekim'e kadar olayı görmezden gelen ana akım medya ise, gazetecilerin gözaltına alınma anlarına dair polis tarafından çekilen görüntüleri "örgüte operasyon" başlığıyla servis etmeye başlamıştı.
9 Ekim günü tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen MA muhabirleri Adnan Bilen, Cemil Uğur ile Jinnews muhabiri Şehriban Abi, Gazeteci Nazan Sala tutuklandı. Gazeteciler, "silahlı terör örgütü PKK/KCK lehine ve devlet aleyhine toplumsal olayları haber yapmak"la suçlanıyorlardı.
Gizlilik devam ediyor
Bu arada Van’da iki yurttaşın helikopterden atılması olayının araştırılması için muhalefetin alt komisyon kurulması yönündeki taleplerini geri çeviren Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AKP’li Hakan Çavuşoğlu, olayla ilgili başlatılan idari ve adli soruşturmaların sonucunu bekleyeceklerini söyledi. Henüz operasyon emrini veren İçişleri Bakanlığı’ndan konuya ilişkin bir açıklama yapılmamıştı.
Olay hala anaakımda hala tüm açıklığıyla incelenmiyor hem işkenceye maruz kalan yurttaşlar, hem de bunu haberleştirdikleri için tutuklanan vatandaşlar kriminalize edilmeye devam ediyordu. Hem Şiban ve Turgut’un avukatları, hem de gazetecilerin avukatları, iç hukuk dahilinde müvekkilleri için başvurularda bulunmaya devam ediyordu.
4 Kasım tarihinde, Şiban ve Turgut’un avukatları, “Hak arama hürriyeti ve adil yargılama” haklarının engellendiği gerekçesiyle AYM’ye başvurdu. Avukatlar başvuruda, müşteki taraf oldukları halde soruşturma dosyasındaki kısıtlılık kararı nedeniyle hak arama hürriyetlerinin kısıtlandığını belirtti. Bu esnada hala soruşturma dosyasının üzerindeki gizlilik kararı devam ediyordu.
Soylu'nun açıklaması
Olayın üzerinden iki buçuk ay kadar zaman geçmişken Meclis Genel Kurulu’nda 2021 Merkezi Bütçe görüşmelerinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu konuya ilişkin sessizliğini bozarak sonunda bir açıklama yaptı. Anadolu Ajansı’nın sitesinde yayınlanan 27 Kasım tarihli haberin videosunda, kendisine o ana kadar neden açıklama yapmadığı sorulan Soylu, soruyu soran gazeteciye şu cevabı verdi:
“Hastaydım efendim. Bu konu benim açımdan ilk defa şimdi gündeme geldi.” AA’da yer alan habere göre Soylu açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “O dönem Yıldırım-10 Norduz Operasyonu kapsamında, Van'ın Çatak ilçesinde sözde Kato Jirka cephesi halkla ilişkiler sorumlusu Mihrali Yılmaz'ın olduğu bilgisine ulaştık. Güvenlik güçleri mezrayı insansız hava araçlarıyla (İHA) izliyorlardı. İHA’lar tarafından çekilen fotoğrafa göre Şiban’ın evine üç terörist gelmişti. Şiban’ın tek bir özelliği var. Bu eve gelip yazın 3-4 ay kalıyor. Teröriste milislik yapıyor. Bu teröristler kayalıklara gider gitmez hem SİHA hem de yakın hava desteğiyle operasyon başlıyor. Bunların etkisiz hale getirildiğini değerlendiriyoruz. Ardından Yarbay Muammer (Özdil), kahramanlıklarını herkesin anlattığı Yüzbaşı Mahmut Top, Sezer Uçar ve Yusuf Uyar komutanlarını yalnız bırakmıyorlar, mağaraya giriyorlar. İkisinin orada etkisiz halde olduklarını görüyorlar. Burada bir terörist üçünü şehit ediyor. O terörist, mağaranın içerisinden çıkıyor. Bizimkiler kovalıyorlar, çatışmaya giriyorlar ve ölüyor. Hemen 200-300 metre yakında, Servet Turgut olayın olduğu yerde. Kovalamaca, hafif darplaşma oluyor. Ardından 'Ben değilim, bu adamlara ev sahipliği yapan Osman Şiban'dır' diyor. İlk Osman Şiban'ın ismini o veriyor. Sonra Osman Şiban'ı alıyorlar. En son terörist, Servet Turgut ve Osman Şiban helikopterle naklediliyor. Milis oldukları (Osman Şiban ve Servet Turgut) ve bunlara yardım yataklık yaptıkları apaçık ortada olan bir meseleyi böyle ortaya koyuyorum. Bakın olayın sonrası için bir hüküm vermedim. Ben bildiğimi söylüyorum. Kurgu yapmıyorum. Osman Şiban'ın bu işle ilgilendiği bütün kayıtlarımızda var."
Yalan mı söyleniyor?
Olayın üzerine Valilik tarafından yapılan açıklama ile son derece çelişkili bu açıklamadan sonra, 9 Aralık’ta, yine 2021 Bütçe görüşmelerinde AKP ve HDP arasında konuya ilişkin bir tartışma yaşandı. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu işkence iddialarını sorunca kürsüye çıkarak söz alan AKP Manisa Milletvekili İsmail Bilen, ellerinde herhangi bir delil olmadığını ve dosyaya vakıf olmadıklarını ifade ederek olayı ‘dedikodu’ olarak adlandırdı. İddiaları yalanlayan Bilen’e cevap veren HDP Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir, Bilen’in sözlerine tepki göstererek, “İçişleri Bakanı kabul ediyor. İçişleri Bakanı Soylu sizce yalan mı söylüyor?” diye sordu.
Soylu tarafından milis olarak ifade edilen Şiban ve Turgut hakkında o esnada herhangi bir soruşturma yürütülmüyordu. Gazeteciler tarafından elde edilen hastane raporları, epikriz raporları, alan araştırmaları, tanık ifadeleri gibi tüm materyal kanıtlara rağmen dezenformasyon pervasızca devam ediyordu. Doğruyu söyleyen kendini hapishanede buluyordu.
Bir gazeteciye daha gözaltı
Devlet tüm mekanizmalarıyla olayı yalanlayıp, anaakım medya aracılığıyla yanlış bilgi yayarken, gerçekleri halka ulaştırmaya çalışan dört gazeteci hala tutukluydu. Bu da yetmezmiş gibi, daha önce Van büroda uzun süre çalışmış gazeteci Zeynep Durgut, Cizre'de haber takibi yaparken gözaltına alınarak ters kelepçe yapılarak Van'a götürüldü. Helikopter haberi hakkında da sorular sorulan Durgut, dört gün gözaltında tutulduktan sonra adli kontrol uygulanması şartıyla serbest bırakıldı.
Belge ve kanıt yokmuş!
28 Aralık 2020'de, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Youtube kanalından Osman Şiban ve Servet Turgut’a dair verdiği soru önergesine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan yanıt geldiğini belirtti. Tanrıkulu'nun verdiği bilgiye göre, Akar, Tanrıkulu'nun sorusunu tek cümleyle, "Bilgi, belge ve kanıt yoktur" şeklinde cevaplamıştı. Daha olayın ilk haftasında Mezopotamya Ajansı tarafından yayınlanan bilgi, belge ve kanıtlar, aradan geçen üç aya rağmen ana akım medyada yer almamış, olay devlet yetkilileri tarafından inkar edilmekteydi. Devlet yetkililerinden henüz 'usulüne uygun bir şekilde' gözaltına alınan Şiban'ın nasıl hafızasını yitirecek kadar yaralandığına ya da Turgut'un nasıl hayatını kaybettiğine dair tek kelime açıklama yapılmamıştı.
Hakkındaki gözaltı kararı, kendisi yoğun bakımdayken kaldırılan ve sonrasında da herhangi bir suçlamada bulunulmayan Şiban 12 Ocak 2021 tarihinde evi basılarak gözaltına alındı. Şiban, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yenice başlatılan soruşturma kapsamında Mersin'deki evinden gözaltına alınmış, ifade vermesi için Van'a götürülmek istenmişti. Doktorun verdiği sağlık durumunun seyahat etmeye uygun olmadığı raporu üzerine Şiban serbest bırakıldı. Bu arada tutuklanan gazeteciler 100 gündür cezaevindeydi ve iddianame hala hazırlanmamıştı.
Gazetecilerin yargılaması sürüyor
16 Şubat 2021'de, tutuklanmalarından 130 gün sonra gazeteciler hakkındaki iddianame hazırlandı. Gazeteciler 'örgüt üyeliği' ve 'propaganda’nın yanı sıra, şaşırtıcı bir biçimde, çalıştıkları ajansta spor ve magazin haberlerinin olmamasıyla suçlanmışlardı.
Sonunda, 2 Nisan'da hakim karşısına çıkan dört gazeteci, tutukluluklarının altıncı ayının sonunda, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Gazetecilerin gözaltına alınma görüntüleri ana akım medyada boy boy yayınlanmış, gazeteciler henüz mahkeme karşısına çıkmamışken, haklarında bir karar dahi yokken terör örgütü üyeliği ile suçlanmıştı. Gazetecilerin yargılanmaları sürüyor.
Şiban'ın ifadesi
Olayın sonrasında çok ciddi sağlık sıkıntıları yaşayan Osman Şiban, en sonunda 11 Haziran 2021 tarihinde ifade verebilecek duruma geldi. Şiban ifadesinde şunları söyledi:
“11.09.2020 tarihinde Sürik mezrasında kendime ait ikametimde sabah 8-9 gibi kahvaltıya kalktım, helikopter sesleri duydum. Gündelik işlerime devam ediyordum. Servet Turgut’u da sabah kalkınca su doldururken gördüm, başka da görmedim. Öğlenden sonra askerler helikopterlerle köye inmişler. Köyden Hamit Şiban, Dahan Turgut ve Cengiz Şiban’a yaylanın yolunu sordular. Onlar da yaylanın yolunu tarif ettikten sonra askerler bulunduğumuz yerden uzaklaştılar. Helikopter de havalanıp gitti. Akşam saat 17.00 civarında bazı köylüler ve akrabalarım ile birlikte otururken 10-15 kadar asker Servet Turgut ile birlikte bizim bulunduğumuz alana doğru geldiler. Askerlerden birisi Servet Turgut’a ‘Osman Şiban kim? diye sorduğunda Servet Turgut beni işaret etti. Askerlerden bazıları benim kimliğimi aldı. Ben çocuklarıma 'ifade verip geri geleceğim' dedim. Askerler sağ ve sol koluma girdi. Birisi de arkadan başıma silah dayadı, götürmeye başladılar. Önümden Servet Turgut’u da götürüyorlardı.
"Evden 100-150 metre uzaklaştıktan sonra yüzünü görmediğin bir asker tarafından sırtıma tekme vurdu. Ben de yüzüstü yere düştüm. Beni kaldırdılar. Birisi başımı aşağı doğru eğdi. Sağa sola bakamadım. Ancak sağdan soldan ve arkadan görmediğim birden fazla kişi tarafından el ve ayaklarla bana vurdular. Servet Turgut benim önünde ben de 50 metre arkasında, iki grup asker tarafından Servet Turgut'un çuvallarının olduğu yere götürüldük. Vardığımız yerde 100 civarı asker bulunuyordu. Üzerimize doğru sayısını hatırlamadığım bir veya birden fazla olabilecek kişiler geldi. Kim olduğunu bilmediğim birileri tarafından yerde sürüklendim. Sürülürken ayakkabımın birisi çıktı. Daha sonra helikoptere bindirdiler. Helikoptere bindiğimiz zaman helikopterde iki cenaze olduğunu gördük. Cenazeler askerlere ait değildi. Yüzüme doğru vurup ‘sağa sola bakma’ diyorlardı. Telsizle birileriyle konuşuyorlardı. Telsizden gelen talimat ‘kışlaya indirin’ diyordu. Kışla dedikleri yere yaklaştığımız zaman telsizden ‘terörist var, helikopterde’ dediler. Bunu dedikten sonra karşı taraf ‘indirin’ dedi. Bunun üzerine önce cenazeleri aşağıya attılar, daha sonra bizi helikopterden aşağıya attılar. Biz yere düştükten sonra askerler tepemizde toplandı. Aralarından biri ‘terörist daha sağ’ dediğini duydum ve ardından bize saldırdıklarını hatırlıyorum. Daha sonrasını hatırlamıyorum."
Milis olduğu iddia edilen Şiban, darp edilmesi sonucu helikopterin yanında bayıldığını ve sonrasını hatırlamadığını söyledi. Suçlamaları kabul etmeyen Şiban, kendisini darp eden askerler hakkında şikayetçi oldu. Şiban, ifadesinin alınmasının ardından hakkında yurtdışı yasağı konularak serbest bırakıldı.
Dezenformasyonun örnekleri
Türkiye'de kolluk kuvvetlerine uygulanan cezasızlık zırhının sonucu olarak, iki köylünün gözaltında işkence görmesi, bu işkenceyi haberleştiren gazetecilerin tutuklanması, gözaltına alınan iki köylüden birinin yaşamını yitirip birinin hala fiziksel ve psikolojik sorunlar yaşaması, Türkiye’de devletin ve anaakım medyanın yaydığı dezenformasyonun sadece bir örneği. Türkiye'de tutuklanan her gazeteciye yaptıkları haberlerle ilgili sorular sorulmuş da olsa, tamamının tutuklanma gerekçesi 'örgüt üyeliği' ve/ veya 'örgüt propagandası' olarak kayıtlara geçiyor.
Kobané davasından, Diyarbakır Newroz kutlamalarında üstü çıplak olmasına rağmen bombacı olmakla suçlanarak sırtından vurulan üniversite öğrencisi Kemal Kurkut'a, HDP'nin devlet yetkilileri ve anaakım medya aracılığıyla kriminalize edilmesi sonucu İzmir HDP İl binasında vurulan Deniz Poyraz'dan, Konya'da katledilen Dedeoğulları ailesine ve hatta yazın Türkiye'nin çeşitli bölgelerini etkileyen yangınların faturasının Kürtlere kesilmesine kadar, Türkiye'de dezenformasyon, can almaya devam ediyor.
Avrupa Birliği tarafından finanse edilmiştir "DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi" isimli bölgesel proje Avrupa Birliği'nin mali desteğiyle, partner kuruluşlar SEENPM, Arnavutluk Medya Enstitüsü, Mediacentar Vakfı Sarajevo, Kosovo 2.0, Karadağ Medya Enstitüsü, Makedonya Medya Enstitüsü, Novi Sad Gazetecilik Okulu, Barış Enstitüsü ve bianet ortaklığında uygulamaya konuluyor. Bu makale Avrupa Birliği'nin mali desteği ile üretilmiştir. İçeriğinden yalnızca bianet sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. Proje hakkında buradan bilgi edinebilirsiniz. |
(GÇÖ/NÖ)
1- Nefret söylemi ne yana düşer, ifade özgürlüğü ne yana? / Nazan Özcan
2- Dördüncü gücün nefreti / Eren Topuz
3- Gökkuşağının renklerine medyanın nefreti / Selay Dalaklı
4- Türkiye'de Kürtçe medya yok olma tehdidi altında / Murat Bayram
5- Mülteci nefreti / Murat Bay
6- Türkiye'de devlet dezenformasyonu öldürüyor / Gözde Çağrı Özköse