AKP'nin birinci parti olacağına kesin gözüyle bakılan bir başka seçimin arifesindeyiz. Her ne kadar zaman zaman 2023 vizyonlarından bahsedilip sanki günün ve geleceğin ruhuna göndermeler yapılan bir hava yaratılıyor ise de siyaset sınıfının, gezegenimizde yeni binyılda iyice belirginleşen ve bir dönemin artık kapandığını gösteren gelişmelerden haberdar olduğunu söyleyebilmek çok zor.
Siyasal anlamda Fransız Devrimi, iktisadi anlamda Sanayileşme ile kurulan bir dönem artık kapanmaktadır. Okullarıyla, hastaneleriyle, hapishaneleriyle, şehir planlanlamalarıyla, merkezi yönetim modelleriyle, siyasal söylemleriyle, üretim ve tüketim normlarıyla, velhasılı, bütün toplumsal ve mekansal ilişkileriyle sanayi ve fosil yakıt üzerine kurulmuş şu anki medeniyet ve yaşam biçimlerinin ömrü pek de fazla değil.
Dünya kaynaklarının sonsuzluğu gibi yanlış bir varsayım ve paranın sosyal statünün belirleyeni olması gibi yanlış bir hedef üzerinden temellenmiş bugünün dünyası 21. yüzyılda çok büyük ihtimalle çökecektir.
Bu sürecin ayak sesleri her geçen gün küresel ısınma, buzulların erimesi, hayvan ve bitki türlerindeki alarm verici boyut ve hızdaki yokoluş (insan eliyle "soykırım"), yiyecek fiyatlarının artması, toplumsal sınıflar arasındaki uçurumların derinleşmesi gibi olgularla zaten çok hızlı bir şekilde hissedilmektedir.
Türkiye de bu sürecin dışında kalamayacaktır, çünkü tüm dünyadaki başdöndürücü hızlı değişimleri Türkiye de sosyal dokusundaki bütün hücrelerine kadar yaşamaktadır. Her türlü küreselleşme çağında bunun böyle olmaması pek de mümkün değil zaten.
Ancak Türkiye siyaset sınıfı açısından bakıldığında bu olguların henüz tam olarak algılanabildiğini, tüm boyutlarıyla kavranabildiğini söylemekten oldukça uzağız. Gerçi Fukushima'da ortaya çıkan küresel nükleer felaket başbakanımızı tüpgaz analojisi kullanmaya itebiliyor, tüm dünyada merkeze oturan enerji meseleleri Mersin gibi güzide bir şehrimizde haklı olarak yörede yaşayan insanlarımızın siyasal kaygılarından bir tanesi olabiliyor.
Her ne kadar makyaj gibi görünse de, tüm siyasal partiler küresel bir olgu olan kadınların sosyal hayattaki önemini el yordamıyla da olsa anlamaya yeni yeni başlamışlar gibi görünüyor. Bu tür el yordamıyla bazı olgular fark ediliyor edilmesine ama 21. yüzyılın bir bilim çağı olacağı, bu açıdan Türkiye'nin kaderinin bilimlerle olan ilişkisi üzerinden kurulacağı gerçeğinin ise henüz idrak edildiğini söylemek çok zor.
Liseliler, 68 kuşağı gibi olabilir
Günümüzün küresel ve hatta yerel meselelerinin artık ancak bilimsel çözümlerle mümkün olduğu gerçeğinin hak ettiği yankıyı bulduğunu söylemek mümkün değil. Son günlerde yaşanan YGS skandalı bu açıdan belki bir mihenk taşı olabilir.
Bu skandalın bilim yerine sadakat isteyen iktidar odaklarının kendi yaptıklarının altında ezildikleri bir skandal olarak tarihe geçmesi mümkündür. ÖSYM gibi mecburen akıl ve bilime dayanması gereken bir kurumun başına bilimle ilgisi kuşkulu bir zatın getirilmesi ve buradaki kadrolaşma aslında hem bu seçimde, hem de uzun dönemde AKP'nin mezar kazıcısı olabilir.
Şaibeli bir sınav nedeniyle haklı olarak kafası karışan ve siyaset, hamaset, ırkçılık, cemaatçilik gibi mevzular yerine nanoteknoloji, Karadeniz'den Akdeniz'e suyun nasıl çevrimsel bir döngüyle gittiği ve bu nedenle de oradan yapay kanal açmanın ekolojik felaketlere götürebileceği gibi mevzulara daha meraklı bugünün liselileri, kimbilir, belki de 68 kuşağı gibi Türkiye'nin geleceğine kendi damgasını vuran yeni bir kuşak olacaktır.
Eski tarz siyasetten medet umuyorlar
Sanayi devriminden beri siyasetin merkezini sosyal sorunlar teşkil etmiştir. Bir başka deyişle, insanın insanla ilişkini temel alan meseleler etrafında siyaset yapılmıştır. 21. Yüzyılın yeni dünyası insanla doğanın ilişkisinin merkeze taşınacağı ve bunun küresel bir bağlam içinde algılanacağı bir dünyadır.
Günümüzün kozmik sorunlarının çözümü böylesi bir küresel bağlamı zorunlu kılmaktadır. Gerek AKP ve gerek CHP hala insanı bir üretim ve tüketim nesnesi olarak gören eski tarz bir siyasetten medet ummaktadırlar.
Sorunların ekonomik sistemler ve sosyal düzenlerle çözüleceğini varsayan 20. yüzyılın siyaset teorilerinin ufkunu aşabilen herhangi bir vizyonları yoktur. Örneğin CHP hala alameti farikası olarak neredeyse bir tek aile sigortasının 600 lirasından medet ummakta, bu paranın çok daha fazlasını kazanan milyonlarca insanın yaşadığı sahici psikolojik depresyonları bırakalım analiz etmeyi, bir olgu düzeyinde varlığını bile fark edememektedir.
Gözden kaçırılan yeni çağın insanının bir homoeconomicus olduğu kadar, ve hatta ondan da öte, bir homodepresificus olduğudur.
Türkiye'yi ve dünyayı sadece sosyoekonomik değil, biraz da psikolojik bir prizmadan analiz etseler, çok daha renkli, çok daha ilginç bir siyasetin ipuçlarını yakalayamaya başlayacaklardır, çünkü insan sadece biyolojik ve sosyal bir varlık değil, aynı zamanda psikolojik bir varlıktır.
Basit bir psikolojik analiz bile AKP'nin Haziran seçimlerinde bugünlerde yayımlanan seçim tahminlerinden çok daha kötü bir şekilde bu seçimi bitireceğini söylemeye yeterlidir kanımca. Bilindiği gibi siyasi tercihlerle algılar dünyası arasında doğrudan bir ilinti mevcuttur.
Hata üstüne hata yapıyorlar
AKP kurmayları referandum sonuçlarını son derece yanlış analiz edip mağrur ve pervasız bir biçimde hata üzerine hata yapmaya başlamışlardır.
AKP'nin bugünkü imajı geçmiş seçimlerle kıyaslanamayacak kadar farklıdır: O yılların "mazlum" imajının bugün yerinde yeller esmekte, "zalim" imajına vurgu yapanların sayısı çoğalmaktadır.
Bu radikal bir psiko-sosyal dönüşümdür. Keza, özgürlük gibi insan doğasının derinlerinde olan bir imgeyi geçmişte ustaca kullanan AKP, Ahmet Şık ve Nedim Şeker olayıyla kendi camiasından bile birçok insanın kafasının karışmasına engel olamamıştır.
Bu olayın kamu vicdanında derin yaralar açtığını ya görmemekte, ya da görememektedirler. Unutmamalı ki kamu vicdanı diye bir şey varsa, -ki var ve bence kritik öneme sahip-, bu 2002 ve 2007 yıllarında AKP'nin şahsında cisimleşmişti. Bu kamu vicdanının son YSK vetosunun üstesinden gelinmesinde de kritik öneme haiz olduğu aşikardır.
Özgürlük değil korku
Geçmişte Avrupa Birliği ve özgürlükler konusunda kendi muhaliflerinin fersah fersah ilerisinde olan AKP bugün tam tersi bir konumda algılanmaktadır ve bu algı gerçeklerle uyum içerisindedir.
AKP iktidarı sık sık basında özgürlük kavramıyla değil, "korku" kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Yüzde on seçim barajı gibi demokrasi dışı bir mevzinin savunuculuğu bu partinin üzerine yapışmıştır artık. Türkiye'ye yenilik getireceği umulan bir parti imajı yerine İstanbul'un rantının sonsuzluğuna güvenerek kendi yandaşlarını zengin etmenin çılgın ama bilimsellikten ve yapılabilinirlikten uzak projelerine bel bağlamış gibi bir algı giderek yaygınlaşmaktadır.
AKP'nin algı ve psikoloji düzlemindeki en önemli kalesi olan "ben halktanım" söylemi de geçmişte olduğu gibi ne kadar etkili olacaktır, kestirmek zor; malum dokuz yılda "halktan" çok kişi köşeyi dönüp yeşil sermayeleriyle "vatandaşlığa" terfi etti ve "halkta" da bu konuda bir farkındalığın gelişmekte olduğunun işaretleri eskisine göre daha çok gözlemlenebilmektedir.
Genlerinde kadınları ikinci sınıf insanlar olarak algılayıp algılamadığı şüpheli, bilimle ilişkisi ve bilimsel vizyonu bir hayli kuşku götürür ve küresel ısınma, buzulların erimesi, canlı türlerinin yok oluşu ve dünya kaynaklarının tükenmesi gibi gezegenimizin ekolojik sorunlarını algılayamayanların önümüzdeki onyıllarda ne Türkiye'de, ne de dünyanın başka medeni memleketlerinde iktidara gelmeleri zor gibi görünüyor.
AKP'nin en büyük şansı Türkiye'de bu algı sürecinin çok başında olunması, yani seçimin bu açıdan erken bir tarihte tezahür etmesi, ve sahici, yetkin, bilimsel bir muhalefetle karşılaşmamasıdır. Ama gidişat yukarı değil, aşağıyadır ve kimbilir, 2011 seçim sonuçları bile yaygın tahminlerin aksine bu eğilimi belirgin bir biçimde ortaya çıkarabilir. Yüzde 40'lar altında kalmak da buna dahildir.
Almanya'nın en önemli eyaletlerinden Baden-Württemberg'de bu yıl yapılan seçimlerde Merkel'in muhafazakar partisi 58 yıllık hakimiyetini ve seçimlerde oylarını iki katından fazla artıran Yeşiller Partisi eyalet başkanlığı koltuğuna oturmuştur.
Türkiye de önümüzdeki dönemde bu tür dipten gelen derin dalgaların etkisinin dışında kalamayacaktır. Kanımca bu yıl liselerde okuyan öğrenciler Türkiye siyaset sınıfına önümüzdeki yıllarda bunları hatırlatacaklardır. (MAK/AS)