Hiç şüphe yok ki toplumsal hareketler iktisattan siyaset bilimine birçok sosyal bilimin konusu oldu, özellikle son yıllarda interdisipliner yapısı nedeniyle üzerinde konsensüse varılamayan bir konu olarak karşımıza çıktı. Hal böyle olsa da birçok kesim sosyal hareketlerin demokratikleşme, kalkınma ve sosyal psikoloji üzerindeki önemli etkisini kabul eder.
Toplumsal hareketlerin etkileri büyük ölçüde reform veya devrim gibi anlık değişimlerle değerlendirilse de aslında bu hareketler uzun dönemde daha derin izler bırakır. Türkiye ve Brezilya’da gerçekleşen hareketler de bunlardan sayılabilir…
Mayıs sonunda barışçıl eylemlerle başlayan Taksim olaylarının bu noktaya gelebileceğini elbette birçok kişi düşünmemişti. Polis kuvvetlerinin orantısız güç kullanımı ve devlet yetkililerinin düşünülmemiş ve çelişkili açıklamaları bunun en büyük göstergesi.
Bugüne kadar reformist politikaları nedeniyle uluslararası medyadan büyük övgüler alan Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, aynı rüzgarın bu sefer tersi yöne daha kuvvetli esmesi karşısında zor durumda kaldı. Ve sonrası bildiğimiz gibi…
Sonucu ne olur bilinmez, ancak Taksim hareketi ve bu hareketin destekçileri, kendisine oy vermemiş vatandaşıyla çatışan hükümetin meşruiyetinin – oy oranı her ne olursa olsun- sorgulanabileceğini gösterdi.
Dünya Türkiye’de olan toplumsal hareketin sebep ve sonuçlarını tartışırken benzer bir hareket yine benzer sebeplerle Brezilya sokaklarında başladı. Brezilya’da da -Türkiye’de olduğu gibi- sokağa dökülenlerin önemli bir kısmının genç ve orta sınıftan oluştuğu biliniyor. Farklı bir sebeple başlayan protestolar şimdi her iki ülkede de hükümet ve sistem karşıtı gösterilere dönüştü ve geniş bir kesimden de destek aldı.
İstanbul’daki eylemlerin kıvılcımını Gezi Parkı ve ağaçlar ateşlerken, Brezilya’da bu kıvılcım toplu taşıma ücretlerindeki artış ile ateşlendi. Her nasıl başlarsa başlasın, aslında protestocuların talepleri gelişen ülkelerin demokratik sistemlerinde bir şeylerin tam olarak yürümediğinin, insanların büyümeden ve gelişmeden paylarına düşeni alamadığının bir göstergesi. Yakın zamanlarda farklı ülkelerde ortaya çıkan ve birçok önemli noktaya işaret eden bu iki hareket önemli benzerliklere sahip olmasıyla da dikkat çekiyor.
Toplumsal hareketlerin güvenlik güçlerinin müdahalesine göre şekillendiği sıklıkla kabul edilen bir argümandır. Türkiye ve Brezilya’da yaşanan orantısız müdahale ve sonrasında yaşananlar bunu doğrular nitelikte. Konda Araştırma ve Danışmanlık tarafından yapılan saha çalışmasına göre protestocuların önemli bir kısmı polis kuvvetlerinin aşırı güç kullanımı ve Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar nedeniyle sokağa dökülmüşlerdi.
İnsanların – konu her ne olursa olsun – bu şekilde bastırılması, her iki ülkede ortaya çıkan olayların uluslararası medya tarafından destek bulması demekti. Nitekim dinamik ekonomileri ve istikrarlı yapıları ile son yıllarda büyük övgüler alan Türkiye ve Brezilya, birçok medya kuruluşu ve yabancı devlet yetkilileri tarafından büyük tepki gördü.
Yine Konda’nın analizine göre sokağa çıkanların üçte birlik bir bölümü ya hiç oy vermemiş, ya da boş oy atmış. Protestocuların kısmen de olsa siyasi partilerden bağımsız oluşu, Taksim gösterilerini daha önemli hale getiren bir durum.
Benzer şekilde Brezilya’da sokağa dökülenlerin önemli bir kısmının öğrenci ve partisiz olduğu belirtiliyor. Ekonomisi iyiye giden bu iki ülkede benzer şekilde ve yakın zamanlarda ortaya çıkan, siyasi uzantısı olmayan bu olayların dinamiği, bu nedenle daha da önem kazanıyor.
Öncelikle Türkiye ve Brezilya, sosyoekonomik yapıları bakımından oldukça birbirine benzer nitelikte. Brezilya ve Türkiye insani gelişme endeksine (HDI) göre 85. ve 90. sırada. Sol eğilimi ile bilinen Lula, Brezilya’da piyasa ekonomisi kurallarından uzaklaşmamış, Washington Konsensüs’ü ile uyumlu bir ekonomi politikası güttü.
Türkiye’de ise Adalet ve Kalkınma Partisi ile hız verilen neoliberal politikalar, makroekonomik istikrar ile birlikte sosyal dengesizlikleri de beraberinde getirdi. Kişi başına milli gelir ve yolsuzluk algısı endeksinde de (CPI) benzerlik gösteren bu iki ülkede sosyal eşitsizlikler ve üstü örtülü siyaset, insanları en çok zorlayan konulardan birkaçı oldu.
Nitekim Brezilyalı protestocularla yapılan röportajlara göre insanlar, daha şeffaf bir siyaset ve daha nitelikli bir sağlık ve eğitim sistemi istiyor. Türkiyeli göstericilerin talepleri daha çok bireysel özgürlüklerle ilgili gözükse de, sosyal eşitsizliklerin getirdiği baskı ve siyasetin zaman geçtikçe şeffaflığını kaybetmesi, bana göre, insanların birikmiş tahammülsüzlüğünde önemli bir rol oynuyor.
Dünyanın en hızlı büyüyen ve parlayan bu iki ekonomisinde, insanların büyüyen pastadan kendilerine düşen payı alamaması ve sosyal politikaların dengesizlikleri giderememesi her iki ülkede de toplumsal hareketin dinamiğini oluşturan faktörler gibi görünüyor.
Unutmamak gerekir ki refah ülkeleri dünyanın en büyük ekonomileri değil; gelir dağılımını sağlamış, sosyal eşitsizlikleri yok edebilmiş ekonomilerdir. İnsanlar pastanın son on yılda büyümesinden oldukça memnun, ama artık pastayı daha eşit dağıtma zamanı.
Hızlı yükselen ve henüz sosyal eşitsizlikleri yok edememiş ülkelerde şeffaf bir siyaset yürütmek ve vatandaşları sistemin içine dahil edebilmek toplumsal barışın önemli koşullarından biri.
Güçlü sendikalar ve çeşitli politik oluşumlarla insanları siyasal sistemin içine çekmek, toplumsal kutuplaşma ve yeteri kadar temsil edilememe gibi kronik sorunların bıraktığı izleri azaltacaktır.
Birden fazla etnik kimliği federal bir yapıda uzun yıllarca barındırabilmesiyle bilinen İsviçre, insanların siyasal sisteme en çok müdahil olduğu ülkelerden biri[1].
İsviçre’deki toplumsal örgütlenmelerin ve siyasi oluşumların nitelik ve nicelik bakımından güçlü oluşu, vatandaşların her türlü hakkını siyaset platformunda arayabilmesini sağladı. Özellikle eşitsizliklerin yoğun olduğu ve gelişen ülkelerde bu daha da büyük bir önem arz ediyor.
Büyük resmi özetlemek gerekirse, Brezilya’daki şeffaflık sorunu ile Türkiye’deki temsil sorunu ve kitlelerin buna tepkisi, bu iki ülkedeki demokratikleşme sürecinin ve istikrar dönemlerinin her an sekteye uğrayabileceğinin göstergesi.
Modernizasyon teorisyenlerinin de deyimiyle, her iki ülkedeki ekonomik büyüme ve istikrar insanların siyasi partilerden olan beklentilerini değiştirecektir.
Başka bir deyimle, 2002 yılında yıllık geliri üç bin dolar olan bir vatandaş ile 2013 yılında bu geliri on iki bin dolara yaklaşan aynı vatandaşın önceliği aynı olmayacaktır.
İnsanlar adaletsizliklerin peşinden daha fazla koşacak, daha fazla hesap soracak, bu nedenle de sisteme daha fazla dahil olmak isteyeceklerdir.
Brezilya ve Türkiye’de hükümetler, istikrarlı büyümelerini devam ettirip barışçıl bir topluma sahip olmak istiyorsa, -sayıları ne olursa olsun- sokağa dökülenlere kulak vermeli, kısa vadede sosyal dengesizlikleri giderebilmelidir. (TMY/HK)
[1] Vincent Boudreau and David S. Meyer, Social Movements, Oxford SAGE Handbook of Comparative Politics