Geçenlerde yemek yaparken buralardaki demokrasiye “ağır” gelsin diye su enjekte edildiğini düşündüm. Yoksa şükür mü etmeliydim? halkına “sulu” bir demokrasiyi dahi çok görenleri aklıma getirerek. Neyse tenceredeki eti karıştırmaya devam ettim nihayetinde su uçacaktı.
Evet, Türkiye'de yaşayan birçoğunuzun belki de özlemle andığı Avrupa'dan bahsediyorum. Önemli ölçüde kriz ortamını da bahane ederek, sokaktaki muhalefete kulaklarını tıkayan ekonominin “doğru”ları haricinde fazla bir şeyi takmayıp, demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sayan bir hayattan yani…
Son dönemde Almanya, Avusturya ve Portekiz (yerel) seçimler yapıldı. Seçim nihayetinde toplumsal hiyerarşiyi yeniden onaylamanın ötesine geçmiyor. Avrupa Birliği (AB) bunun kalıcılaşmasını sağlayan ağır ve hantal bir makine görünümünde. Aynı hiyerarşik yapılanma AB içinde borç veren- borç alan ülkeler, etnik ve tarihsel geçmişe dayalı ayrımcılıklar olarak kendini ifade ediyor. Bu konuda Almanya'nın özellikle Yunanistan'la kurduğu ilişki biçimi, eğer bir AB ideali varsa, ondan ne kadar uzaklara yelken açıldığını sergilemeye yeter.
Mevcut kriz ortamına çare bulamayan egemenler, servetlerine servet katmaya devam ederken bedelini ödeyenler ise ağırlıkla işsizlik baskısı altındaki gençler. Özellikle bu süreçten Yunanistan, Macaristan, Romanya, İtalya, İspanya ve Portekiz uzun vadeli ve kalıcı hasar yaratacak tarzda etkileniyor. Bu ülkelerdeki genç nüfus daha zengin ülkelere doğru göç ederek şimdilik günü kurtarabiliyor. Tabii gençler sadece göç etmiyorlar. Aynı zamanda üç-beş yıl öncesine oranla çok daha görünür bir biçimde sokaklara dökülerek aktif politika yapmanın yollarını arıyorlar. AB'nin hemen hemen her ülkesinde temalar görece farklılık arz etse de en temelde kapitalizmin mevcut krizinin kurbanı olmak istemeyen insanların bu duruma direndiklerini görebiliyoruz.
AB ve Türkiye'de demokrasi
AB yetkililerinin aslında Türkiye'de demokrasi standartlarının gelişmesine pek aldırdıklarını düşünmüyorum. Çünkü “ Türkiye'yi en seveni”de dahil bakış açıları oryantalizm tarafından sakatlanmış. Özetle şöyle bakıyorlar “ülkenizdeki insanların yüzde 70'i (ya da 50'si) mevcut iktidarın algısını, politikalarını onaylıyorsa biz ne diyelim, demek ki sizin hakkettiğiniz demokrasi bu kadar”. Bir diğeri ise yukarıda işaret etmeye çalıştığım, aslında demokrasiye yaklaşımlarına hakim olan güdüklük, burada belirleyici. Bu yüzden Türkiye'de ki neo-liberal diktatörlüğün yandaş kalemlerinin zikrettiği üzere AB'ye ilişkin “iki yüzlülük” tanımlamasından bahsetmek olanaksız.
Bu nedenle AB'nin "demokrasi paketi" denilen ucubeye, neticede bir ilerleme gözüyle bakması normal. Onlar çünkü yazılanlara bakıyor. Nasıl uygulanacağını ise Erdoğan, pakete dair yaptığı konuşmanın girişinde kendi gibi düşünmeyen herkese hakaret ederek, darbeci olarak niteleyerek gösterdi. Erdoğan'ın 45 dakikalık tiradı “nefret suçları” kapsamında yargıya götürülmesi gerekirken, yandaş da olsa toplantıya katılan gazetecilere soru sorma hakkı dahi tanınmadı.
AB aynı zamanda Türkiye'deki rejimin ayak sürümelerinden fazlasıyla yılmış gözüküyor. Bu yüzden her türlü “iyi” olasılığa sarılacak. Bu tarz iyiler arasında Abdullah Gül de var. Fakat anlaşılan Cemaat'in bu konuda henüz açıktan bir adım atmaması, bu durumu bir olasılıktan öteye taşımıyor. Demem o ki neticede AB sokakta herhangi bir kadın için “türban özgürlüğü” meselesinin ne anlama geldiğiyle ilgilenmiyor, onlar alışa geldikleri üzere yüksek siyaset peşinde. Bir gün AB'den demokrasi ihraç edeceğiz beklentisi olan varsa duyurulur.
AB'de ya da Türkiye'de ki mevcut problemler nasıl çözülecek? Bunun reçeteleri elbette kimsede yok. Ama bilinen görünen şu, ne AB ne de Türkiye'deki egemenlerin sürdürdüğü politikalar insanlığın ütopyası olabilecek bir yönelimde değil, aksine ne kadar demagojiye başvurulursa vurulsun dünyayı daha da yaşanmaz kıldıkları aşikar.
"Başka bir dünya" yaratmanın mümkünlüğünü her zamankinden daha güncel. Çünkü dünyanın her tarafında uluslararası kapitalist sisteme karşı direnişler giderek yükseliyor. Forumlar ve Kazova örneğinde olduğu gibi insanlar direnişlerini, alternatif ağlar da örerek taçlandırmayı tercih ediyor.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta ise özellikle Türkiye'de sokakta siyasetin alternatifi haline getirilen diplomasi ve parlamenter faaliyet. Yer yer yetersiz kalmanın yanı sıra, toplumda gelişen direnişçi çabaları soğutmanın aracına da kolaylıkla dönüşebiliyor. Bir de buna bulduğuna şükretme "siyaseti" ekleniyor ki bu artık iktidarın peyki olduğunu da fark etmeyen "bilgelik" yüklü bir saçmalık dizisinin siyaset diye sunulmasıyla sonuçlanıyor. (AS/HK)