Marc Nichanian'ın, 2009 ilkbaharında, Sabancı Üniversitesi ve Anadolu Kültür işbirliğinde Sabancı ve Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği konuşmaları kitaplaştırılarak Edebiyat ve Felaket başlığıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.
Nichanian'ın konuşmalarını kapsayan bölümler kadar, kitabın sonundaki ekler bölümü de oldukça devrimsel nitelikte.
İlk defa Nichanian'ın referans verdiği önemli eserlerden bazıları Türkçeye kazandırılmış oldu: Zabel Yesayan'ın Yıkıntılar Arasında (1911) kitabına yazdığı önsöz, Daniel Varujan'ın 'Kilikya'nın Küllerinde' ve 'Yıkıntıların Hanımefendisi' adlı iki şiiri (1909'da yayınlanan Irk'ın Yüreği'nden) ve Hagop Oşagan'ın Benjamin Taşyan ile 1931'de Kıbrıs'ta yaptığı söyleşi ile Batı Ermeni Edebiyatının Panoraması'ndan seçme bölümler. Marc Nichanian'ı Türkçe okumak oldukça heyecan verici...
Fransızca ve İngilizce yazılarından tanıdığım kışkırtıcı, sürükleyici, sarsıcı, duygu yüklü dili ve kullandığı (bazen erişilmesi zor) analitik kavramları, Ayşegül Sönmezay büyük bir titizlik ve ustalıkla Türkçeye aktarmış.
Ve İstanbul!
Marc'ın yazılarıyla sevgili dostum Ayşe Gül Altınay sayesinde tanıştım. Ayşe Gül, "melankoli" temalı bir konferansta yapacağı sunuma hazırlanırken, David Eng ve David Kazanjian'in derlediği Loss: The Politics of Mourning [Kayıplar: Yasın siyaseti] (2002) adlı kitapla karşılaşmış.
Hemen akabinde (2007'nin sonlarında) Ayşe Gül, biz Sabancı Üniversitesi'ndeki arkadaşlarıyla ve Osman Kavala'yla Loss adlı derlemede onu en etkileyen bölümlerden birini, Kazanjian'ın Marc Nichanian'la "edebiyat ve felaket" üzerine yaptığı söyleşiyi paylaştı.
Bu söyleşinin bende yarattığı merakla Marc Nichanian'ın eserlerini, 2008 yılı içinde büyük bir heyecan içinde okumaya başladım. (En etkilendiğim eseri ise hiç kuşkusuz Writers of Disaster'dı [Felaketin Yazarları].) Aynı dönem, Osman Kavala da Marc'ı İstanbul'a davet etme fikrini gerçekleştirmek için uğraşıyordu.
Ağustos 2008'de, bir tatil ortamında, tesadüfen Osman Kavala ve Ayşe Buğra'yla karşılaştığımda sohbetlerin çoğunun Marc etrafında şekillendiğini hatırlıyorum. 2008'in sonbaharında birkaç aylık bir hazırlık sürecinin ardından Şubat 2009'da ilk kez Amerika'dan bir Ermeni öğretim üyesi, "konuk profesör" olarak "felaket ve edebiyat", "tanıklık" gibi temalar üzerine ders vermek için İstanbul'a (Sabancı Üniversitesi'ne) geldi.
Marc ayrıca, Sabancı Üniversitesi ve Anadolu Kültür'ün işbirliğiyle Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezi'nde ve Boğaziçi Üniversitesi'nde bir dizi konuşma verdi, Bilgi Üniversitesi felsefe bölümüne konuk profesör olarak ders vermek üzere çağırıldı ve düzenlenen pek çok konferansta konuşmacı olarak yer aldı.
Bunlar arasında 2009'dan bu yana her yıl düzenlenen Hrant Dink Anısına Atölyeler'i ve 'Adana 1909: Yüz Yıllık Bir Perspektiften Tarih, Bellek ve Kimlik'i (2009) sayabilirim.
Marc Nichanian kimdir?
"Gün gelip Türkiye'ye adımımı atacağım, hayatım boyunca hiç aklıma gelmemişti" diye kendi hayat hikayesini anlatmaya başlayan Marc Nichanian, 1920'de bir daha dönmemek üzere bu toprakları terk eden Kayseri kökenli bir baba ve 1923'te Fransa'ya göç eden Merzifonlu bir annenin çocuğu olarak Paris'te hayata gözlerini açtı.
Kendisini, "Ermeni kökenli bir Fransız" ya da "Fransa vatandaşı bir Ermeni" olarak tanımlıyor (Edebiyat ve Felaket, s. 12). Nichanian, Fransa'da University of Strasbourg ve École Nationale des Langues Orientales Vivantes'te Doğu dilleri ve felsefe üzerine eğitim aldı.
Paris, Venedik ve Los Angeles'ta farklı üniversitelerde, ayrıca 1996'dan itibaren on bir yıl boyunca Columbia Üniversitesi'nde (New York) Ermeni Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.
2009'dan itibaren Sabancı Üniversitesi'nin Kültürel Çalışmalar Programı'nda, "konuk profesör" olarak 'Myth, Art and Politics' [Mit, Sanat ve Siyaset], 'European Humanism and After' [Avrupa Hümanizmi ve Sonrası] ve 'Testimony' [Tanıklık] konularında dersler verdi ve pek çok tez yönetti. Nichanian oldukça üretken bir araştırmacı: 1980-2005 arasında, GAM adında altı ciltlik bir edebiyat ve felsefe çalışmaları dergisini Ermenice olarak yayımladı.
Ayrıca 1995'te, yine Ermenice hazırladığı Hagop Oshagan Bibliyografyası'nı yayımladı. Diğer eserleri arasında Ages et usages de la langue arménienne [Ermeni Dilinin Evreleri ve Kullanımları] (1989), La perversion historiographique [Tarihsel Sapkınlık] (2006), Entre l'art et le témoignage [Sanat ve Tanıklık Arasında] (2006), La révolution nationale [Ulusal Devrim] (2006), Le deuil de la philologie [Filoloji ve Yas] (2007) ve Le roman de la catastrophe [Felaket ve Edebiyat] (2008) sayılabilir.
Bu eserlerin bazıları İngilizceye çevrildi. Nichanian, başta Friedrich Nietzche, Walter Benjamin ve Maurice Blanchot olmak üzere, pek çok düşünürün eserlerini Ermeniceye kazandırdı. Nichanian, New York ve İstanbul arasında dersler vermeye, yazmaya devam ediyor; her yıl bir dönem "konuk profesör" olarak Sabancı Üniversitesi'nde çalışıyor.
Dostluğun siyaseti
2008'de ders vermek ve konuşma yapmak için İstanbul'a çağırıldığı günün, unutulmaz bir an olduğunu ifade eden Nichanian'ın daveti kabul etmesinde en teşvik edici etken, "dostane duygular" olmuş.
Konuşmalarda amaçlarından birini, "Dostluk için ortam yaratmak (...) başlangıçtaki kopuşa saygı göstererek, dostluk siyasetini mümkün kılabilecek koşulları keşfetmek" diye nitelendiren Nichanian'ın 2009'un ilkbaharında verdiği konuşmalar öğretim üyelerinin, gazetecilerin, insan hakları savunucularının, sivil toplum çalışanlarının, öğrencilerin, yayıncıların, sanatçıların, araştırmacıların katıldıkları bir gece okulu gibiydi.
Herkes harıl harıl not alıyor, sorular soruyordu; tartışmalara uzun saatler boyunca devam ediyorduk. Pek çok konferansın temeli bu konuşmalardan sonra atıldı, pek çok ortak çalışma da o konferansların ilhamıyla şekildendi diyebilirim. Ayrıca çok değerli dostluklara, çalışma arkadaşlıklarına da vesile oldu bu karşılaşmalar.
Marc'ın konuşmalarına farklı tepkiler geliyordu. Bazı tarihçiler için bu konuşmalar edebiyatı tarihe yeğleyen, tarihi bazen dışlayan, bazen çok dar ve Ortodoks bir şekilde tanımlayan analizler içeriyordu.
Analizlerin tümüyle hemfikir olmasak da çoğumuzda müthiş bir merak ve heyecan uyandırdı Marc'ın tartıştığı sorular: Felaket'i yalnız edebiyat mı temsil edebilir? Edebiyat, "temsil edilemezliği" mi sorunsallaştırır? "Soykırım" ve "Felaket" neden farklı kavramlardır? Tanıklık ne anlama gelir? Yirminci yüzyıl Ermeni edebiyatı üzerinden bu sorularla nasıl mücadele ederiz?
Marc Nichanian'ın konuşmalarına gelen dinleyiciler, bu konuşmaları tüm detaylarıyla takip ettiler.
Çoğumuzda, hatta edebiyatla hiç ilgisi olmayan dinleyicilerde bile, Ermeni edebiyatına karşı büyük bir merak oluştu (bir Türk ya da İngiliz edebiyatı konuşmalar serisi bu kadar ilgi çeker miydi emin değilim), dinleyiciler Zabel Yesayan'dan Hagop Oshagan'a kadar pek çok yazar üzerinden gelişen konuşmaları ince detaylarıyla takip etti, Marc'ın kitaplarını okudu.
Konuşmalardan sonra pek çok öğrencimiz tezlerinde Ermeni yazarları incelemeye başladı, zaten Sabancı Üniversitesi'nde de Marc'ın derslerine ilgi oldukça yoğundu.
Yirminci Yüzyılda Ermeni edebiyatı
Edebiyat ve Felaket, Zabel Yesayan, Daniel Varujan, Grigoris Balakyan, Aram Andonyan, Yervant Odyan, Garabed Kapigyan ve Hagop Oşagan'ın eserlerini incelerken Idelber Avelar, Walter Benjamin, Cathy Caruth, Catherine Coquio ve Shoshana Felman üzerinden şekillenen travma çalışmaları, Holocaust çalışmaları, bellek tartışmaları, tanıklık ve edebiyat, sanat ve siyaset tartışmalarını ele alıyor ve "Felaket" üzerine (özellikle 1909'da Adana ve 1915-1916'da Anadolu'da gerçekleşen Osmanlı Ermenilerinin kıyımını hedefleyen kampanyalar üzerine) okuyucuyu zorlu ve engin bir yolculuğa davet ediyor.
Nichanian 'Tanığın Ölümü'nde amacının, "Soykırımı" değil, ayrı bir kavram olarak tanımladığı "Felaket'i ele almak" olduğunu ifade ediyor (Edebiyat ve Felaket, 20).
"Felaket edebiyatı" için de farklı bir tanım yapıyor Nichanian ve amacının bu edebiyat türünü incelemek olmadığını ifade ediyor: "Felaket edebiyatı türünün örnekleri, sadece gaddarlığı sömürüyorlar." (Edebiyat ve Felaket, s. 26)
"Felaket" kelimesi üzerinde yoğunlaşan Nichanian, özellikle Hagop Oşagan'ın "Ağed" kelimesini sistematik olarak kullandığından bahsediyor: "Oşagan'ın dışında hayatta kalan hiçbir Ermeni Ağed (Felaket) sözcüğünü, olayın özel adını ifade etmek üzere sistematik bir biçimde ve yerli yerinde kullanmadı. Yani Ağed, olaya gelecekte verilecek özel ad olarak bir kenarda kaldı. Gelecek zamanlarda bize (yeniden) ulaşacak bir özel ad olarak..." (Edebiyat ve Felaket, s. 32)
Nichanian'ın tanımına göre imha iradesinin özünde yalnızca öldürmenin kendisi değil, aynı zamanda tanıklığı ortadan kaldırma, arşivi yok etme ve ölüler için yas tutmayı yasaklayan/imkansızlaştıran bir irade yatmaktadır. "Felaket", inkarcılığın ve imha etme iradesinin karşısında hayatta kalanların her an sonsuz bir soykırımı kanıtlama oyununun içine atılmasıyla başlar, hayatta kalan her an "kendi ölümünü," "kıyıma uğradığını" kanıtlamaya çalıştığı bir oyuna itilir. "Tanığın kesinlikle tanıklık etmek zorunda olduğu şey, bir tanık olarak kendi ölümüdür." (Edebiyat ve Felaket, s. 37)
"Felaket"in kendisi budur. "Soykırım" ise "tarihsel olay" olarak henüz gerçekleşmemiştir. Osmanlı Ermenilerinin tarihsel olarak uğradıkları kıyım, ancak gelecekte bir "tarihsel olay" olarak yazılacaktır. Nichanian'a göre "Felaket olayının" en önemli sonucu, "Tanığın saf dışı bırakılmasıdır. Hiçbir tanıklık bu olaya; kurbanın ve hayatta kalanın dilinde (dünyasında) tanığın ortadan kaldırılması olayına tanıklık edemez. Kaldı ki hiçbir tanıklık, soykırım iradesinin özünde bulunan inkarcılığa karşı koyamaz. Bu çifte imkansızlığa kanaat getirdikten sonra tekil tanıklıkları bireylerin yazgılarından kalan izler olarak okumaya başlayabiliriz; tanıklıkla ilgili birbirini tutmayan görüşleri de, olayı tarih nesnesine dönüştürmenin arşiv yapmakla mümkün olamayacağına dair bir kanıt olarak görebiliriz." (Edebiyat ve Felaket, s. 39)
"Felaket'ten söz edebilecek biricik alan edebiyattır" (Edebiyat ve Felaket, s. 86) diyor Nichanian ama bu çaba da bir imkansızlığa kapı açıyor olabilir. Örneğin, Hagop Oşagan Mnatsortats'ta tanıklığı estetikleştirmek ve edebiyat yazmak istiyordu. "Oysa bu tür bir edebiyat, aynı zamanda tanıklığın arşiv tarafından yutulmasına ve onun belge olarak tanımlanmasına boyun eğmek zorundaydı; bu da fiilen her tür edebiyatı ve her tür estetikleştirmeyi yasaklıyordu." (Edebiyat ve Felaket, s. 116)
Dolayısıyla ifade edilmek istenen şey edebiyatın Felaket'i gösterebileceği değil, bu konuda yalnızca bir şeyler söyleyebileceğiydi. Bunları da edebiyat ancak olumsuz bir dilde ifade edebilecekti. Bu yönde bir şeyler söylemenin tek yolu edebiyatın sınırlarını keşfetmektir, "Felaket'in gösterimi için edebiyat dilin sınırlarını keşfetmelidir." Sonuçta, "Felaket'le karşı karşıya kalındığında, muhtemel tek başarı, edebiyatın başarısızlığıdır." (Edebiyat ve Felaket, s. 156)
Eleştirilerini oldukça sert bir üslupla dillendiren Nichanian, bazen bizleri karamsar olmaya yönlendirir: "Türkiye'nin kendi tarihine ilişkin inanılmaz ve korkunç bilgi boşluğu o yıllarda [19. yüzyıl sonu] başladı; maalesef hiçbir tarih çalışması bu boşluğu hiçbir zaman dolduramayacaktır. (...) Artık tamir etmek mümkün değil. Sessizliğin kötülüğü." (Edebiyat ve Felaket, s. 40) Sessizliğin kötülüğünü son on yılda, Müge Göçek'in deyimiyle, Felaket üzerine "ulus-sonrası eleştirel söylem"de yazılan incelemeler, edebiyat eserleri, araştırmalar kırmaktadır.
Dolayısıyla "tarih" salt inkarcı bir dilin ve söylemin hizmetinde değildir. "Ulus sonrası eleştirel söylem"le yazılan eserler aracılığıyla tam da Edebiyat ve Felaket'te bahsedilen "future perfect" ya da futur anterieur'de gerçekleşecek olan "Felaket" olayına hep birlikte yaklaşıyoruz (bu yaklaşma yavaş olsa da...). Bu, gelecekte ulaşacağımız "tarihsel olayı" birlikte şekillendirmek olduğu kadar, yani tarihi birlikte yazmak olduğu kadar, dilin ve kavramların (tarihin ifade ediliş biçimlerinin) kendisini dönüştürmek anlamına geliyor.
Edebiyat ve Felaket'teki Yesayan ve Varujan tercümeleriyle okul tarih kitaplarından "olaysız" diye bellediğimiz 1909 yılı üzerinden ezberimiz bozuluyor ve aynı yılı Kilikya Ermenilerinin acıları üzerinden tahayyül etmeye başlıyoruz. Varujan'ın eşsiz dizeleri 'Kilikyan'ın Küllerinde'yi Türkçe dillendirmek bizlere "bir olay olarak şekillenmeye başlayan" 1909 için "yas tutma" imkanının kapılarını aralıyor:
Yabancı, gitme vaktidir artık. Ben de ineceğim, gör,
Bu tepeden aşağı ve hüzünlü kış mantoma sarınıp
Yeniden dolaşmaya çıkacağım kurbanlar kentinde.
Ölüleri gömmeliyim ve kutsal yağı dökmeliyim
Holokost'un üstüne.
Bir yaralının başı hıçkırıyor bazaltın üstünde...
Çeşmenin yakınında bir bacı, ah, başında bekleyeni yok
can çekişiyor...
Bu gece sayısız mezar kazmalıyım,
Sabaha dek ışıktan kefenler dokumalıyım.
Mezarlar dikmeliyim, anıt mezarlar,
Ve mermere şarkılarımı mezar yazısı diye kazımalıyım.
(Edebiyat ve Felaket, s. 229) (HA/BA)
* Hülya Adak, Yrd. Doç., Karşılaştırmalı Edebiyat, Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Programı'nda öğretim üyesidir, 2011-2012 döneminde Orient Institut Istanbul'da araştırma yapmaktadır.
**Bu makaleye katkılarından dolayı dostlarım Ayşe Gül Altınay ve Sevan Değirmenciyan'a teşekkür ederim.
***Bkz. Müge Göçek, "Reading Genocide: Turkish Historiography on the Armenian Deportations and Massacres of 1915" [Soykırımı Okumak: 1915 Ermeni Tehciri ve Katliamları üzerine Türk Tarihçiliği], Middle East Historiographies: Narrating the Twentieth Century. [Ortadoğu Tarihçilikleri: Yirminci Yüzyılı Anlatmak]. Israel Gerschoni, Amy Singer, Y. Hakan Erdem (der.) Seattle: University of Washington Press, 2006, s. 101-127; David Eng ve David Kazanjian (der.) Loss: The Politics of Mourning [Kayıplar: Yasın Siyaseti], University of California Press, 2002.
**** Turkerenin pari yegar Marc! (Türkçeye hoş geldin Marc!)
***** Hülya Adak'ın yazısı'nın kısaltılmış verisyonu Agos gazetesinin kitap eki Kirk'in Kasım 2011 sayısında yayınlandı.