Yıllarca Fakültede aynı koridoru, sonra – depremin ardından – aynı mahalleyi, açık oturumlarda, söylemek istediklerimize bir türlü yetmeyen kısıtlı konuşma sürelerini paylaştık.
Hep, Türkel'i, "eski tüfek" komünistlerin, ilerici Kemalist Doğan Avcıoğlu'nun yönettiği sayfalarda mecra bulduğu Yön-Devrim çizgisinden günümüze kalma bir yadigâr gibi düşündüm. Akademik iktisatçıydı; ama bu konumun beraberinde getirdiği mesleki deformasyona karşı kendini korumuştu.
İktisatçı olarak konuşup yazdığında, toplum dışı soyutlamaların ("piyasalar"ın) yapıp ettikleriyle değil, somut ve yaşayan insanların dertleriyle ilgilendi – çalışanların, dar gelirlilerin, çevre sorununu ta içinden duyumsayan tarım üreticilerinin ve işçilerin. Küreselleşmenin ülke denen birimleri hükümsüz kıldığını sananlardan değildi.
Ama Türkiye'nin çıkarını savunmaya giriştiğinde bunu, o ülkede yaşayan büyük çoğunluğun, emekçilerin, çıkarından ayrı düşünmedi. Profesördü; ama kendi akademik rütbesi yükselince, mesleğe yeni adım atanlardan uzaklaşan meslektaşlarına benzemedi hiç. Gençler, onu hep yalnız bir hoca olarak değil, bir dert ortağı olarak da gördüler.
Aydın sorumluluğu diye bir şey varsa Türkel onu da şahsında cisimlendirdi. Kendisini dinlemek isteyen çevreleri, dernekleri, meslek örgütü ve sendikaları kırmamak için memleketi karış karış dolaştı. Az, ama dolu dolu yaşadı.(NS/EÜ)