Pazartesi sabah, saat 07.00 suları. İstanbul Atatürk Kültür Merkezi önünde bir keşmekeş. Silivri'de görülmeye başlanacak KCK İstanbul davasını izlemek için buluşuyoruz. Biz iki otobüs dolduruyoruz, pek çok araba da bizi takip ediyor. İstanbul'un pek çok yerinden başka otobüsler de mahkemeye doğru yola çıkmaya hazırlanıyor.
TEM trafiğiyle 'bizim gitmemizi engellemek için mi trafik var' diye dalga geçe geçe, 45 dakikalık yolu neredeyse iki saatte alıyoruz, 'Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ne bizi geçirecek otoyol köprüsünün üzerine geldiğimizde, daha fazla gidemeyeceğimizi anlıyoruz. Jandarma yolu kesmiş, avukatlar ve aileler dışında kimsenin alınmayacağını söylüyor.
Küçük bir numarayla birkaç kişi içeri girmeyi beceriyoruz, gidip konuşup, kapıyı açtırabileceğimizi varsayıyoruz...
Yaklaşık bir kilometre yürüyüp, üzerinde kocaman Duruşma Salonu yazan prefabrikin önünde buluyoruz kendimizi. Henüz çok kalabalık değil, zaten aynı saatlerde İstanbul'un dört bir yanından, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ilçe merkezlerinden Silivri'ye gelmek için yola çıkmaya çalışan arabaların hiçbirinin aslında çıkamadığını öğreniyoruz.
Devlet yine, 'Kürt sorununu Kürtler olmadan ne güzel çözerdik aslında' şiarından hareketle bizlere izin vermiş, Kürtlere vermemiş. Şaşırtıcı değil tabi...
Binadan içeri girmeyi başaranlar ve başaramayanlar olarak aramızdaki tel örgüye aldırmadan günün nasıl geçtiğine dair konuşmaya çalışırken, jandarma noktasından haber geliyor.
Üzerlerinde 'Kürtleri Serbest bırakın, diyalogun yolunu açın', 'Sendikacıları serbest bırakın, diyalogun yolunu açın', 'Büşra Hocamızı serbest bırakın, diyalogun yolunu açın', 'Mahkemeleri boşaltın, diyalogun yolunu açın' yazan pankartları kapıda bırakmak şartıyla iki otobüsteki yaklaşık 100 kişinin mahkeme önüne gelmesine izin verilmiş. Uzunca bir sıra halinde, mahkemeye doğru yürüyorlar.
'Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'nün hemen dibindeki 'Duruşma Salonu' dediğim gibi prefabrik. Jandarma noktasından bile zor geçen bizler için, içeri girmek neredeyse imkânsız.
Binanın dışında ise hiçbir şey yok. Bu 'hiçbir şey'e tuvalet de dâhil. Bütün bir gün boyunca, içerideki yakınlarından haber bekleyen kadınlar, erkekler, yaşlılar ve çocuklar için tuvalet bile yapılmayan bir yerden söz ediyoruz.
Cezaevi kapısı deneyimi epeyce yüksek olan bir arkadaşımızın akşam gayet haklı olarak söylediği gibi: 'En azından Mamak'ın, Metris'in kapısından tuvalet vardı, artık ileri demokraside olduğumuz için herhalde insanların böyle bir ihtiyaçları olmuyor.'
Saat 10.30'a yaklaşıyor, mahkemenin başlamış olması lazım ancak henüz başlamamış. Dışarıda, kendi imkânlarıyla Silivri'ye gelmeyi başarmış kalabalığa BDP'den bir görevli sesleniyor: 'Biz zaten on gün buradayız, bugün heyetler girsin, biz sonraki günler gireceğiz.'
Silivri'deki KCK duruşmaları 13 Temmuz'a kadar sürecek. 13 Temmuz'a kadar aileler ve yakınlar, Silivri dolaylarında olacak, mahkemelere girecek, 2 Temmuz kalabalığı devam edecek.
İzleyiciden çok jandarma var
Mahkeme saat 10.30 sularında başlıyor. İçeri zar zor giriyoruz, dışarıda kalabalık artmaya başlamış.
Dışarıda kıyamet koparken içeriye çok az sayıda insan alınıyor. İçeride yaklaşık 350 kişilik oturma yeri var ancak sabah ilk oturumda, 168 kişilik iki blok boş bırakılıyor, gün içinde oraya da izleyici alınıyor ancak ilk anda değil.
Zaten salonda izleyiciden ve avukattan çok jandarma var. Erlerin yüzlerine bakıyorum, acaba kaçı Kürt? Kaçı askerlikten sonra bu sıralara sanık olarak gelecek diye geçiyor aklımdan. Sayının çok olduğuna eminim.
Salon büyük, havalandırması iyi çalışıyor, yaklaşık 600-700 metrekare olduğunu tahmin ediyorum. Herkes birbirine el sallama, merhabalaşma telaşında. Sanıklarla izleyiciler, karşılıklı birbirlerini alkışlıyorlar, zılgıtlar duyuluyor salonda.
'Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu'ndaki müstakil girişli mahkeme salonunda görülecek dava diye başlıyor konuşma. Bu vurgunun cezaevinde mahkeme kurulmasının aslında yasak olmasıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. 2012/48 no'lu kamu davası görülecek olan.
Mahkeme başkanı Ali Alçık 'slogan atarsanız, yuhalarsanız, alkışlarsanız, önce uyarırız, sonra dışarı atarız' diye başlıyor konuşmasına.
Önce avukatlar kendilerini tanıtıyorlar. Çoğu çok genç, 30 yıllık savaşın avukatlığı seçen çocukları diye düşünüyorum. Avukatlardan biri pek çok avukatın Silivri girişinin kapalı olması dolayısıyla henüz gelemediğini söylüyor, mahkeme başkanı umursamıyor, 'dışarıda olan bizi ilgilendirmez' deyip, konuyu kapatıyor.
Ardından sıra sanıklara geliyor. Kimlik tespiti başlıyor, adı okunan sanık ayağa kalkıyor ve 'Ez Livirim' diyor (Buradayım). Mahkeme başkanı sormaya devam ediyor: ana adın, baba adın, doğum yerin.
Bütün cevaplar Kürtçe geliyor, hâkim doğum yerine kadar dinliyor, doğum yeri de Kürtçe gelince 'sanık Türkçe dışında bir dilde konuştuğu için mikrofonunun kapatılmasına...' diyor ve bir sonraki sanığa geçiliyor.
Kendi aramızda mavra yapıyoruz, 'hâkim temel Kürtçe öğrenmiş de, şehir adlarında takılıyor' diye. Aslında, kabul etmek lazım, ilerleme var. Bilinmeyen bir dilden, Türkçe olmayan bir dile geçtik.
Avukatlar dördüncü sanıktan sonra müdahale ediyorlar. Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar ve avukat Meral Danış Beştaş ardı ardına söz alıp, son derece yerinde müdahalelerde bulunuyorlar. Aktar 'bu insanlar Kürtçe konuştukları için buradalar, Kürt oldukları için buradalar. Bu ülkedeki 20 milyon insanın diline bilinmeyen bir dil muamelesi yaparsanız, burada bir yargılama yapamazsınız' diyor.
Ardından söz alan Meral Danış Beştaş bence gayet iyi bir metinle iddianamedeki yanlışları/ kasıtları bir bir anlatıyor. Bir gizli tanığın 'duvarda terörist fotoğrafları vardı' diye anlattığı bir BDP bürosundan söz ediyor, duvarındaki fotoğrafların Musa Anter, Aydın Erdem ve Şerzan Kurt olduğunu söylüyor. Mahkeme heyetine bakıyorum, hiç dinliyor gibi görünmüyorlar. Birisinin eli sürekli mouse'da, Soliter oynuyorsa şaşırmam misal.
Öğle arasında dışarı çıkıyoruz, dışarısı epeyce kalabalıklaşmış, KESK [Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu], ÖDP [Özgürlük ve Dayanışma Partisi], Halkevleri, Halkların Demokratik Kongresi, akademik özgürlük üzerine mücadele veren GİT Türkiye, Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın öğrencileri, öğrenci Büşra'nın arkadaşları ve tabi ki gelebilen, Silivri'ye ulaşabilen BDPliler...
Kısa bir aradan sonra salona döndüğümüzde bu kez tutuklu sanıklar adına Hasan Özgüneş söz alıyor ve neden hemen herkesin siyah giydiğini açıklıyor:
"2 Temmuz bizler için 33 aydınımızın ve iki emekçimizin Madımak'ta yakıldığı gündür, yas günüdür. Bugün eğer burada tutuklu olmasaydık, Sivas Katliamı'nda kaybettiklerimizi anmak için alanlarda olacaktık. O yüzden hepimiz, olabildiğince siyah giydik, matemimizi burada yaşıyoruz."
Özgüneş, tüm tutuklu sanıklar adına neden Kürtçe savunma vermek istediklerini de anlatıyor:
"'Kürdüz, tarihin belli dönemlerinde dilimize kart kurt diye dağda dolaşırken çıkardığınız ses dediler. Bilimsel gerçekleri çarpıtmaya çalıştılar. Başbakan Almanya'da asimilasyon suçtur dedi, doğrudur, suçtur. Arnavut için de, Uygur Türkü için de, Kürt için de suçtur. 'Sokakta konuşmayın, mahkemede konuşun, cezaevinde konuşmayın, evde konuşun' gibi bir mantığı kabul etmemiz mümkün değil. Herkesin kendi dilinde savunma vermesini talep ediyoruz."
Özgüneş'in anlattıklarının da mahkeme heyetince dinlendiğini düşünmüyorum ama kalan herkesin can kulağıyla dinlediğine eminim...
Yeni binada kim yargılanacak?
Öğleden sonraya doğru mahkeme salonundan çıkıyorum, biraz dışarıda dolanıyorum. Hala müthiş bir kalabalık, içeri girmeye çalıyor. BDPli gorevliler, duruşma salonu girişinde düzeni sağlamaya gayret ediyorlar ama işleri zor.
Sabah otobüsleri bıraktığımız yere doğru yürürken dışarıda küçük de olsa yeme alanı yapıldığını görüyorum. Bir kenara seyyar dönerci gelmiş, su ve simit satanlar, köfteciler. Belli ki hem destek için buradalar hem de para kazanıyorlar.
Tam duruşma salonun karşısındaki inşaata bakıyorum, bundan dört ay önce, yokmuş o inşaat, Ahmet Şık söylüyor. dört ayda, müthiş ilerlemişler. Bina neredeyse bitmek üzere. Genişçe, yeni bir mahkeme binası inşa ediyorlar. Bir iki haftaya biter tahminleri havada uçuşuyor.
İnşaat işçileri, başlarında jandarma çalışıyorlar. Tahminimce, işçilerin çoğu Kürt. Çoğunlukla kendilerinin yargılanacağı mahkeme binalarının harcını atıyorlar. (ÇM/BA)