Sevgili "Türkân hoca"
Bugüne kadar, birlikte çalıştığımız dönem boyunca birkaç kez sevdiğiniz gibi beyaz kağıda el yazısıyla yazılmış birkaç mektup yollamıştım size.
Elektronik ortamı yoğun bir şekilde kullanmama karşın; bilgisayarların yaşamı kolaylaştırdığının çok erkenden farkına varıp, ondan yararlanılması için elinizden geleni yaptığınız halde, bu ortam aracılığıyla yazışmayı sevmediniz ve kullanmadınız. Dolayısıyla belki çok daha fazla yazışma gereksinimi duyduğumuz halde bunu yap(a)madık.
Vefatınızdan hemen sonra benden de istedikleri için sizin için birkaç yazı yazmıştım. Ondan sonra sizi çok kereler andım, sizden söz ettim ama size doğrudan hitap etmemiştim.
Bu kez ölüm yıl dönümüzde dağıtılan küçük bir "kitapçık" nedeniyle size bir mektup yazmak istiyorum. Gerçi bunu da sizin hoşunuza gittiği gibi "ak kağıt üzerine kalemle ve el yazısı"yla yapamıyorum, ama elektronik ortamda yayınlanacağını düşünerek hoş göreceğinize eminim.
O gün dağıtılan kitapta yer alan mektuplardan ve bunların bir kitap olmasından daha önce de söz ettiğinizi anımsıyorum. ÇYDD'deki arkadaşlarınızın bunu gerçekleştirmesi ve anma töreninde dağıtmaları çok hoş.
O sırada değil ama daha sonra yazdığınız o mektuplardan bazılarını okudum. Sizi dinler gibi oldum; her zamanki tarzınızla düşüncelerinizi ifade etmişsiniz.
Keşke aklınızdan geçirdiğiniz gibi, hitap etmek istediğiniz herkese yazacak zamanınız olsaydı. Keşke o kadarını çok satan bir gazete ya da dergi ek olarak basıp, tüm ülkeye dağıtsaydı. Keşke o yazdıklarınız, Kürtçe başta olmak üzere bu coğrafyada yaşayan tüm insanlara kendi dillerinde ulaşacak şekilde çevrilebilseydi.
Eminim en azından bazı insanlar söylediklerinizden, kendileri için de, toplum için de "yararlı" olacak bazı sonuçlar çıkarırdı.
Siz yapılanları yaşananları belirli dönemler halinde raporlamayı, hem görünür kılmayı hem de bir belge bırakmayı değişmez bir tutum olarak benimseyen, bu alışkanlığı bize de kazandıran bir insansınız.
Bu nedenle ben de sizin fiziksel olarak aramızda olmadığınız bu bir yılda neler olup bittiğini, muhtemelen biliyor olsanız da bir kez de benim gözümden ve benim sözcüklerimle anlatmak istiyorum. Kitaptan yola çıkarak bunu bir "mektup şeklinde" yazmanın da en azından "hoşunuza gidecek ve şık" bir yöntem olacağını düşündüm.
Anma Töreni
Anma töreninde sizin de orada olduğunuzu, bizleri izlediğinizi düşünüyorum. Belki "metafizik" bir düşünce ama, ben aramızdan ayrılmış olan sevdiklerimizin, onlar her aklımıza geldiğinde bizimle birlikte olduklarını, bizi gördüklerini, bizimle bağlantı kurduklarını düşünüyorum.
Bu nedenle 18 Mayıs'ta Lütfü Kırdar'da salonu tümünü dolduran insanlarla birlikte sizin de orada olduğunuzu ve bizi izlediğinizi hissettim.
Sonra "Türkân Hoca olmanın anlamının ortaya konulduğu" bölümde sizin bunları nasıl değerlendireceğinize kafa yordum.
Yanılıyor olabilirim ama, size, sizin adınıza ve sevenlerinizin kalbindeki beynindeki yerinize uyan bir etkinlik olmasına ve bundan bir ölçüde de olsa mutlu olmanıza karşın bu kadar "büyük" ve parasal anlamda belki harcanan o kadar çok değildir ama genel anlamdaki karşılığı nedeniyle bu kadar "masraflı" bir organizasyonun yapılmasını istemezdiniz.
Sonra oradaki kimi ayrıntılara benim gibi sizin de şaşırdığınızı düşündüm. İnsanların zaman içinde "değişme olasılıklarının çokluğunu, çok yönlülüğünü ve çeşitliliğini" da hesaba katsam da "oradaki bulunmalarından ve içtenlikleri"nden yola çıkarak biraz da olsa şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Eminim eğer fark ettiyseniz buna siz de şaşırmışsınızdır.
Görebildiğim kadarıyla en büyük övgüyü, salondakilerin tutum ve davranışlarını bir engel olarak görmeden, büyük bir duyarlıkla ve içtenlikle sanatını sergileyen dünyaca ünlü piyano sanatçımız İdil Biret hak etti.
Gösterişten, sansasyondan uzak, duyarlığını ve size karşı hislerini parmakları ve salona yolladığı güzel müziğiyle ortaya koyan bu "usta" sanatçının orada olmasından, sizin için çalmasından ve onun güzel müziğini dinlemekten siz de büyük bir keyif almışsınızdır.
Bu anma toplantınızın ve orada söylenenlerin, en azından herkesin bir kez daha kendisini "içten ve açıkça ve en azından kendisi için değerlendirme" fırsatı ve olanağı yarattığını umuyorum.
Neler oldu?
Kurduğunuz derneğin çalışmalarını çok yakından bilmediğim için o konuda bir şey diyemeyeceğim.
Ama şu sıralarda tüm toplumun gündeminde olan Anayasa tartışmalarıyla ilgili olarak, sizin sağlığınızda da çok şey yapılmasına karşın, ÇYDD olarak yaklaşımınızın yeterince açık, net ve yüksek sesle ortaya konulamadığını, en azından bunun topluma ulaşamadığını düşünüyorum. Belki önümüzdeki günlerde bu bakımdan daha net ve açık tutumu duyup, izleyebiliriz.
Eğitimle ilgili çalışmaların aynı biçimde, hatta muhtemelen çok daha büyük zorluklarla karşılaşılsa da sürdüğünü izlediğim kadarıyla söyleyebiliyorum.
Lepra ve lepra hastanesi konusundaki gelişmelerden de haberdar olmalısınız. Lepra Hastanesi'ni resmi özel, açık, sempatik tüm yollarla yaptığımız itirazlarımıza karşın kapatıp Bakırköy Devlet Hastanesi'ne bağlı bir "klinik" haline getirdiler.
O süreçte biri en üst düzey yetkililere, diğeri de lepra çalışmalarında bizlere destek ve birlikte olanlara Radikal gazetesinin ekinde yayınlanan iki "açık mektup" yazdım. Ama sonuç değişmedi.
Kliniğin şefliğini üstlenen öğrenciniz sizi örnek alarak elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kuşkusuz en önemli eksiklik "bakış açısı farklılığından" kaynaklanan yaklaşımda. O yüzden de yapılmaya çalışılanlar, tüm "görüntüsü"ne karşın, ne yazık ki birlikte çalıştığımız sizin döneminize göre yetersiz. Onu görebilmek için de, sağlığa, hastalığa, hastaya, lepralıya, yakınlarına ve onlar için hizmet verenlere başka türlü bakabilmek gerekiyor. Derneğin özellikle ekonomik destek bakımından sıkıntıda olduğunu da eklemeliyim.
Belki bazıları için çok önemli değildir ama, sizin var ettiğiniz ve "propagandif bir nedenle" sizin adınızı taşıyan klinikte sizin için birinci yıl dönümünüzde küçük de olsa bir "özel" anma etkinliği yapılmamış olması bile bu konudaki tutumu simgesel olarak yansıtıyor.
Oranın bağlandığı hastanenin birkaç gün önce "hemşireler günü" nedeniyle düzenlediği "görkemli tekne gezisi ve yemek"ten haberdar olunca, insanın içi daha bir acıyor.
Ülkeye gelince, genel gündem yukarıda da söylediğim gibi "anayasa değişikliği"ne kilitlenmiş durumda. Yapılan değişikliklerin öz ve esas olarak yetersizliğini ve yapılmak istenenin aslında yönetme erkinin önünde engel gördüğü bazı yapıları daha fazla kontrolü altına almak için gerekli düzenlemeleri yapmaktan başka bir nedeni olmadığını sizin de fark ettiğinizi düşünüyorum.
Bu arada şu günlerde yaşadığımız CHP'nin üst yönetimindeki "değişim"den de haberdar olduğunuzu sanıyorum. Eğer eskiden olduğu gibi sağ ve sağlıklı olsaydınız, eminim seçenekler arasında sizin de adınız geçerdi. Sizin düşüncelerinizin tersine politikanın hâlâ "lider" temelli ve öncelikli yapılıyor olmasına gülümseyerek yaklaşır ve eleştirirdiniz herhalde.
18 Mayıs gecesinde Zonguldak'taki Karadon madenindeki otuz kişinin yitirildiği kaza bile yeterince gündeme damgasını vuramadı diyebiliriz. Önlenebilir kazaların yaşanmasının ve can kayıpları yaşanmasının birer "cinayet" olduğunu hep vurguladığınızı anımsıyorum.
Yaşasaydınız eminim bu konuda da bir şeyler yapmaya çalışır, en azından yapılması gerekenleri ortaya koyar, yapılmayanların sorumlularını işaret ederdiniz. Çünkü "kaza"ların, ancak yapılası gereken her şey yapıldığı koşulda birer "kaza" olduğunu düşünürdünüz.
Dünyaya dair genel duruma gelecek olursak, "küreselleşme"nin doğal sonucu ekonomik açmazlarla çevre felaketlerinin yaşandığı, çatışma ve savaşların can, mal ve kaynak tükettiği bir yıl daha yaşadığımızı söyleyebilirim.
Kuşkusuz bu bağlamda da yapılacak çok şeyin olduğunu işaret eder, önerir, hatta bir ucundan tutup bir şeyler yapmaya çalışırdınız. Çünkü o mektuplarınızın birisinde dediğiniz gibi "total insan", "total aydın" olmak gerekiyor. Sorunlara yalnızca uzmanlık alanınızdan doğru ve onun sınırıyla sınırlı bir şekilde yaklaşmak yetmiyor.
Anma etkinliğinde ifade edilen "Türkân Saylan Olma"nın anlamını, farklılıklarınıza yoğunlaştım. Vardığım en temel sonuç, sizin bizlerden temel farkınızın, almış olduğunuz kültürün ve eğitimin sonucu olarak bir "Avrupalı" olmanızdır.
Doğunun duygusal bağlamdaki ve manevi dünyadaki kimi hoşluk ve güzelliklerine sahip çıksanız ve yaşasanız da, aslında somut yaşamı, yapılması gerekenleri ve sonucu öne alan bir "pozitivist" olmanız bence bundan kaynaklanıyor ve belirleyici olan da bu.
Bu, kapitalizmin eriştiği yalnız "sermayenin küreselleşebildiği" bu evrede "modern/çağdaş yaşamı" ne kadar ve nasıl içselleştirdiğimizle de ilgili bir konu.
Teknoloji ve iletişimin tüm olanaklarına karşın, öyle "onlu" hatta "yüzlü" yıllarla tanımlanamayacak bir sürece gereksinim var. Sanırım o nedenle kurduğunuz derneğin adının başka bir şey değil de "Çağdaş Yaşam".
Siz bir hedefi ortaya koydunuz, derneğiniz de sizin belirlediğiniz temelde çalışmalarını sürdürüyor. Ama o yaşama ulaşmak için gerekli ve yeterli koşul ve olanaklara çok uzak olunduğu için, henüz "Avrupalı" olunmadığı, her yerimize sızsa da "kapitalizm" hâlâ içselleşemediği için "iki arada bir derede" bir yerde durmayı sürdürüyoruz.
Bir önemli yanınızda "umudunuz ve geleceğin güzelliğine olan inancınız"dı.
En azından bazılarımız bunu korumaya sürdürüyoruz.
Hep aramızdasınız...(MS/EÖ)