Son günlerde işçi sınıfı açısından 1 Mayıs'ın resmi tatil olması ve Taksim'de kutlanması çerçevesinde tartışmalar yürüyor.
Bu tartışmalara eşlik eden bir diğer önemli başlık da epey zamandır gündemde olan sendikalar ve toplu sözleşme ve grev düzenini belirleyen yasalarda yapılması istenen değişiklikler. Ülkenin en büyük konfederasyonu Türk-İş, Çalışma Bakanlığı'nın ortaya koyduğu ve hızlıca çıkarmak için çalıştığı bu alandaki iki yasayı eleştiriyor ve uluslararası normlara uygun olmadıkları için desteklemeyeceğini belirtiyor.
Beş kişilik bir bilim kurulu tarafından hazırlandığı belirtilen kendi hazırladığı taslağın bakanlıkça dikkate alınmamasını eleştiren Türk-İş'in; sendikaların örgütlenme, sözleşme ve grev hakları konusunda özgürlükçü bakışa sahip olduğunu söylemek ise sözkonusu taslak incelendiğinde hiç de kolay değil. Ayrıntılara girmeden dikkatimizi çeken bazı noktaları vurgulamakla yetinelim:
Türk-İş'in web sitesinde bulunabilecek taslak öncelikle iki yasayı birlikte değerlendirerek yeni bir “Toplu İş İlişkileri Kanunu” öneriyor. Kanunda öngörülen düzenleme ve denetleme faaliyetlerini yürütmek üzere de işçi, işveren ve devlet temsilcilerinden oluşan özerk bir “Toplu İş İlişkileri Kurulu” (TİİK) öngörüyor.
Eleştiriler
Taslak, üyelikte noter şartının kaldırılması, işkolu barajlarının düşürülmesi gibi bir dizi ileri adımı içerse de bütününde özlenen ve yıllardır talep edilen demokratik sendikacılık ilkelerine yanıt veremiyor. Aşağıda bazı maddelerle ilgili çok genel değerlendirmelerim yer alıyor:
- Taslağın 4. maddesinde işkolu düzeyinde kurulabilecek işçi ve işveren sendikalarından söz ederken yeni bir öneriyle bunlara bir de meslek sendikalarını ekliyor. Beyaz yakalı niteliğindeki meslek gruplarının sendikalaşmalarını sağlamak için düşünülmüş olabilecek bu yenilik olumlu karşılanabilir. Ancak diğer taraftan taslak, son yıllarda emekliler, öğrenciler, çiftçiler ve işsizler gibi farklı toplum kesimlerinin sendikalaşma girişimleri sanki hiç yokmuşcasına, dünyanın bir çok ülkesinde örnekleri olan ama Türkiye'de engellenen bu girişimleri görmezden geliyor. Kamu emekçilerini kapsayan ortak bir “çalışanlar” penceresinden bakmaya da yanaşmıyor. Türk-İş çeşitli platformlarda dile getirilen ortak bir çalışanlar yasası ve örgütlenmesini gündemine almadığını gösteriyor. Sonuç olarak Türk-İş sendika hakkını çok sınırlı bir kesim için öngördüğünü ortaya koymuş oluyor.
- Madde 5'te halihazırdaki işkollarının azaltılması öngörülüyor. Ama yine de belli ki kimi sendikaların kaygıları/pazarlıkları yüzünden işkollarının sayısının azaltılmasına “kıyılamamış”. (örneğin metal ve gemi inşaatı birleştirilmemiş) Ancak daha önemlisi sendikaların yasalar yoluyla işkolu çemberi içinde tutulması uygulaması benimsenmiş. Avrupada örneği görülen birçok işkolunda örgütlü, güçlü sendikal yapıların ortaya çıkmasına olanak verecek, işkolu sınırlamalarını ortadan kaldıran bir sistem getirilmiyor.
- Sendika tüzüklerinin içeriğini düzenleyen 9. maddenin başına, neden gerek duyulduğu anlaşılmayan şekilde mevcut yasada olmayan bir ibare ekleniyor: “Sendika veya konfederasyonların tüzükleri Anayasada belirlenen Cumhuriyetin niteliklerine ve demokratik esaslara aykırı olamaz.” Genel ve muğlak nitelikleriyle birçok alanda demokratik gelişmenin önünde engel oluşturmak için kullanılan bu ifadeleri düşünenin bir savcı değil sendikal örgüt olması düşündürücü.
- 21. madde üyeliğin kazanılmasında noter şartı kaldırılıyor ama yerine önerilen TİİK veritabanına yapılacak girişler ve bir dizi yazışmaya dayalı prosedür işçinin sendika üyelik sürecini ve sendikanın işyerindeki toplu sözleşme yetki sürecini yine belirsizlikler ve karmaşıklıklarla dolu bir hale getiriyor. Türk-İş işçilerin referandum yoluyla demokratik biçimde sendikalarını tercih etmeleri biçimindeki doğrudan ve demokratik yöntemi bir türlü benimseyemiyor.
- Madde 64'te mevcut işkolu barajlarının yüzde ondan yüzde üçe düşürülmesi sözkonusu. Türk-İş maalesef barajsız bir sendikal ortamı tahayyül edemiyor. Güçlü sendikacılığın yolunun yasalarla korunan barajlardan geçtiğini sanıyor.
- Can acıtıcı maddelerden birisi Madde 76. Türk-İş burada 12 Eylül'ün getirdiği grev düzenini içselleştirdiğini ortaya koyarak, toplu sözleşme uyuşmazlıkları dışında grev hakkını tanımıyor. Yani, 12 Eylül öncesi bu ülkede var olan hak grevini unutuyor, kendisinin örneğin 1991'de fiilen uyguladığı genel grevi yasal bir hak haline getirmeyi düşünmüyor. Madde 78'de ise bazı işyerleri ve işkollarında grev yasağını devam ettirmekten yana olduğunu gösteriyor. Madde 81'de yer alan; “genel sağlığı veya milli güvenliği bozucu nitelikte” grevlerin Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmesini öngören ifadeyi de bunlara ekleyince Türk-İş'in grevi işçi sınıfının güçlü bir mücadele aracı, emeğin temel bir hakkı olarak değerlendirmediği acı gerçeği iyice belirgin hale geliyor. Yani geçmişteki örneklerde görüldüğü gibi, otomobil lastiği, çay bardağı gibi “milli sağlık ve güvenlik açısından” kritik üretim yapan işyerlerindeki işçilerin grev yapmayı düşünmemeleri gerekiyor.
Mesele teknik değil
Ama daha da önemlisi sendikal hak ve özgürlüklerin bilim kurullarına havale edilecek “teknik” meseleler olmadığı, işçi sınıfı politikasının son derece politik gündemleri olduğu gerçeği bir kez daha kendisini ısrarla gösteriyor. Türkiye işçi sınıfının sendikal özgürlüklere giden yoldaki engellerden birisinin de kendi yöneticilerinin ve hukukçularının kafalarına yerleşmiş yasakçı, sınırlayıcı zihniyet olduğu görülüyor. 1 Mayıs'a yaklaşırken işçilerin önünde özgürlükler için uzun bir yol olduğu görülüyor.(HK/EÜ)