Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 362 delegenin katılımıyla 21. Kongresini gerçekleştiriyor. Daha önceki hemen hepsinde olduğu gibi, bu kongre de Türk-İş sendika bürokrasisinin iç mücadelesine sahne oluyor.
550 bin sendikalı işçiyi temsil eden (!) toplam 362 delegenin 165'i sendika merkez yöneticilerinden, 150'si sendika şube yöneticilerinden, kalan delegeler de çok sınırlı sayıdaki işyeri temsilcisinden oluşuyor.
İşyeri temsilcilerinin çoğu, seçim yerine atamayla getirildikleri için ve işçi tabanının talepleri yerine değil, bürokrasinin talimatlarını işyerinde uyguladıkları için aslında bürokrasinin uzantısı durumunda. Geriye kalan birkaç 'gerçek işçi'nin yani bürokrasinin kontrolü dışındaki delegenin, 'tabandaki işçinin özlemleri'ni kongreye taşımasının ağır bürokrasi baskısı altında mümkün olamayacağı çok açık.
Türk-İş kongresi, her zaman yalnızca işçi ve sendikal hareketin öncüleri tarafından değil, sol siyasi hareket, 'aydınlar', 'sol basın'ca da dikkatle izlendi.
Özellikle, Türk-İş'te merkezi, köhnemiş bürokrasiye karşı alternatif iddiasıyla ortaya çıkan muhalefet varsa hele hele bu muhalefet 'sol söylem'le 'dayanışma, emek mücadelesi, birleşik emek hareketi vb' ifadelerini kullanıyorsa, sol hareketin ilgi göstermesi anlaşılabilir.
Ama biçimden (görüntüden) öze bakmak, sendikal süreci bugünle sınırlamadan, tarihsel süreç (hafıza) ele almak zorundayız. Bu kitlelere yanıltıcı işaret verilmemesi için elzem. Yıllardır sendika bürokrasinin değişik kanatlarının (sağ sol veya sosyal demokrat) mücadelesine sahne olan Türk-İş kongresinde, bu kez farklı bir mücadele örneği verilmeyecek.
Sol basın ve 'aydınlar'ın belli bir ilgiyle karşılanan 10 sendikanın oluşturduğu ve 'demokratik ve sınıf perspektifine sahip sendika' vaat eden (Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, T. Gazeteciler Sendikası, TÜMTİS'ten oluşan)'Sendikal Güç Birliği'ne rağmen bu böyle.
Tıpkı 20 yıl önce, bahar eylemlerinin muazzam rüzgarını arkasına alarak, Türk-İş'in eski, köhnemiş, devlet uzantısı bürokrasisine karşı 1992 aralık ayındaki 16. Genel kuruluna, 'sol söylem'e sahip Bayram Meral'in önderlik yaptığı 'sol değişim grubuna rağmen de farklı bir mücadele örneği verilememesi gibi.
Bayram Meral'in önderlik yaptığı 'sol sendika bürokrasisi', vaat ettiği, demokratik-mücadeleci Türk-İş'i, yaratamadı. Neo-liberalizmin en ağır saldırı unsurları olan özelleştirme, taşeron işçilik, kayıt dışı (güvencesiz) istihdam konusunda işçi sınıfının 'birleşik mücadele' taleplerini büyük bir ustalıkla sınırlamayı başardı! Mücadelenin her geriye çekilişi bürokrasinin iktidarını daha da sağlamlaştırdı.
Şu rakamlar bu döneme ilişkin: 1992'de Türkiye'deki toplam 7.7 milyon ücretli işçinin 1,3 milyonu sendikalı iken, 2002'de 10.6 milyona yükselen ücretli işçiye karşılık işçiye karşılık sendikalı işçi sayısı 980 bine geriledi. (TÜİK, Hane Halkları ve İşgücü Anketi Ekim 2011)
Bütün bu süreçte, bugün sendikal güç birliği adı altında ortaya çıkıp, 'sendika demokrasisini' haykıranların hemen çoğu da sendika yöneticiliğine 1989-1991 bahar eylemlerinin rüzgârı ile seçildiler. Seçildiklerinde sendikalarda kongreler üç yılda bir yapılıyordu. Bugün yönettikleri sendikaların çoğunda sendika kongreleri dört yılda bir yapılıyor.
Kulağa hoş gelen vaatler
Bütün bu tarihsel sürece rağmen platform girişiminin kendisi ve bu girişim vesilesiyle ifade edilen, kulağa hoş gelen 'ileri vaatler'in, öncü işçileri ve işçi kitlesini heyecanlandırmadığını fakat sol siyasi hareket içinde ve sol basında olumlu karşılık bulduğunu gözlüyoruz.
Bu yanılsamaya kapılarak sendika bürokrasisinin, iktidar mücadelesini alkışlamanın 13.5 milyon ücretli (Hane Halkları ve İşgücü Anketi Ekim 2011) işçinin sahici, temel sorunlarının üstünün örtülmesine hizmet ettiğini belirtmeliyim.
Hele hele, bürokrasinin Türk-İş'teki iktidar mücadelesini, Türk-İş değişecek diye lanse ederek, umut ışığı gibi gösterenlere sözümüz var. Zihniyet yapısı ve politikası pratik tarafından defalarca kanıtlanmış, doğası gereği tutucu olan bürokrasiye dayanarak, iyimserlik yaymak, paradoksal olarak milyonlarca işçinin umudunun karartılması için çaba harcamak anlamına geliyor.
Öncü işçiler ve işçi kitlesi, nasıl çalıştıkları işyerlerinde üretim ve elde edilen değer üzerinde belirleyici role sahip değilse, sendikalarda da karar sürecinin dışında tutuluyor. Bu ikili yalın gerçek, sendika bürokrasisini, öncü işçilerden ve işçi kitlelerden ayırıp ayrı bir 'katman' haline getiriyor. İşçi kitlesinin, bürokrasinin egemenliğindeki sendikalara karşı genel ilgisizliğinin temel nedeni de, işte bu bürokrasi-işçi ayırımı.
Mücadeleci Türk-İş iyidir ama...
Daha iyi, mücadeleci, kapsayıcı, ve tutarlı bir Türk-İş hiç kuşkusuz yalnızca işçi hareketinin değil, toplumun, siyasetin ve sol hareketin de ihtiyacı. İşçi sınıfının gerçek öncülerinin liderlik yaptığı bir Türk-İş'in, Kürt sorunu başta olmak üzere, demokratikleşme, özgürlükler ve hatta yeni anayasa sürecinde kritik işlevinin olacağı bariz bir gerçeklik. Fakat iktidara mevcut 'sağ bürokrasisi'nin yerine, daha 'sol bir bürokrasi'nin gelmesi Türk-İş'i değiştirmez. Esas mesele, bürokrasinin, değil, 'sendikal zihniyet'in değişmesi. Mevcut 'bürokratik zihniyet' değişmeden sendikaların önü açılamaz. İşçi sınıfının acil sorunlarının çözümü için mücadele başlatılamaz.
'Sendikal Güç Birliği'nin bildirge metni, bürokratların açıklamaları, platformun düzenlendiği salon toplantılarının bürokrat ağırlıklı bileşimi ve nihayet platformun omurgasını, hemen hepsinin sendika yöneticiliği geçmişi, 20 yılı aşan bürokratların oluşturması, bir 'zihniyet' değişimi ile karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor.
Platformun düzenlediği birkaç salon toplantısı, sendika bürokrasisinin inisiyatifini özenle koruduğunu, sürece öncü işçileri katmadığını, işçi kitlesini kendi iktidar mücadelesi için dayanak olarak kullandığını, açık biçimde ortaya koymuştur.
Platformun salon toplantılarına bile özel şoförlerinin kullandığı, lüks makam araçlarıyla teşrif eden sendika bürokrasisi gerçekte ne istiyor? Sanıyorum hemen çoğunun en az 20 yıldır işçisiz-muhalefetsiz-denetimsiz biçimde yönettiği sendikaların mevcut 'içler acısı' durumu, bu soruya çok açık cevap vermemize imkân veriyor: Daha üst düzeyde bulunan bir bürokrasiye dahil olmak, böylece daha itibarlı, 'şan ve şerefli bir mevki'ye geçmek. Devletle, sermaye ile daha yakın bir temas imkânından yararlanmak.
Üçüncü bir alternatife ihtiyaç var
Sendikalarda değişim kaçınılmaz. 1991'de Türkiye'de toplam ücretli işçi sayısı 7,3 milyon iken sendikalı işçilerin sayısı 1,4 milyona ulaşıyordu. 2011'de toplam ücretli işçi sayısı 13,5 milyona yükselirken sendikalı işçi sayısı 550 bine geriledi. (Petrol-İş 99 yıllığı ve ÇSGB, Çalışma İstatistikleri)
20 yıldaki bu dramatik değişim, bugün Türk-İş'te yönetim talep eden sol sendika bürokrasisine rağmen oluşmadı. Tam tersine bu sonuç bizatihi sendika bürokrasisinin eseri. Türk-İş bürokrasisini eleştiren, bu 'soldan' bürokrasinin hemen bütün unsurları 20 yıldır şube veya merkez yöneticisi olarak ve Türk-İş bürokrasisi ile iyi geçinerek kendi sendikalarını yönetiyor.
Bu 20 yılda, işçi sınıfının çalışma koşulları ağırlaştı, ücretler düştü, satın alma gücü geriledi. İşçi sınıfı yoksullaştı. Kapitalist piyasa rekabeti, işyerlerinde emek yoğunluğunun artırılması yönünde muazzam bir baskı yarattı.
Gerek sendikalı işçi sayısının azalması, gerekse işyerlerindeki ağır çalışma koşulları ve idari baskılar paradoksal olarak sendika bürokrasisinin iktidarını sağlamlaştırmış hatta güvenceye almıştır.
Mevcut sendika bürokrasisini var eden temel nesnel koşul budur ve bu nesnel koşulun ortadan kalkması, varlığını tehlikeye sokar. Bu nedenle bürokrasi, işçi sınıfının temel sorunlarında, kendi sorumluluğunu kabul etmez.
Sorunu tabandaki işçinin geri olmasına ve 'bildirge'de ifade edildiği gibi 'yasal kısıtlamalara', 'işverenlerin sendika karşıtı uygulamaları'na yükler. Gerici olmasının nedeni de budur.
Bildirge'de aynen şu satırlar var: "Yasal, siyasal kısıtlamalar ve işverenlerin sendika karşıtı uygulamaları , sendikal hareketi güçsüz kılmıştır. Sendikal hareketin içinde bulunduğu bu tablo karşısında yapısal bir dönüşüme gitmek acil bir ihtiyaçtır."
İşçi demokrasisi, sendikaların kapısını açacak
Yapısal dönüşüme ihtiyaç olduğu su götürmez. Ama bunun ilk adımı sendika bürokrasisinin, işçi sınıfının sırtından atılması. Bu yapılmadan sendikalarda gerçek bir 'işçi demokrasisi'nin tesis edilmesi mümkün değil.
İşe tepeden, Türk-İş'ten değil, tabandan başlamak, her sendika temsilciliğinde, her şubede ve nihayet sendika merkezlerinde sendika bürokrasisine karşı 'işçi demokrasisi'ni örgütlemek, yapısal dönüşümün en temel ve vazgeçilmez adımını oluşturacaktır.
Rotasyonun uygulandığı, geri çağırma hakkının olduğu, ortalama işçi ücreti kadar maaş alındığı, lüks makam araçlarının olmadığı, kongrelerin dört yılda değil, her yıl yapıldığı, ayrıcalıkların olmadığı, amatör ruha sahip, sendikalar, bürokrasinin maddi zeminini ciddi ölçüde ortadan kaldırırken, sendikaların kapısını işçi kitlesine açacaktır. (EB/BA)